* Fotoğraflar: Anadolu Ajansı (AA)
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu için 24 Nisan'da sandık başına giden Fransalı seçmenler, yüzde 58,55 oyla Emmanuel Macron'u yeniden cumhurbaşkanı seçti. Beş yıl sonra yeniden karşı karşıya geldiği rakibi aşırı sağcı Marine Le Pen ise oyların yüzde 41,45'ini aldı.
Fakat seçimler bitse de seçimlerin ve seçim sonuçlarının beraberinde getirdiği tartışmalar bir süre daha devam edeceğe benziyor.
Yaklaşık 14 milyon seçmenin sandığa gitmemesi, 2017 seçimlerinde aldığı yüzde 33,9 oyu bu seçimlerde yüzde 40 bandının üzerine çekmeyi başaran Le Pen'in seçim sonuçlarını "kendi içinde büyük bir zafer" olarak nitelendirmesi, Macron'un yeniden seçilmesinin ülke çapında protestolarla karşılanması şüphesiz bu tartışma konularının başında geliyor.
Peki, Emmanuel Macron nasıl oldu da seçimleri kazanabildi? Kim, niçin, hangi adaya oy verdi? Macron'un yeni dönem için verdiği "yeni yönetim metodu" sözü iç ve dış siyasette karşılaştığı sorunlar ile baş etmeye yetecek mi? Ya Avrupa Birliği (AB), NATO ve Türkiye ile ilişkiler? "İkinci Macron döneminde" bu ilişkilerde bir değişim beklemeli miyiz?
Bu soruların cevaplarını Fransa'da akademik çalışmalarına devam eden sosyolog Dr. Engin Sustam ile konuştuk.
Aşırı sağ ve anti-faşistler karşı karşıya
Macron ve Le Pen'i destekleyenler neden destekledi, karşı çıkanlar hangi noktalara itiraz etti? Kimler hangi adaya neden oy verdi?
Seçim öncesinde benim söylediğim bir şey vardı. Bir röportaj yapılmıştı ve ben bu seçimin çok enteresan bir şekilde geçeceğini söylemiştim. Sürpriz değil. Çünkü geçen seçimlerde, 2017 seçimlerinde Macron'un seçilmesi gerçekten sürprizdi. Beklenmeyen bir adaydı. Ama bu seçim aşırı sağ ile anti-faşistler arasında geçti demekte fayda var. Yani, seçim solun yüklenmesiyle, liberaller – ve tabii solun mecburen yüklenmesiyle – oluşan bir cephe ve diğer tarafta da ikinci tura kalan Le Pen seçmenleri, aşırı sağın seçmenleri arasındaki bir durumla geçti.
Macron'un seçilmesi aslında Fransa solunun yüklenmesiyle birlikte bir tolerans üzerinden gelişti dersek yanılmış olmayız. Macron'un beş yıllık yönetim pratiği iki büyük kriz karşısında, özellikle pandemi ve sarı yelekliler karşısında başarılı bir tablo vermedi. İşsizliğin, güvencesizliğin çok ciddi boyutlara vardığı, fakirliğin çok arttığı, uzun süredir de hassas bir şekilde devam eden ekonomik krizin herkesi etkilediği, ama özellikle de orta sınıfları etkilediği bir dönemde Macron hükümeti çok başarılı bir tablo vermedi.
Tabii elbette sarı yeleklilere karşı şiddetin de bir şeceresi var. Onu da kimse çok kolay unutamadı. Yani, hükümetin, daha doğrusu solun da desteklediği bir hükümetin bu kadar kendi hakkını arayan alt ve orta sınıflara şiddet uygulaması, bu polis şiddeti elbette bir hafıza ortamı yaratı seçmende. Seçime böyle bir havada girildi. Öncelikle bunu belirtmek isterim.
