Fotoğraflar: Murat Kula / Anadolu Ajansı (AA)
Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın beraberindeki kalabalık bir heyet ile Cidde kentinde Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz el Suud ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile görüşmesinin yankıları sürüyor.
Erdoğan ziyaretin "yeni bir dönemin başlaması gayreti içinde" gerçekleştirildiğini söylerken gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetini hatırlatan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Erdoğan'ı "kendi ülkesinde insan parçalayanın önünde eğilmek" ile suçladı.
Suudi Arabistanlı yorumcular ise Erdoğan'ın ziyaretinin "hem siyaset hem ticaret" için yapıldığı konusunda hemfikir görünüyordu.
Peki, Türkiye'nin önce Birleşik Arap Emirlikleri ile şimdi ise Suudi Arabistan ile yakınlaşan ilişkilerini nasıl yorumlamak gerekiyor? Erdoğan'ın daha önce sert bir dille eleştirdiği Suudi Arabistan ile, özellikle de veliaht prens bin Selman ile daha yakın ilişkiler içine girme yönündeki tavrı Türkiye'nin dış politikası açısından dünyaya nasıl bir mesaj veriyor?
Bu soruların cevaplarını Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Prof. Dr. Serhat Güvenç ile konuştuk...
"Türkiye, tek başına yapabileceklerinin sınırına erişti"
Önce darbe girişiminden sorumlu tutulan Birleşik Arap Emirlikleri ile şimdi de ilişkilerin gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti sebebiyle iyiden iyiye gerildiği Suudi Arabistan ile son dönemdeki yakınlaşmayı, özellikle de son Cidde ziyaretini nasıl değerlendirirsiniz?
Özellikle 2013 yılından itibaren Suriye nedeniyle, yani Suriye iç savaşı nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile ilişkiler bozulmaya başladı; Donald Trump döneminde her ne kadar iki lider arasında, yani Erdoğan ve Trump arasında bir iletişim kurulduysa da ilişkilerdeki kötüleşme durdurulamadı.
Bu arada sadece ABD ile değil, ABD'nin Orta Doğu'daki önemli ortaklarıyla, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerle de ilişkiler bozuldu.
Bu bozulmanın sebebi, Suriye'de farklı cephelere, yani Müslüman Kardeşler'e odaklanmış Türkiye politikasının Katar dışındaki Körfez ülkeleri tarafından onaylanmamasıydı. Bu süreçte Türkiye özellikle Orta Doğu'da lider rolü oynama, düzen kurucu olma iddiası taşıyordu ve bu anlamda eline geçen bütün imkanları bu liderlik rolünü öne çıkarmak için kullandı. Gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti de aslında böyle bir şeye karşılık geliyor.
Yani, Kaşıkçı'nın Türkiye'de öldürülmesi haklı olarak Türkiye'de çok ağır bir tepkiye yol açtı. Erdoğan bunu özellikle Türkiye karşıtı politikaların sorumlusu saydığı Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed bin Selman'a karşı biraz onu dünya kamuoyunda zor durumda bırakmak için kullandı. Bundan da sonuç aldı ama şu an ülkenin, yani geçtiğimiz yaz itibariyle Türkiye'nin bölgesel anlamda tek başına yapabileceklerinin sınırına erişildi.
"Ekonomik krizden çıkış yolları aranıyor"
Hem Türkiye'nin izlediği politikalar karşısındaki cepheyi genişletti, hiç ummadık aktörler bir araya geldi: Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Yunanistan, İsrail ve Kıbrıs Rum Yönetimi neredeyse Türkiye'ye karşı aynı safta birleşti, bunlara bir de Fransa katıldı tabii. Hem de ülkenin ekonomik meseleleri ağır basmaya başladı. Genel dış politikanın bir siyasi faturası var bir de ekonomik faturası var. Şu an ekonomik fatura çok can acıtıyor. İktidar önce böyle bir ekonomik krizin olduğunu reddetti, ama daha sonra kabul etti. Şimdi bunun çıkış yollarını arıyorlar.
Birleşik Arap Emirlikleri de dahil birtakım ülkelerle SWAP anlaşmaları yaptılar. Belki Suudi Arabistan ile de böyle bir anlaşma yapılacak. Bu biraz rahatlatacaktır hazineyi, geçici de olsa...
