*İsrail'de yargı düzenlemesine karşı halkın protestoları devam ediyor. Fotoğraf: AA
“İsrail’in bir yaşam öyküsü vardır; Hz. İbrahim döneminde doğmuş, bu mucize doğum, Çıkış (Exodus) ve Kızıl Deniz’in ortadan ikiye bölünmesiyle gerçekleşmiş; sonrasında uzun bir çocukluk, sürgünde geçen huzursuz bir ergenlik, ve nihayetinde Kenan topraklarının fethiyle ortaya çıkan olgunluk.
Tevrat’ın ilk beş bölümünde anlatılan bu ulus, Tanrı’nın ilk doğan oğludur. Çift anlamlı bir kişileştirme söz konusu Tanrı ve ulus, ikisi arasında ailevi bir ilişki söz konusu. Tanrı, Musa’yı Firavun’a gönderirken şöyle der: “İsrail benim oğlumdur, ilk oğlum. Sana onun için sesleniyorum, bırak oğlum gitsin.”
İsrail, seçilmiş bir ulustur, Tanrı’nın ulusudur, ama neden seçilmiş olduğu belirsizdir.”
Ilana Pardes, Antik İsrail’in Biyografisi
İsrail’in demokrasi ile sınavı
İsrail kuruluşunun yetmiş beşinci yılında büyük bir kriz yaşıyor. Ocak ayından bu yana devam eden olaylar Nisan ayında tırmanarak Netanyahu hükümetini zor bir ikilemle karşı karşıya bıraktı. Netanyahu Knesset’den (İsrail parlamentosu) geçirmek istediği yeni yargı değişiklikleri ile Yüksek Mahkeme’nin elindeki gücü kısıtlayarak mevcut hükümete ve parlamentoya sınırsız yetkiler vermek istiyordu.
Netanyahu’nun aşırı sağcı, kökten dinci koalisyon ortaklarının baskıları sonucu gündeme gelen bu değişiklikler mevcut yargı sistemini zayıflatmak ve gücün tek elde, Knesset’de toplanması için yapılmak isteniyordu. Bu değişim talepleri, İsrail içinde ve dışında sert tepkilerle karşılandı.
İsrail toplumunun siyasi, sosyal ve ekonomik katmanlarından gelen yüz binlerce insan haftalar boyunca İsrail devletinin temelinde yatan demokratik değerlerin savunulması için sokaklara döküldü.
Ben bu yazıyı bitirmek için masaya oturduğum 11 Nisan Salı günü, Başbakan Netanyahu’nun muhalefeti suçladığı pazartesi konuşmasından sonra Tel Aviv sokakları bu kez de bu konuşmaya tepki duyan Yahudi vatandaşları ile doldu. Göstericiler şehrin ana yollarını ve kenti ülkenin diğer bölgelerine bağlayan çevre yollarını işgal etti. Polis ile göstericiler arasında zaman zaman çatışmalar yaşandı.
“Bu gece Netenyahu bize bir kez daha İsrail vatandaşlarının esenliği ile ilgilenmediğini gösterdi. Yaşanan son olayların sorumluluğunu üstlenecek ve çözüm üretecek yerde, parmağını muhalefete salladı. Bu liderlik değil, korkaklık ve zafiyet göstergesidir. Biz geleceğimiz için sokaklarda olmaya devam edeceğiz.”
Böyle söylüyor bir gösterici.
Yıllardır Filistin halkına uyguladığı demokrasi ile bağdaşmayan hak ihlallerinden sonra İsrail devletinin Yahudi vatandaşlarının sokaklara dökülmesi, içinde bulunduğumuz döneme ait çok ilginç bir fotoğraf sergiliyor.
Ilany anlatıyor
İsrail’in Yahudi vatandaşları ülkenin kurulduğu 1948’den bu yana ilk kez sokakta. Ocak ayında kaleme aldığı ve Haaretz Gazetesi’nde yer alan yazısında Ofri Ilany kendi ruh halini şöyle anlatıyor:
“Günümüz İsrail’indeki Yahudilik, Franko’nun İspanya’sındaki Katolik Kilisesi gibi davranıyor. Çevremdeki birçok insan ne yapılabileceğini soruyor: Aşırı sağcı ve ultra Ortodoks yeni hükümetin çıkardığı kararnamelere ve adaletsizliklere karşı ne zaman sokağa çıkacağımızı merak ediyorlar.
