Makalenin İngilizcesi için tıklayın
Aslında Kürt Sorunu'nun ne olduğu şimdiye kadar herkes tarafından kesin ve net olarak bilinmeliydi. Çünkü bu sorun, ülkemizin çok uzun yıllardır çözülemeyen en temel sorunlarının başında geliyor.
Ancak üzülerek görüyorum ki sorunun ne olduğu konusunda bir netlik görünmüyor. Kimileri de Kürt Sorununu yeni yeni duyuyorlar, hatta böyle bir sorun olmadığını söylüyorlar.
Çok kısa bir tanım yapmak gerekirse Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde başlayıp Cumhuriyet’in ilk yıllarında derinleşen, yüz yıl içinde dallanıp budaklanarak yaygın ve köklü hale gelen, Kürtlerin yaşadığı sorunlara Kürt Sorunu denir. Yani sorun Kürtler değil, Kürtlere yaşatılanlar ve bundan meydana gelenler bütünüdür.
Bu kısa tanımdan sonra belirtmem gerekir ki Kürt Sorunu çok boyutlu, çok önemli bir konu. Değil bir yazıyla, birçok kitapla bile bu sorunun tarihçesini anlatmak hiç de kolay değil. Sorunun sosyal, siyasal, ekonomik pek çok yönü var.
Dolayısıyla bu yazıda, başlıktaki soruyu tüm yönleriyle tam olarak yanıtlamam olanaksız. Kürt Sorunu, genel hatlarıyla bilinen bir sorundur. Yine de Türkiye’de pek çok kişi, AKP’nin ürettiği algılar nedeniyle sorunun gerçeklerini, tam olarak bilemiyor. Üstelik, yine AKP’nin ürettiği algılar yüzünden, sorunun çözüldüğünü sanan da önemli bir kesim var.
Yani daha önce “yoktur” denilen Kürt Sorunu için bugün de “çözüldü” deniliyor. İlki doğru değildi, ikincisi de değil.
Kürt sorununuz var mı?
Çözüldü zannedilen Kürt Sorununu tam olarak bilmeyenler için birkaç soru soracağım.
Yalnız, bir ricam var. Lütfen elinizi vicdanınıza koyup olabildiğince dürüstçe yanıtlayın soruları.
Sonuçta Türkiye’nin uzun yıllardır can alan, can yakan en önemli sorununu konuşacağız. Gerçekten anlamak ve öğrenmek için bütün ön yargılarınızı bir kenara bırakın ve gelin dostça, kardeşçe bir sohbete başlayalım. Belki sadece Kürtlerin değil, sizin de bir Kürt Sorununuz vardır ve sorun, hepimizin ortak sorunudur.
Sizi kronolojik tarihsel bilgi bombardımanına tutmayacağım. Günlük hayattan örneklere ağırlık vermeye çalışacağım.
İlk soru
- I love you.
- Ich liebe dich.
- Je vous aime.
- Ez ji te hez dikim.
Sizce yukarıdaki cümlelerin hangisi dünya genelinde nüfusları yaklaşık 50 milyonu, Türkiye’deki nüfusları 20 milyonu bulan, “bin yıllık kardeşimiz” dediğiniz Kürtlerin dili olan Kürtçe bir ifadedir?
Hangisi olduğunu tahmin edebildiniz mi? Edebildiyseniz tek kelimesini anlayabildiniz mi? Hayır mı? O zaman sizin de Kürt sorununuz var demektir.
İngilizce, Almanca ya da Fransızca anlayabiliyor veya konuşabiliyorken bin yıllık kardeşiz dediğiniz yirmi milyon yurttaşınızın dilinden tek kelime bile anlamıyorsanız işte bu sizin Kürt sorununuzdur.
Bir başka soru
- Bulgaristan’daki soydaşlarımız
- Azerbaycan’daki soydaşlarımız
- Kıbrıs’taki soydaşlarımız
- Almanya’daki soydaşlarımız
Sizce yukarıda soydaşlarımız denilerek kastedilenler kimlerdir?