Ama asıl önemlisi Suudi Arabistan ile ekonomik ilişkilerin normalleşmesi meselesi. Zira bu ülke çok ağır bir ambargo uyguluyordu Türkiye'ye. Gerçi Türkiye'nin ekonomik ölçeğine baktığınız zaman Suudi Arabistan'a yaptığı ihracat yanılmıyorsam 2 milyar dolar civarında.
İki ülke ticaretiBBC Türkçe'nin aktardığına göre, son dönemde Türkiye ve Suudi Arabistan arasındaki gerilimin aşılmasının ardından, Suudi Arabistan'ın de facto şekilde yaklaşık üç buçuk yıldır uyguladığı boykot da büyük oranda ortadan kalkmıştı. İki ülke arasındaki ticaret, 2022'nin ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 25 oranında artış gösterdi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye'nin Suudi Arabistan'dan ithalatı 2022'nin ilk iki ayında 693 milyon 945 bin dolar olurken ihracat, 20 milyon 442 bin dolar seviyesinde kaldı. Ancak Mart ayında ihracat 58 milyon dolara yükseldi ve ilk üç aylık ihracatı 78 milyon düzeyine çıkardı. Geçen yılın ilk üç ayında Türkiye'nin Suudi Arabistan'a ihracatı 74 milyon 834 bin dolardı. Geçen yılın ilk iki ayında ithalat ise 313 milyon 739 bin dolardı. |
Çok değişiklik olmaz ama normalleşme hem Türkiye'nin kaynaklarını içeriye, ekonomiye aktarmasını kolaylaştırır. Çünkü birtakım askeri maceralara giriştiğiniz zaman bunların maliyetleri de oluyor.
Dostların sayısını arttırmak ya da normal ilişkilerin sürdüğü ülkelerin sayısını arttırmak... Yani, hem de ABD yönetimi ile belli ki bir yol haritası üzerinde çalışılıyor. Bunlar arasında da Türkiye'nin Orta Doğu'da ilişkilerinin kötü olduğu ülkeler ile ilişkileri düzeltmek var.
Sanıyorum bu ülkeler arasında en çetin ceviz Mısır çıktı. Mısır hiçbir şekilde Türkiye ile uzlaşmaya, pazarlığa yanaşmıyor. Yani, Mısır'ın katı şartları var ve Ankara'da da henüz bu şartları tamamen kabul etmek için uygun bir ortam mevcut değilmiş gibi görünüyor.
"Kucaklaşmalı tablo düş kırıklığı yaratıyor"
Suudi Arabistan ile ilişkilere baktığımız zaman... Hükümet ya da iktidar çevreleri geziden kamuoyu bağlamında, yani iç politikada kullanabilecekleri bir başarı öyküsü elde etme bakımından bir şey getiremediler. Zaten ziyaretin programı neydi, amacı neydi, ne tür anlaşmalar yapıldı, biz bunları bilmiyoruz. Hala da karanlıktayız. Ama bugün düşen bir haber var mesela, Suudi Arabistan'dan Türkiye'ye direkt uçuşlar yeniden başlıyor diye. Bu bir işaret. Belli ki üzerinde mutabık kalınan noktalardan bir tanesi bu. Ama Türkiye karşılığında ne aldı, ne verdi? Bütün bunlar hep meçhul.
Bir de tabii çok üst perdeden, çok yüksek bir ahlaki zeminden hareket etme iddiasıyla Suudi Arabistan yönetimine, özellikle de Muhammed bin Selman'a bu kadar eleştiri yöneltip sonra kucaklaşmalı bir tablo vermek kamuoyunda en azından konuyu takip eden insanlar açısından belli bir düş kırıklığı yaratıyor.
"20 yıl sonra başladığımız yere döndük"
Bir de, eğer yansıyanlar doğruysa, Türkiye'nin para ihtiyacını hicveden birtakım karikatürlerin yayınlanmış olması da aslında gezinin yaralayıcı bir yönü olarak belleklere kazındı. Bu, bana biraz şunu çağrıştırdı:
2003 yılında ABD Irak'ı işgal etmek üzereyken Türkiye topraklarını kullanmak istiyordu, hem o işgali yürütmek hem de işgale katılacak birliklerini ikmal etmek amacıyla... O sırada ABD ile ekonomik bir paket üzerinde müzakereler yürütülüyordu. Bir ABD gazetesinde Türkiye'yi para peşinde koşan bir dansöz olarak resmeden bir karikatür çıkmıştı. O da çok yaralayıcıydı.