Tam da çok anti-demokratik bir seçim barajının olduğu, iki seçim arasında bırakılmış bir seçmen oylaması dahilinde de girildi bu seçimlere. Elbette ki özellikle Fransa'yı kendi içine kapatmamak, aşırı sağın hegemonyası haline getirmemek için, aslında biraz da bu korkuyla ve solun güçlü çıkışıyla birlikte Macron o yüzde 58,5 oyuyla seçildi. Bu da aşağı yukarı 18 milyon 779 bin oy demek. Diğer tarafta ise, sanırım İkinci Dünya Savaşı'nın bir hafızası olsa gerek... Savaş sırasında Vichy hükümetinin aşırı sağ, ırkçı politikalarını belki dizginlemek için de bölünmüş bir oy potansiyeli bir şekilde Macron'u seçtirdi.
Aşırı sağın oy potansiyeli
Lakin, Macron hükümetinin o beş yıllık performansını dikkate aldığımızda, işsizlik, güvencesizlik, ırkçılık, ekoloji, eğitim, alım gücünde düşüş, emeklilik gibi konulardaki kronik devlet siyasetinin dışında bir de tabii ki liberal siyaset izlemesinin alt sınıflarda, yani dışarıda bırakılanlarda da bir nefret yarattığı kesin. Bence bu nefret hem merkez sağdaki önemli bir kesimi hem de aşırı sağdaki önemli bir kesimi yan yana getirerek yüzde 42'lere varan çok önemli bir oy potansiyelinin ortaya çıkmasını sağladı. Bu, açık söylemek gerekirse çok tedirgin edici.
Bu tedirgin edicilik meselesi şu: Bir yandan Fransa'nın geldiği nokta açısından tedirgin edici çünkü son zamanlarda aşırı sağ hareketin çok ciddi boyutlarda sosyal medyada ve kamusal alanda kendisini belirgin bir biçimde gösterdiğine şahit oluyoruz. Irkçılık her alana yayılmış demekte fayda var. Ama tabii ki bu seçimde başka bir şey de var; bunu unutmamak gerekiyor:
İkinci turda seçime gitmeyen yüzde 28'lik bir çekimser oy var; 13 milyon 600 bin civarı olması gerek. Bu oy da bence Marine Le Pen'in Elise'ye çıkmasını engellemiş ve Macron'a bir şekilde bir destek sunmuş olabilir. Ama biz bu oyun ne olduğu konusunda emin değiliz hala.
Bu 13 milyon 600 bin kim? Tahmini olarak büyük bir yoğunluğu göçmenler olabilir. Çünkü Macron döneminde de çok ciddi acılar çektiler ve Le Pen'den de tedirginler, korkuyorlar tabii ki. Benim de bir göçmen olarak söylemem gerekirse, ilk turda ben Jean-Luc Mélenchon'a oy vermiştim. Mélenchon'un seçilme şansı yüksekti eğer dağınık bir sol gövde olmasaydı. Ama olmayınca açıkçası ikinci turda mecbur kaldık diyebiliriz. Macron'un zaferinin kilit noktalarından biri bunların toplamı.
Aşırı sağı destekleyen kesimler
* Seçimlerin ikinci turunun ardından Marine Le Pen
Son 10 yıl çok önemli bir süreç bence. Çünkü 10 yıldır neredeyse aşırı sağı destekleyen sınıflar, ne yazık ki üst sınıflar, uluslararası şirketler veya büyük patronlar değil. Yani Macron'un yanında olan MEDEF neoliberal politikaları destekliyor. Asıl aşırı sağı destekleyen kesim alt sınıflar ve işçiler. Burada çok enteresan bir şey var: Liberation gazetesinde sosyolog Violaine Girard'a dayandırılarak yapılan bir sosyodemografik seçim anketi yayınladı. Seçim sonuçları bu anket sonuçlarında çok enteresan ve tedirgin ediciydi.