Bunlar mantıklı sorular. Ancak mevcut meydan okuma aynı zamanda varoluşsal bir meydan okumadır. Nereden bakarsanız bakın, İsrail Devleti’ne ait olmak artık utanç verici. Geçmişte de böyleydi, ama bugün tam bir utanç kaynağı. Burası düşmanca ve iğrenç bir yer. Yine de ben burada yaşıyorum.
Bazı insanlar burayı terk etmeyi öneriyor. Bilim adamı ve yazar Zeev Smilansky bir keresinde ‘Burası artık katlanabilir değil, geleneği yenileyeceğiz ve yine sürgüne gideceğiz’ demişti.
Böyle bir seçenek olsa giderdim ama deneyimlerim başka hiçbir yerin benimle ilgilenmediğini kanıtladı. Uluslararası toplum, kendine has nedenlerden ötürü, hükümetlerinin politikalarına karşı çıkan İsraillilerin yaşadığı hayal kırıklığına büyük ölçüde kayıtsız kalıyor ve öngörülebilir bir gelecekte bize siyasi sığınma hakkı tanıması için hiçbir neden yok.
Bunları gönül rahatlığıyla yazmıyorum. Hoşumuza gitse de gitmese de Yahudi halkının tarihte özel bir yeri olduğuna inanıyorum. Ancak bundan vazgeçmek şarttır. Tarihteki pek çok iyi insan gibi benim için de eski bir Yahudi olmak yeterli. Yahudilikle bağlantımın kesilmesi ilgisizlikten kaynaklanmıyor.
Şu an itibariyle hükümeti oluşturan ve hepsi de Yahudilik bayrağını gururla dalgalandıran partilerin küstahlığına karşı çıkmanın doğru bir tepki olduğuna inanıyorum. Kahanizm* ile herhangi bir şekilde ilişkilendirilmek istemiyorum- çağrışım yoluyla bile.
Mevcut koşullar altında ‘emirleri ile bizi kutsayan’ demek ya da “İsrail’in kahramanlıklarını” anlatmak istemiyorum. Paul Celan’ın sözleriyle, Yahudiliğin ‘ölüm getiren konuşmanın binlerce karanlığından’ döneceği daha iyi günleri dört gözle bekliyorum.”
Ne mücadelesi?
Bu sözler, İsrail ‘de yaşayan ve bugün sokakları dolduran liberal demokrat pek çok Yahudi’nin ruh halini yansıtıyor. Ancak son üç ay içerisinde sayıları otuz bini bulan İsrail vatandaşı yurt dışına göçtü.
Büyük umutlarla geldikleri, “vaad edilmiş topraklardan” bir kez daha sürgüne doğru yola çıktılar. Yahudilerin ezeli ebedi hikayesi yeniden mi gündemde?
Kimilerine göre Yahudiler Filistin halkının yıllardır çektiği ve halen çekmekte olduğu acıların faturasını ödüyor. Sağ ve kökten dinci siyasetin yönettiği bir ülkede yaşamanın sandıkları gibi olmadığını, bunca yıl susarak İsrail devletinin içinde köktendinci ve ultra Ortodoks partilerin gelişmesine göz yumduklarını kabul etmek zorundalar.
Bugün sokaklarda gösteri yapan ve demokrasiyi savunan Yahudilere şu soruyu sormak zorundayız: Siz gerçekten ne için mücadele ediyorsunuz? Bir apartheid devletinde nasıl demokrasi olabilir? Bu kimin demokrasisi?
İsrail devleti kurulduğu 1948 yılından bu yana uyguladığı yöntem ve siyasetlerle sömürgeci bir yerleşimci devleti olduğunu ispatlamıştır.
Filistin halkı için 1948 yılından bu yana hiçbir zaman demokrasi olmadı.
İsrail’le zor ilişkim
Kendi yaşamımda İsrail devleti ile zor bir ilişkim oldu. İstanbul çocuğu olarak ilk okulda, lisede ve yaşamımda pek çok Yahudi arkadaşım oldu, hala da var.
Almanya’da Nazi döneminde yapılan Yahudi soykırımını hem okudum hem filmlerde izledim, sol düşünce dünyasında Karl Marks’tan Rosa Lüksenburg’a kadar birçok düşünürün Yahudi olduğunu sanatta, müzikte, bilimdeki başarılarını biliyordum.
Tüm bunlara rağmen nasıl oldu da İsrail benim için uzak durulması gereken devlet oldu?