Şimdi, aşağı yukarı 20 yıl sonra böyle dışarıdan para bulma ihtiyacı olan bir ülke görünümü vermek Türkiye açısında bir umutsuzluk nedeni. 20 yılda başladığımız yere döndük gibi...
Sonuç itibariyle, Ankara siyaseten ilişkilerini bozduğu ülkelerle ilişkilerini normalleştirmek istiyor, düzeltmek istiyor ama ilişkileri bozduğu noktadaki pozisyonuna göre daha dezavantajlı. Çünkü ilişkileri normalleştirme ihtiyacı duyan ülke Türkiye; dolayısıyla, muhataplarının geçmişte kabul edilemeyecek, hatta müzakere bile edilemeyecek taleplerini belki de ciddi ciddi dikkate almak ve bazılarını da uygulamak zorunda kalabilir.
"Değerli yalnızlık politikasının maliyeti"
Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki bu yakınlaşmayı Orta Doğu'daki ilişkiler bağlamında nasıl değerlendirirsiniz? İlerleyen dönemlerde bölgede bu açıdan bir değişim öngörüyor musunuz?
Türkiye'nin değerli yalnızlık politikasının maliyeti çıktı karşımıza. O değerli yalnızlığın bir ahlaki üstünlük iddiası vardı. O iddiadan vazgeçildi. Yalnızlıktan kurtulmak için yalnızlığa düşmeden önceki duruma göre çok daha yüksek bedeller ödeyerek ilişki kurmanız gerekiyor.
Türkiye bölgesinde ağırlığı olan, itibarı olan, sözü iyi kötü dinlenen bir ülkeydi. Maalesef bunlardan çok uzak, birtakım ekonomik talepleri karşılansın diye belli ödünleri vermeye hazır bir ülke görüntüsü veriyor. Bu da aslına bakarsanız Türkiye'yi bölgesel dinamiklerde, bölgesel denklemde düşündüğümüz ya da kendisini görmek istediği yere göre daha zayıf bir konuma sokuyor.
"Türkiye'nin davranış kalıbını çözdüler"
Hükümetin daha önce eleştirdiği Suudi Arabistan ve BAE ile şimdi daha yakın ilişkiler içine girme yönündeki tavrı Türkiye'nin dış politikası açısından dünyaya nasıl bir mesaj veriyor?
Dünyaya tabii ki Türkiye'nin itibarı açısından kötü bir mesaj veriyorsunuz: "Türkiye sözünün arkasında durabilecek bir ülke değil, çok kolaylıkla, zoru görünce tavır değiştiren bir ülke." Bu da bir yere not edilmiştir.
Çünkü günün birinde Türkiye herhangi bir hükümet altında kendi hayati çıkarlarını tehlike altında görüp de sert bir tutum benimsediğinde muhataplarının bunu ciddiye alma ihtimali eskiye göre daha düşük olacaktır. Çünkü Türkiye'nin davranış kalıbını çözmüş durumdalar:
Biraz sert konuşmak, Türkiye'yi ekonomik olarak sıkıştırmak ülkeyi dize getirmeye yeter diye bir anlayış oluştu muhtemelen.
Dolayısıyla da bu Türkiye'nin dış politikada gücünü ve elini zayıflatıyor.
Serhat Güvenç hakkındaLisans ve Yüksek Lisans eğitimini Marmara Üniversitesi'nde; Doktora eğitimini ise Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamlamıştır. 2010'dan beri Kadir Has Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümde öğretim üyesidir. 2000-2010 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde öğretim görevlisi ve üyesi; 2006 yılında Chicago Üniversitesi Tarih Bölümünde konuk öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. Dr. Güvenç'in akademik çalışmaları, Türk Dış Politikası, Uluslararası Güvenlik ile Siyasi ve Askeri Tarih konularına yoğunlaşmaktadır. Osmanlıların Drednot Düşleri (İş Bankası Kültür Yayınları, 2009) ve Turkey in the Mediterranean during the Interwar Era (Indiana University Turkish Studies, 2010) (Dilek Barlas ile) ve NATO'da 60 Yıl: Türkiye'nin Transatlantik Güvenliğe Katkıları (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2013) isimli kitapların yazarıdır. Makaleleri Middle Eastern Studies, International Journal of Naval History, Uluslararası İlişkiler, Exotierika Themata (Yunanca), Journal of Strategic Studies, GMF Mediterranean Papers ve Southeast European and Black Sea Studies, International Journal, Turkish Studies, Turkish Policy Quarterly ve Journal of Military History dergilerinde yayınlanmıştır. |
(SD)