Bu kez bildiniz. Evet, Türkler.
Şimdi Anayasanın 66. maddesine bakalım. Şöyle yazıyor: “Türk Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.”
Oysa sizin “Türkler” diye yanıtladığınız sorudakilerden hiçbiri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil. Peki o halde, Anayasa’da Türklük kavramı vatandaşlık bağı olarak tanımlanmışken neden Türkiye dışındaki Türklerle soy bağı kurulup onlara “soydaş” deniliyor. Bir mantık hatası yok mu?
Aslında yok çünkü Türklük gerçekte bir üst kimlik değil, bir etnik kimliktir. Kadim bir ulusu tanımlar. Eğer öyle olmasaydı Irak’taki Kürtler neden soydaşımız olmuyor da Bulgaristan’daki Türkler soydaşımız oluyor? Çünkü Bulgaristan’daki Türkler etnik olarak Türk. Dolayısıyla soydaş sayılıyorlar.
Onlar soydaş da Suriye’deki Kürtler, Irak’taki Kürtler, İran’daki Kürtler, dünyanın dört bir yanındaki Kürtler neden soydaş değiller?
Bunda bir mantık hatası yok mu? Yine bildiniz, yok.
Çünkü onlar Türk değiller. İşte Anayasa’nın 66. maddesindeki mantık hatası da burada açığa çıkıyor. Diyelim ki Suriye’de yaşayan bir Kürt, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçsin. Yasa gereği anında Türk sayılıyor. Peki gerçekte o kişi Türk mü oluyor?
Türklük kavramı, Kürtleri de kapsayan bir kavram değildir. Teorik olarak Türklüğü üst bir kimlik olarak savunanlar bile pratikte Türklüğü etnik bir kimlik, ayrı bir milletin kimliği olarak görüyorlar. Zaten tam da bu nedenle Türkiye dışındaki Türklere soydaş olarak bakıyorlar. Doğrusu da budur zaten.
Bakın, örneğin farklı dilleri olan farklı etnik kimlikteki toplulukları tanımlamak için Türkiyeli kavramı kullanılsa ve bunun bir üst kimlik olduğu iddia edilse bu, üzerinde tartışılabilir bir bakış açısı olabilir.
Bir örnekle anlatmaya çalışayım. İçinde domates, patlıcan, biber ve et olan bir yemeğe “Domates Yemeği” denilemez. Yemeğin unsurlarından biri, yemekte en çok miktarda olsa bile, yemeğe adını veremez. Sözünü ettiğim yemeğin adı “Domates Yemeği”, “Patlıcan Yemeği” ya da “Biber Yemeği” olamaz, “Güveç” olabilir. Yani yemeği oluşturan unsurlardan birinin adıyla değil, kapsayıcı başka bir adla.
Dolayısıyla “Türk”, “Kürt”ü kapsamaz. Türkler kadim bir millettir ve tarihleri binlerce yıl öncesine, Orta Asya steplerine kadar uzanır.
Kürtler, Türk değildir ve olmaları da imkansızdır. Bir Kürt’e Türk demek veya onu Türkleştirmeye çalışmak Kürt sorunudur. Çünkü Kürtler de tarihleri binlerce yıl öncesine, Mezopotamya’ya, bugünkü Kürdistan coğrafyasına dayanan kadim bir millettir.
Zaten dilleri de farklı dil ailelerindendir. Kürtçe Hint Avrupa dil grubundan, Türkçe ise Ural Altay dil grubundandır. Sadece bu bile çok önemli bir belirleyicidir.
“Kürtçe diye bir dil yok. Hepimiz Türküz, herkesin de anadili Türkçedir” derseniz evet, sizin bir Kürt sorununuz var demektir.