Genç yaşımda kendimi Lübnan’da bir Filistin mülteci kampında buldum. Filistin İsrail çatışmasını okumuştum, ama okumak ve yaşamak çok ayrı şeylerdir.
Yaşamı sadece kitaplarda bulan ama gerçek yaşamla yüzleşmeyen insanların çoğunda hissettiğim “yaşanmamış bilgelik” beni çok rahatsız ediyordu. Ailemin sevgisi, bana sağladıkları konfor ve yaşam düzeyini, sevdiğim insanları, evimi terk edip yaşama tanıklık etmek istedim.
Göçmenlik nedir, sığıntı olmak nasıl bir duygudur, ertesi gün nerde uyanacağını bilmemek, aşağılanmak, hor görülmek ve bütün bunlara rağmen ayakta kalmak, umutla yaşama sarılmak nasıl olabilir?
Bunların hepsini Filistin kampında yaşarken anladım. Onları topraklarından söküp atan, kamplarda sürgün yaşamalarına neden olan İsrail devleti, beni de çok sevdiğim bir insandan ve yoldaşlarımdan ayırdı. Ölümün ne demek olduğunu öğrendim, acı bir deneyimle.
“Tek demokrasi” miti
Yaşadıklarımdan sonra tekrar yurduma dönebildim. Ama İsrail devletine hep karşı çıktım, bu kadar acı çekmiş, Nazi döneminde soykırımına uğramış bir toplumun, nasıl olup da başka bir halkı, Filistin halkını topraklarından koparıp atarak bir devlet kurabildiklerini anlamıyordum.
Öfkenin yaralara çare olmadığını fark ettikten sonra İsrail devletinin ve Yahudi halkının hikayesini okumaya başladım. İsrail devletini haklı çıkarmak için değil, anlamak için.
Yıllardır Ortadoğu’nun tek demokrasisi, (bazen de yanına Türkiye eklenerek) miti üzerine bütün Arap dünyası ve Filistin halkına kan kusturan bu devlet, kurulduğu andan bugüne kadar çözülemeyen bir ikilem ile yaşadı.
Kendisini çağdaş, modern ve Batılı yaşam tarzını benimsemiş bir devlet olarak tanımlayarak başta ABD ve Avrupa’nın gözünde ilkel ve gelişmemiş Arap dünyasında uygarlığın bir feneri olarak konumlandırıldı.
Theodor Herzl
Batı sömürgecilerin kendi ülkelerinde yaşayan Yahudilerden kurtulmak için Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yarattıkları bir projeydi İsrail. Söz konusu devletin kurulmasında ve inşasında etkili olan Siyonist düşünce Avrupa topraklarında, Yahudilerin bu ülkelerde karşılaştıkları haksızlıklar, ikinci sınıf vatandaş olarak gettolarda yaşamaya mahkum edildikleri bir ortamda doğdu.
Siyonist hareketin kurucularından Theodor Herzl, Budapeşte’de liberal ve aydınlanmacı düşüncelere sahip bir Yahudi aileye doğdu, ailenin bu kente göçmesiyle Viyana’da hukuk okudu ve seküler bir Yahudi aydını olarak yaşadı.
Yahudiler için var olmanın tek çıkış yolunun toprak sahibi olmak ve kendi devletlerini kurabilmek olduğunu savunuyordu.
1917’de İngiliz kolonyal devletinin devreye girmesiyle, Siyonistler ve İngilizler arasında imzalanan bir anlaşmayla, Balfour mektubu, Filistin toprakları üzerinde bir Yahudi devletinin kurulmasının önü açıldı.
İngiliz mandası altında başlayan bu girişim bu topraklarda yaşayan Filistin halkı ve İngiliz kuvvetleriyle çatışmaya giren Yahudi silahlı milis güçlerinin zaferi ile sonuçlandı ve İsrail devleti Birleşmiş Milletler (BM) kararıyla 1948 de resmen kuruldu.
1948 Kuruluş Bildirgesinde İsrail’in bir Yahudi devleti olacağı ama Yahudi olmayan, diğer dinlerden yurttaşların dini ve sivil haklarının korunacağı yazılıydı. Kuruluştan sonra oluşturulacak Kurucu Meclis İsrail devletinin Anayasasını yazmak için çalışmalara başlayacaktı.