Oradaki analize baktığımızda aşırı sağ cephesinden çok korkunç bir durum ortaya çıkıyor. Özellik sağın 35-70 yaş arasından çok ciddi potansiyelde oy aldığınız görüyoruz. Çalışanlardan oy aldığını görüyoruz. Çeperde yaşayanlardan, yani Paris veya Lyon'un merkezinde yaşayan değil de kırsal alanda yaşayanlardan çok ciddi bir oy aldığını görüyoruz. İşçilerden yüzde 45 oy alınmış mesela. Bu çok enteresan bence; dikkat edilmesi gereken bir şey... Geliri düşük olanlardan, mesela geliri 1,300 Euro'dan az olanlardan yüzde 34 civarı bir oy alınmış; bu çok ciddi bir şey. Ama aynı zamanda 1.250-3.000 Euro arasında maaşı olan çalışanlarda da çok ciddi bir oy alıyor.
Irkçılık, yabancı düşmanlığı, ayrımcılık
Bu, aşırı sağın politik dil olarak nerede durduğu ile de çok alakalı. Birinci nokta elbette ki ırkçılık. Çok alçak bir şekilde Fransız emekçilerinin göçmenler karşısındaki durumunu iyileştirmekten bahseden bir aşırı sağdan bahsediyoruz. İkincisi, yabancı düşmanlığı... Türkiye'de ve başka ülkelerde olduğu gibi elbette... Üçüncüsü, ayrımcılık, çok ciddi boyutta bir ayrımcılık... Ama diğer taraftan da bu ayrımcılık sadece Müslüman ve Yahudi karşıtı değil, tamamen göçmen karşıtı bir ayrımcılık, herhangi bir yerdeki göçmen karşıtı bir ayrımcılığın verdiği ideolojik bir refleks var burada. Bu, aşırı sağı çok güçlü bir şekilde bu hale getirdi.
* Fotoğraf: France 24 English - video ekran görüntüsü
Açık söylemek gerekirse, seçim öncesi Macron ve Le Pen'in TV'deki karşılaşmasında – ben hissiyat olarak, bir sosyolog olarak söylüyorum – bir yanda çok arogan (kibirli) bir neoliberal devlet başkanı Macron ve onun pratiğinin olduğunu, kimseye güven hissi vermeyen bir pratiğin ve konuşmanın olduğunu gördük. Diğer yanda ise aşırı sağın o korkunç adaylarından biri Le Pen'in açık ve bariz şekilde bir nefret siyaseti, ama diğer taraftan alt sınıfların ekonomik durumlarını iyileştirmeye yönelik çok güçlü bir destekleme programının olduğunu gösteren tavrı vardı.
Şimdi bunu izleyen, alt sınıflarda yaşayan, gerçekten kirasını, elektrik faturasını ödeyemeyen kişileri düşünürsek... Ki sarı yeleklilerin patlaması biraz da bundandı. Kırsal alanlarda yaşayan, özellikle de sağa çok yakın olan orta sınıflar gerçekten kendi benzinlerini alabilecek durumda değillerdi. İşine arabayla gitmek zorunda kalan, metro veya otobüs olanağı olmayan sınıflar başta çok tepki gösterdi ve bu, çeperden merkeze doğru yayıldı.
Bu dinamiği düşününce, zaten o TV konuşmasında Le Pen buna çok referans verdi. Macron karşısında "Siz sarı yeleklileri mahvettiniz; siz Sarı Yeleklilerin halen size ne demek istediğini anlamayıp onlara şiddet uyguladınız" gibi çok hassas bir noktadan girdi. İşte bu çok önemli.
* Seçim öncesi Paris'teki protestolardan: "Ne Macron, ne Le Pen"
Bu iki durum çok önemli. Bir: Macron'un seçilmesini sağlayan çok güçlü bir anti-faşist refleks ve aşırı sağın gelmesinden duyulan korku etkili oldu dersek yanılmayız. Diğer tarafta ise tam da bunun karşıtı olan göçmen karşıtı ve işsizliğin içinde boğulan kesimlerin nefreti var demekte fayda var.