Bir örnekle empati yapalım
Diyelim ki Sakarya’nın ya da Yozgat’ın bir köyünde, kasabasında veya merkezinde oturuyorsunuz. Küçük kızınız Ayşe okul çağına geldi ve ilkokula yazdırdınız. Okulun ilk günü, minik Ayşe’nin elinden tutup okula gidiyorsunuz. Yolda Ayşe’yi tembihlemeye çalışırken bir yandan da korkuyorsunuz ya başarılı olamazsa diye. Yine de uyarıyorsunuz minik yavrunuzu, “Bak kızım” diyorsunuz, “Okulda sakın Türkçe konuşma, Türk olduğumuzu da söyleme, tamam mı?”
Ayşeciğin de ödü kopuyor çünkü Türkçe dışında bir dil bilmiyor ki! O haldeyken sınıfa giriyor ve güler yüzüyle öğretmen sınıfa giriyor. Ayşe’nin de yüreği kabarıyor. Ağladı, ağlayacak.
Sınıftaki Ayşe evdeki, sokaktaki Ayşe değil. Kendisi değil. Etrafına bakıyor, neredeyse bütün sınıf onun gibi korku içinde. Çünkü öğretmen Kürtçe konuşuyor ve çocukların çat pat anlayabileceği kadarıyla şöyle diyor: “Belê zarokên rinde, îro pê axaftina Tirkî qedexe ye. Em hemu Kurd in û zimanê me Kurdî ye.” (Evet güzel çocuklar, bugünden sonra Türkçe konuşmak yasak. Hepimiz Kürdüz ve dilimiz de Kürtçedir.)
Böyle bir şeyle karşılaşan anne ya da baba olsanız ne hissedersiniz? Ayşe’nin yerinde olsanız ne hissedersiniz? Normaldir diyorsanız sizin Kürt sorununuz var. Kusura bakmayın.
Böyle bir örneğin çok eskilerde kaldığını mı düşünüyorsunuz? Yine bilemediniz ve yine kusura bakmayın.
Türkiye’de Kürtçe eğitim verilmiyor
Türkiye’de Kürtçe eğitim verildiğini düşünenler yanılıyor. Sadece, haftada iki saat Kürtçe seçmeli ders var ve o derslerin seçilmemesi için de hemen her şey yapılıyor.
Bakın, geçtiğimiz haftalardaki atama döneminde Kurmanci lehçesine iki ve Zazaki lehçesine de bir öğretmen kontenjanı açıklandı. [1]
Ayşe sadece haftada iki saat, o da seçmeli Türkçe öğrenimi dersi alsaydı anne ve babası ne hissederdi? Yeterli sayıda Türkçe öğretmeni atanmasaydı ve Türkçeyi seçtikleri halde haftadaki o iki dersi de göremeseydi?
Üzülmez, öfkelenmez miydiniz? Üstelik de bunlar Ayşe’nin anavatanında yapılıyor olsaydı ne düşünürdünüz? Çünkü Kürtlere aynısı, anavatanlarında yapılıyor.
Kürt çocukları yaklaşık yüz yıldır kendi anadillerinde eğitim alamaz haldeler. Milyonlarca Kürt çocuğu Türkçe ile okulda tanışıyor ve anlamakta zorlandıkları bir dilde yıllarca eğitim adı altında asimile oluyorlar.
Kürt çocukları, kendi anadillerinde eğitim alan Türk çocuklarıyla aynı sınavlara girip aynı yarışa zorlanıyorlar. On yıllardır üniversite sınavlarında en başarısız yirmi il hep Kürt şehirleri. Sizce tesadüf mü? Tesadüf diyorsanız kusura bakmayın.
Şu kısacık video çok şey anlatıyor:
Herkes elbette okulda resmi dil Türkçeyi öğrenmeli. Türkçe hepimizin ortak dilidir. Bizi birleştiren ortak değerlerimizdendir. Dünya dili haline gelen İngilizceyi de öğrenmeliyiz mesela.