Aradan geçen 75 yıl içinde Anayasa hiçbir zaman yazılmadı. Siyonist hareketin içinde o günlerde de var olan dindar Siyonistler ve seküler Siyonistler ayrımı, yıllar içinde büyüyerek bugün Knesset’de kökten dincilerin Netanyahu ile birlikte iktidara gelmesiyle sonuçlandı.
"Öldürün, gülün ve eğlenin"
Netanyahu ile işbirliği içindeki köktendincilerin iki önemli ismi, Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich Yahudi yerleşimcilerin silahlandırılarak İsrail Savunma Birliklerinin yanı sıra Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te Filistinlilere saldırmalarını sağladı.
Ocak ayından bu yana yapılan saldırılarda onlarca Filistinli can verdi. Ben-Gvir bununla da yetinmeyerek son olayları bahane ederek Netanyahu ile yaptığı pazarlık sonucunda doğrudan kendisine bağlı olacak silahlı bir milis gücün kurulması için bütçeden para talep etti.
Böylece doğrudan Ben-Gvir’e bağlı yeni bir Güvenlik Birimi kurulmuş oldu. İsrail Güvenlik birimlerinden pek çoğunun karşı çıktığı bu “yeni doğan” yaklaşık 277 milyon ABD doları bir bütçeye ve 2000 personele sahip olacak.
Polisler ile aynı yetkilere sahip olan birimin başına kimin getirileceği de talebin sahibi Ben-Gvir’den geldi.
Önerilen isim Avinoam Emunah, Filistinlileri öldürmekten zevk alan emekli bir albay, emrindeki askerlere, “Öldürün, gülün ve eğlenin” komutunu vermekle tanınıyor, dini inançları nedeniyle kadınlarla çalışmayı kabul etmiyor.
İsrail’de 1953 yılında Ariel Sharon tarafından kurulan ve uyguladığı şiddet ile bilinen Unit 101 para militer biriminin komutanlığına kadar yükselmiş ve “Çoğu zaman onların (Filistinliler) kaçtığını göreceksiniz, onları kaçarken vurun” sözleri ile de tarihe geçmiş bir kahraman
İleriye Giden Yol'dan
İsrail kökenli ünlü yazar ve tarihçi Prof. Yuval Noah Harari’nin 30 Mart 2023’te Haaretz Gazetesi’nde yayımlanan “Netanyahu’nun Bir Sonraki Güç Gösterisi Geliyor. İşte Nasıl Hazırlanacağımıza İlişkin Görüşler” adlı uzun yazısını herkesin okumasını salık veririm.
İsrail özelinde ama Ortadoğu genelinde, köktendinci aşırı akımlar ile seküler bilimsel görüşlerin nasıl karşı karşıya geldiklerinin ve artık bu ikilem ile yaşamanın imkansızlığını çok açık anlatıyor.
Bu önemli yazının son bölümü olan “İleriye Giden Yol”dan yaptığım alıntılarla bitirmek istiyorum:
“İsrail’deki bu durum nasıl sona erecek? Bunu söylemek mümkün değil ama kesin olan bir şey var ki o da Kasım 2022’ye [son İsrail seçimi tarihi] geri dönüşün mümkün olmadığı. Son birkaç hafta içinde İsrail Devleti ile ilgili daha önce bilmediğimiz iki önemli şey keşfettik.
İsrail’deki demokrasimizdeki denge ve denetleme mekanizmalarını ortadan kaldırmak ve sınırsız bir güce sahip olmak isteyen önemli bir grup olduğunu keşfettik. Ayrıca İsrail vatandaşlarının büyük bir bölümünün demokrasinin ne olduğunu gerçekten anlamadığını ve onu çoğunluğun tiranlığıyla karıştırdığını keşfettik.
Dolayısıyla mevcut krizden çıkarabileceğimiz iki önemli sonuç var. Birincisi İsrail demokrasisinin zaten kırılgan olan savunmasının zayıflamasını kabul etmemeliyiz.
Tam tersine: Daha fazla savunma ve daha iyi savunmalar eklemeliyiz. İkinci olarak, okulların gelecek nesillere demokrasi ve insan hakları değerlerini aşılayabilmesi için eğitim sistemimizde kapsamlı ve derin bir reforma ihtiyacımız var. Eğer bunu yapamazsak İsrail demokrasisi uzun süre ayakta kalamayacaktır.” (MUT/APK)
* İlana Pardes. “The Ancient Biography of İsrael. National Narratives in The Bible”. University of California Press. Berkeley and Los Angeles. 2000