* Fotoğraf: Anadolu Ajansı (AA) - İstiklal Caddesi / Taksim
Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 22 Temmuz'daki Tahran zirvesi öncesinde, Kuzey Suriye'ye yönelik "bir gece ansızın gelebiliriz'' tehdidi, Rusya ve İran'ın yeşil ışık yakmaması nedeniyle gündemden düşmüştü.
Üçlü zirvenin sonuç bildirisine hakim olan, Suriye sorununun askeri çatışmalar yerine siyasal/ diplomatik diyalog yoluyla çözüm anlayışıydı. Bunun için yapılacaklar ise şu şekilde sıralanıyordu:
• Suriye'yi istikrarsızlaştıran Amerika Birleşik Devletleri (ABD) kuvvetlerinin, Fırat'ın doğusundan çekilmesi,
• Terörün her biçimine ve kaynağına karşı mücadele edilmesi,
• Suriye'nin toprak bütünlüğü ve egemenliğinin tanınması,
• İsrail saldırılarının kınanması,
• Birleşmiş Milletler'in (BM) 242 ve 497 sayılı kararların hayata geçirilerek Golan tepeleri işgalinin reddi,
• Astana Forumu kararları gereğince, tutuklanan ve kaçırılanların karşılıklı serbest bırakılması,
• Suriye Anayasa Komitesi'nin BM'nin 2254 sayılı kararı gereğince siyasal çözümü hızlandırması,
• İdlib'de gerginliği azaltma bölgesine dönük önceden alınan tüm kararların uygulanması ve sivillerin Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) teröründen korunması için ortak mücadele sürdürülmesi,
• Evlerini terk etmiş sığınmacıların yaşadıkları yerlere güven içinde dönmelerinin sağlanması için çabaların hızlandırılması.
Taktiksel bir manevra mı?
Bu önemli kararların alındığı zirvenin üzerinden yalnızca dört ay geçti.
Ayrıca Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun "Suriye dışişleri bakanıyla ayaküstü görüştüm'' açıklaması, sonrasında yaptığı ''Suriye ile görüşmek için ön şartlarımız yok, zaten istihbarat örgütlerimiz şu anda görüşüyor''( 23 Ağustos) açıklaması, ardından Erdoğan'ın Prag zirvesi dönüşünde sorulan soruya cevaben "Vakti saati geldiğinde biz Suriye'nin başkanıyla da görüşme yoluna gidebiliriz'' (6 Ekim) demesi ve Şangay zirvesi dönüşünde yaptığı ''Keşke Esed Özbekistan'a gelseydi görüşürdüm'' açıklaması gibi yoğunlaşan açıklamaların, Suriye muhalif güçlerini telaşa sürüklediği, diplomasi ve siyasette dalgalanmalar yarattığı süreç, izleyen herkesçe görüldü.
Suriye ile ''normalleşme'' hamlelerinin bunca hızlı geliştiği bir süreçte ne oldu da G20 zirvesinde ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmesi sonrasında basın açıklamasında Esad'la ilgili açıklamaları sorulan Erdoğan, ''Siyasette ebedi olarak dargınlık, kırgınlık, küskünlük olmaz. Vakti zamanı geldiği anda oturur, değerlendirir, ona göre de bir yenilenmeyi yapabilirsiniz. Şu anda Türkiye olarak, bu konularda sıkıntılı olduğumuz ülkelerle ilişkileri yeniden ele alabiliriz. Hele hele haziran seçimlerinden sonra bir sil baştan yapabiliriz. Ve buna göre de yolumuza devam edebiliriz'' deme gereğini hissetti?
Bu açıklamanın çok yönlü mesajlar taşıdığı ve yeni iç siyasi algılara işaret ettiği söylenebilir. Bu açıklamanın aynı zamanda Tahran zirvesinden çıkan sonuçları gölgeleyen, Şam'la normalleşme hamlesi sürecini yavaşlatan bir makas değişikliğine işaret ettiği de söylenebilir.
Peki, bütün bu hızlı değişim mühendisliğini Taksim'de gerçekleştirilen vahşi şiddet eylemiyle açıklamak mümkün olabilir mi? Yoksa asıl olan, AKP ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) iktidarının seçim sath-ı mailine girilmesiyle yüzleştiği gerçekliklerin üstünü örterek toplumun dikkatini başka alanlara yöneltmek gibi taktiksel bir manevrası mı? İkincisi, daha mantıklı geliyor.