Bununla birlikte her çocuk kendi anadilini de öğrenebilmeli ve bazı derslerin eğitimini o dilde alabilmeli. Bu, pek çok gelişmiş ülkede yapılıyor ve ülkemizin potansiyeli de her bakımdan buna uygundur. Oysa Anayasamızın 82 maddesine göre Türkiye’de Türkçe dışında bir anadili yoktur, varsa bile eğitim dili olamaz.
Yakın geçmişe bakalım
Mesela Cumhuriyet’in ilk yılları dahil, yüzlerce yıl boyunca Kürdistan’daki medreselerde Kürtçe eğitim yapıldığını biliyor muydunuz? Bu medreselerde sadece dini eğitim verildiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Fen, matematik, sosyal bilimler, astronomi gibi dersler veriliyordu. Elbette Kürtçe.
Peki Kürtçenin 1925’ten sonra yasaklandığını, çarşıda pazarda Kürtçe konuşanlara kelime başına para cezası verildiğini biliyor muydunuz?
TBMM’de Kürtçe konuşmanın halen yasak olduğundan, Kürtçe sarf edilebilen birkaç cümlenin tutanaklara X olarak geçtiğinden haberiniz var mı?
Pardon. Değiştirmişler. Artık “Anlaşılmayan bir dil” veya “Bilinmeyen bir dil“ şeklinde geçiliyor. [2]
Bu ülkedeki milyonlarca insanın dili, bu ülkenin sorunlarının konuşulduğu Mecliste bilinmeyen dil oluyor. İşte bu, tüyleri diken diken eden bir şey.
Ama öte yandan da iktidar, bu “bilinmeyen dil”i kendi çıkarları için kullanmayı elden hiç bırakmıyor. Kürtçe seçim pankartları asıyorlar, TRT’nin bir kanalında sürekli Kürtçe propaganda yapıyorlar. Kürtçe radyo yayını yapıyorlar. Neden? Çünkü ülkede milyonlarca kişinin Kürtçe konuştuğunu, Kürtçe düşündüğünü, rüyalarını Kürtçe gördüğünü, Kürtçe yaşadığını biliyorlar.
Yeri geliyor, sözleri değiştirilmiş Kürtçe şarkılara eşlik ediyorlar. [3]
Bunun maliyeti o kadar ağır oldu ki can kayıplarını, maddi kayıpları, demokrasi yoksunluğunun yol açtığı kayıpları tam olarak hesaplayamıyoruz bile. Şimdi dönüp geriye baktığımızda herkesin kendine sorması lazım, değdi mi tüm bunlara? Oysa herkesin kendisi olarak özgürce yaşadığı bir Türkiye mümkündü. Ulusal birliğimizi Türklükte değil de eşit yurttaşlıkta sağlamış olsaydık daha huzurlu, daha zengin, daha güçlü, daha güzel bir ülke olmaz mıydık? Şimdi, Cumhuriyet’in ikinci yüz yılında aynı hataya devam mı edilecek yoksa Türkiye’nin birliğini eşit yurttaşlık ve kardeşlik temelinde sağlayıp yolumuza beraberce devam mı edeceğiz? “Hayır, etnik kökenler farklı da olsa hepimiz Türk’üz” diyorsanız sizin Kürt sorununuz var demektir.
Başka bir soru
İstanbul’da bir etkinliktesiniz. Ülkenin ve dünyanın farklı bölgelerinden gelen kişilerle tanıştınız, sohbet ediyorsunuz. Herkes etkinliğe nereden geldiğini söylüyor.
- Kafkasya’dan geldim.
- Trakya’dan geldim.
- Kapadokya’dan geldim.
- Kürdistan’dan geldim.
Yukarıdaki cümlelerin hangisi tüylerinizi diken diken etti?
İçinde Kürdistan olan cümleyi okuyunca bile sinirlendiniz mi? O zaman sizin Kürt sorununuz var. Kusura bakmayın.