İç bölünme: Sol kime oy verdi?Soldaki iç bölünme özelinde düşünecek olursak... Solda kim hangi adayı destekledi ya da desteklemedi? Solda 4-5 tane aday vardı. Troçkistler, Sosyalist Parti, Komünist Parti ve Melenchon'un olduğu dinamik vardı; Melenchon öne çıktı. Sol ciddi şekilde bölünmüş durumda Fransa'da. Ben Fransa'da solun bittiğine inanmıyorum elbette, ama bölünmüş olması sorun yaratıyor ırkçılık karşısında. Aşırı sağın yükselmesine sebep olan şeyin solun kafa karışıklığı ve dağınıklığı olduğunu düşünüyorum. Çünkü örneğin Le Pen 2017 seçimlerinde çok net bir şekilde İslam karşıtı olduğunu söylüyordu. Bu seçimdeki TV konuşmasında şunu söyledi: "İslam'a karşı değilim." Yani, inananlara demek istedi. "Politik İslam'a ve yasadışı göçmenliğe karşıyım." Göçmenliği de orada sınırladı; çok enteresan bu. Yasadışı göçmenliği sınır koyup Türkiye hükümetinin Suriyelilere söylediği gibi, "Siz burada misafirsiniz; misafirliğinizin sınırlarını aşarsanız elbette ki evinize gönderileceksiniz" gibi bir manevra ile hareket etti. Burada sanırım popülist bir matris yaratmaya çalıştı ve farklı kesimlere yöneltti. Sol işte burada cevap verecek durumda değil. Çünkü aslında Le Pen ve aşırı sağ solun programını çalmaya çalıştı. Solun işsizlik, güvencesizlik ve eşitsizlik karşısındaki tavrını kendi aşırı sağ siyasetinin içine yedirerek ilerlemek istedi Le Pen. Solun bunu çok ciddi bir şekilde düşünmesi gerekiyor. Fransa soluna "HDP dinamiği" önerisiNasıl ki sarı yeleklilerde ikinci durumda sosyal hareketlerin daha güçlü bir şekilde rengini göstermesi açısından sol kamusal alana müdahale ettiyse, alana indiyse aynı şekilde solun artık bu kafa karışıklığından ve dağınıklığından vazgeçip belki de Türkiye'deki gibi bir HDP dinamiği yaratması gerekiyor. Tabii şunu söylemek gerekiyor: Fransa'da sol daha güçlü durumda. Bu dağınıklıktan kaynaklı olarak sanırım ortaya oy potansiyeli çıkmıyor. Bunu toparlayabilmek için belki de Almanya'daki seçimlere bakması gerekiyor. Ekolojistlerin ve diğer sol hareketin sosyal demokratlar karşısındaki güçlü ortaya çıkışını buradaki solun da göstermesi gerekiyor. Macron hükümetinin siyaseti, daha doğrusu son beş yıllık hükümet siyaseti iki kesimi çok ciddi şekilde ortaya çıkardı: Radikal sağ ve radikal sol. İki cephe de aslında Macron hükümetinden önce zaten çok ciddi bir şekilde karşı karşıyaydı. Bunu hazırlayan şey, Sarkozy hükümetinin 2005 itibariyle ortaya attığı CPE eylemleriydi, prekarite yasasını çıkarma eylemleri... Ayrıca yine Sarkozy'nin kendisi bugünkü ikili seçim barajını yaratandır. O günden beri birikerek gelen bir geleceksizlik sorunu var ki iki taraf da farklı biçimlerde bir radikalleşme eğilimi göstermeye başlamıştı zaten. Bunu da sanırım şuradan okumak gerekiyor: Elbette bir neoliberal siyaset var, Fransa sonuç itibariyle kapitalist bir ülke ama Fransa'da ABD tarzında bir neoliberal siyaset çok yürümüyor. Sanırım Macron hükümetinin biraz bunu görmesi gerekiyor. Birçok Cumhuriyetçi Fransız seçmene göre ise kendimizi sanki 18. Brumaire'in darbe şafağında gibi hissediyoruz; yani, ırkçılığın bu kadar etkin olduğu ve iktidara yaklaştığı dönem açısından, Fransız Cumhuriyetçi devlet geleneğinin bitmesini imleyen mesele üzerinden okunuyor. O 19. yüzyılın son zamanlarında daha yeni yeni oluşturan kapitalizmin krizlerinin olduğu, bir yanda da Ukrayna gibi savaşın Avrupa'nın kapısına dayandığı bir dönemde solun artık sanırım bunların hepsinden çıkarak yeni bir siyaset üretmesi gerektiğini görmesi gerekiyor. Yoksa gerçekten toparlayamaz. Açık söylemek gerekirse aslında içinde olduğumuz dünya Hobbes'un Yeni bir Leviathan'ı etrafında gidip geliyor gibi, yani güvencesizlik, şiddet, otoriterlik, faşizm ve ırkçılık arasında hoşnutsuzluk dünyasında debeleniyoruz. Bu durum bütün Avrupa seçimlerine de yansıyor açıkçası. |
Popülizmin yükselişi
İkinci cumhurbaşkanlığı döneminde Macron'u iç ve dış siyasette ne gibi zorluklar bekliyor? Macron'un önünde çözülmeyi bekleyen ne gibi sorunlar var? Macron'un vaatleri ya da "yeni yönetim metodu" sözü bu sorunlara yeterince cevap verebilir mi?