Halkın gözünden kaçmayanlar
Taksim saldırısının, birilerinin durup dururken karar verdiği basit bir olay olmadığı, buna ön gelen, ülkedeki gergin kutuplaşma, bölgesel ve uluslararası koşullar dikkate alınarak planlanan bir senaryonun sahnelenme girişimi olduğunu belirtmek gerekir.
Değilse, failler henüz güvenlik güçlerince yakalanıp yargı önüne çıkarılmayı beklerken, patlamaya ilişkin yayın yasağı getirmek, ardından yetkililerin telaşla hedef gösterip sınır ötesi operasyon ve cezalandırma açıklamalarında bulunması başka nasıl açıklanabilir? Konseptin çok boyutlu olduğu ortada.
Şüphesiz her can çok kıymetlidir, herkesin can güvenliği devletçe korunmalı ve saldırı failleri yargılanarak mutlaka hak ettiği cezaya çarptırılmalıdır. Ama nedense ülkemizde yargı ve adalet süreçleri böyle işlemiyor.
103 kişinin katledildiği Ankara Gar katliamı, Gezi, Suruç ve Roboski gibi katliamlarda aynı hassasiyetle davranıp faillerin yakalanıp cezalandırılmaları yıllar geçmesine rağmen gerçekleştirilemezken ve aynı devlet, sınır ötesine, farklı iki ülke topraklarına aynı anda operasyon yaparak istediği hedefi vuracak kadar güçlü olduğunun mesajını herkese vermeye odaklanıp "failleri" peş peşe yakalayabildiğine göre, 2015'te Diyarbakır HDP mitingindeki patlama ve Gaziantep'te 51 kişinin hayatına mal olan patlama ve diğerlerinin IŞİD bağlantılı olduğu bilinmesine rağmen, İdlib'de Şeriat Emirliği kuran HTŞ lideri Abu Muhammed al Colani'ye yönelik neden hâlâ bir operasyon yapılmadığını sormak meşru ve haklı değil mi?
İktidarın bu telaşının toplumu rahatlatıp güven sunmaktan çok siyasal iktidar aleyhine gelişen siyasal süreci ve gündemin yönünü değiştirerek başka algıları dayatmakla ilgili olduğu kamuoyunun gözünden kaçmıyor.
Halkların tek talebi var: Barış
Halkın gözünden kaçmayan bir başka gerçeklik ise şu:
Taksim saldırısının arkasında olduğu resmen iddia edilip açıklanan PKK ve YPG'nin bu eylemi reddetmesi ve hiçbir ilişkisinin olmadığını açıklamasının yanı sıra, kimi emekli generallerin, Zafer Partisi yetkililerinin ve onların yanı sıra sayısız siyasi yorumcunun, patlamanın Erdoğan'ın Esad'la normalleşmeye giderken sırtını dönmeye hazırlandığı, Kuzey Suriye'de konumlanmış radikal İslami güçlerce yapıldığına inandıklarını söylemesine rağmen, AKP-MHP iktidarının patlamanın ardında Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), El Kaide ve IŞİD'in olma ihtimalini dahi tartışmaması.
Bu, dikkatlerden kaçmadığı gibi oldukça düşündürücü de...
Buradan anlaşılan, Erdoğan ve iktidar bloğunun içeride ve dışarıda belirlediği hedeflere varmak için her hâl ve şartta içeride şiddet eylemlerini tüm muhalefete ve özellikle HDP'ye karşı kullanırken, dışarıda komşu ülke halkları için operasyon gerekçesi yapma kararında olduğu.
Sonunda, Taksim'den "Pençe-Kılıç"a varıldı. Türkiye halklarının ve laik, demokratik, devrimci göçlerinden çok, AKP-MHP iktidarının bekasına hizmet edecek, komşu Suriye ve Irak'a yönelik savaş operasyonları gerçekleştirildi. Rusya'nın yeşil ışığı, ABD'nin zımni kabulü, Avrupa Birliği'nin (AB) sessizliği, Suriye, İran ve Irak'ın oluru, ülkemizde barış ve güven yerine, AKP iktidarının, içeride ve bölgedeki istikrarsızlık, kutuplaşma ve çatışma siyasetinin devamını sağlamaktan başka bir şeye yaramayacaktır.
Halkların her zaman ve her koşulda talebi savaş değil, barıştır. (BK/SD)