Kürdistan realitesine birkaç örnek
Öncelikle, Kürdistan’ın tarihsel olarak bir coğrafyanın adı olduğunu belirtelim. Bu coğrafya, bugün İran, Irak, Suriye ve Türkiye sınırları içinde kalan bölgedir. İran’da şu anda Kürdistan adıyla resmî bir eyalet, Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi adıyla federal bir bölge vardır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan iki yıl sonrasına kadar da ülkenin doğusu ile güneydoğusu Kürdistan olarak adlandırılırdı.
Mesela Alparslan’ın, 1071’de Malazgirt’e geldiğinde Kürdistan Beyliklerinden hiç gocunmadan destek istediğini ve Kürdistan’ı duyduğunda tüylerinin diken diken olmadığını biliyor musunuz?
Selçukluların ve Osmanlıların, Kürdistan adıyla eyalet kurduklarını ve başlarında Kürt beylerinin olduğunu biliyor musunuz?
1846’da Sultan Abdülmecid döneminde, bugünkü Cizre merkezli Kürt beyi Bedirhan Bey’in isyanının bastırılmasında hizmeti geçenlere verilmek üzere Kürdistan Madalyası bastırıldığını biliyor musunuz?
Bakın, bu da o madalyanın fotoğrafı:
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1919’da Samsun’a çıktıktan sonra ilk olarak Kürdistan Beylerine mektup yazıp Kurtuluş Savaşı için destek istediğini ve ne Kürt ne de Kürdistan diye yazarken tüylerinin diken diken olmadığını biliyor musunuz?
Yine Atatürk’ün başkanlığını yaptığı ilk Meclisin Kürt vekillerine, Meclis tutanaklarında Kürdistan Mebusu denildiğini biliyor musunuz?
Dolayısıyla Kürdistan denildiğinde Türkiye’nin bölünüp ayrı bir devlet kurulmasını ifade etmiş olmuyorsunuz. Bir coğrafyayı, tarihsel adıyla doğru bir şekilde tanımlamış oluyorsunuz. Kürt ve Kürdistan sözcüklerinin 1925 yılından sonra yasaklanmasının nedeni Kürtleri asimilasyona tabi tutarak tüm yurttaşları Türk kimliğine sıkıştırmaktır. Tamam, bu da kötü bir şey değil diyorsanız ne yazık ki sizin bir Kürt sorununuz var.
Bir örnek olarak Diyarbakır’ın gelişmişlik sıralamasındaki yeri
Kürtçe böyle de Kürt şehirleri nasıl acaba?
1927 yılında yayımlanan resmi verilere göre Diyarbakır şehri; İstanbul, İzmir, Ankara ve Bursa’dan sonra sosyo ekonomik gelişmişlik açısından beşinci sırada. Ancak o yıldan sonra bütün yatırımların Batı’ya yapılması kararı alınınca Kürt illeri yıldan yıla yoksullaşır.
Öyle ki, 1980’lere gelindiğinde Diyarbakır artık en alt sıralardadır. 2017’de yayımlanan Devlet Planlama Teşkilatı verilerine göreyse 68. sırada. [4]
Yani “bölge terör nedeniyle geri kaldı” şeklindeki iddia yanlıştır. Örneğin Diyarbakır her yıl birkaç sıra gerileyerek 80’ler başında alt sıralara indi. Oysa çatışmalar 80’ler sonunda şiddetlenmeye başlamıştı.
“Kürtler her şey olabiliyor” ezberi
Kürtler asla kendi kimlikleriyle; Kürtçe konuşarak, Kürtçe düşünerek, rüyalarını Kürtçe görerek, Kürtçe yaşayarak yani Kürt olarak devlette etkili makamlara gelememişlerdir.
Devlette üst düzey bürokrat olabilenler “Kürt kökenli Türk” olmayı kabul edip Türklük Sözleşmesi’ni* (Türklük Sözleşmesi, Barış Ünlü, Dipnot Yayınları) kabul edenlerdir.
Mesela 1978 yılında Bayındırlık Bakanı olan Şerafettin Elçi’nin “Ben Kürdüm” dediği için yargılandığını biliyor muydunuz? Eğer iyi olmuş diyorsanız sizin Kürt sorununuz var demektir.
Yani özetle, Kürtler bin yılı aşkın süredir Türklerle bir arada ve kardeşçe yaşamalarına rağmen ne yazık ki son yüz elli yılda yapılan vahim hatalar nedeniyle bu kardeşlik hukuku bozuldu.
Bunun sonucunda çok sayıda isyan patlak verdi. Maalesef çok kan döküldü. Çok acılar çekildi, halen de çekiliyor. Türk-Kürt tarihsel ilişkisi ters yüz edildi, araya kan girdi. Bütün emperyal güçler bu çelişki ve çatışmalardan yararlanarak sorunlarımızı kaşıdı ve daha fazla kanattı. Şimdi artık Cumhuriyet’in ikinci yüz yılına girerken bütün bu sorunlarımızı medenice konuşarak Meclis’te anayasal zeminde çözerek kardeşliğimizi ve birliğimizi güçlendirmenin zamanıdır.
Çünkü kardeşlerden biri, diğerine bu kadar haksızlık yapılmasına göz yumuyorsa kardeşlik hukuku bozuluyor. İşte tam da bu nedenle Kürt Sorunu sadece Kürtlerin değil, hepimizin sorunudur. Sorunu çözmek için el ele vermek de hepimizin boynunun borcudur.
Kürt Sorununu silahsız, şiddetsiz, çatışmasız oturup konuşarak, birbirimizi anlayarak, anlatarak, anlaşarak barış içinde çözmeliyiz. Nihayetinde, bu insanları dağa biz çıkarmadık; bu uygulamalar, zulümler çıkardı. Şimdi bırakın ölmeyi ve öldürmeyi, diyalog ve müzakereyle hepsini dağdan indirelim diyoruz. Biz bunu dediğimiz için “terör yandaşı” olarak yaftalanıyoruz, biliyor musunuz? Biliyorsunuzdur.
Bizler, Kürt Sorunun çözümü için iktidarla aynı yöntemleri önermiyoruz. Bizim HDP olarak silah, şiddet, çatışma dışında bir çözüm önerimiz var. Cumhuriyetin ikinci yüz yılına birkaç ay kala, ülkemizde evrensel çağdaş standartların uygulanmasını istiyoruz. " Türkçeden başka dil konuşulmaz" anlayışını kabul etmiyoruz. [5]
Türkçeyi de seviyoruz ama kendi anadilimizden de asla vazgeçmiyoruz. Bütün dilleri değerli görüyoruz.
Kaldı ki, dünyada benzer sorunları yaşayan ülkeler, bu sorunlarını çözmeyi başardılar ve şimdi gayet huzurlular. Örneğin Bulgaristan’daki Türkler Türk olarak, İspanya’daki Basklar Bask olarak yaşayabiliyorlar ve kıyamet de kopmuyor.
Toparlayalım
Kürt Sorunu nedir, biliyor musunuz?
Gocunmadan, hiç bıkmadan ve usanmadan anlatmaya devam ederiz. Siz de anlamaya gayret edin lütfen. Çünkü Kürt Sorunu aslında sizin de sorununuz.
İşe empati yaparak başlayın mesela. Sonra tarihi gerçekleri öğrenerek devam edin bence. Ve artık siz de biraz Kürtçe öğrenin. İlk öğreneceğiniz cümle şu olabilir: “Ez jî ji te hez dikim.” [6]
(SD/EMK)
Not: Yazıya katkı sunan Prof. Dr. Hamit Bozarslan, Prof. Dr. Mesut Yeğen ve yazar Mehmet Bayrak’a teşekkür ediyorum.
* Fotoğraf: "İki Dil Bir Bavul" filimden bir kare. 2008 yapımı Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan'ın yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlendiği film, bir Türk öğretmenin, Urfa'nın Siverek ilçesine bağlı Demirci köyündeki ilkokula atanmasını ve orada Türkçe bilmeyen Kürt öğrencileriyle geçirdiği bir yılını anlatır.