Zor... Şöyle: Geçen seçimlerde sürpriz seçildikten sonra bu beş yıldaki kendi pratiği çerçevesinde işsizlik, güvencesizlik ve fakirlik arttı. Dolayısıyla, bu, orta sınıflarda ve alt sınıflardaki popüler oylarda aşırı sağa çok ciddi kaymaların olmasını sağladı. Bu çok riskli bir oy: Yüzde 42'lik bir popülizm. Bunu sağlayan en önemli şeylerden biri Macron'un siyaseti.
Böyle bir dönemde Avrupa ve Fransa'ya baktığımızda önümüzdeki tablo şu: Avrupa'nın neredeyse her yerinde ne yazık ki sosyal devlet ve radikal hakların ilerlemesinde bir yavaşlama varken Almanya'da sol ve ekolojistler garip bir şekilde tam bu dönemde iktidara geldi; lakin AfD hala tabanda ciddi bir potansiyele sahip. Ama Hollanda'da aşırı sağ olan PVV'nin oylarının nasıl güçlendiğini görüyoruz. Avusturya'daki sağcı hareketi FPÖ'nün güçlü bir şekilde kendini öne çıkardığını, İtalya'da "İtalyan Kardeşler" (Fratelli d'Italia'nın) hareketinin yükselişini, İspanya'da Vox'u izlediğimizde karşımızda popülistlerin ve radikal sağın zafer yürüyüşünün olduğunu görüyoruz. Aslında bunun içine belki de 2013 Gezi direnişi ve elbette sonlanan Barış süreci sonrası Türkiye'yi de katmak gerekiyor. Türkiye zaten aşırı sağın iktidar olduğu otoriter bir hükümet tarafından yönetilmiyor mu?
Böyle bir dönemde, Ukrayna savaşının hegemonya kurduğu bir zamanda ve belki başka bir evreye geçeceği zamanda, Macron bir yandan şuna benzer bir imada bulundu: Bana verilen oyların aşırı sağa duyulan bir öfkenin sonucu olduğunun farkındayım. Yani, korkunun nereden geldiğinin farkındayım demişti. Ve bundan dolayı eski dönem pratiğinden farklı olarak yeni bir metot uygulayacağını söyledi.
Hatta Le Pen ile olan TV karşılaşmasında da çok ciddi şekilde Le Pen'in düşüncelerini Cumhuriyet için tehlikeli bulduğunu onun yüzüne söylemişti. Daha doğrusu, bu beş yıllık metodun çok başarılı olmadığını söylemişti zaten öncesinde. Hatta Macron, kamusal tartışmanın aşırı sağ tarafından ele geçirilmesinin tek başına sorumluluğunu üstlenme niyetinde olmasa da beş yıl boyunca yüzleşmediği şeyi itiraf etmişti. Yani daha ilk tur zamanında şuna benzer bir şey demişti: "Aşırı sağı durduramadık". Yani, başarılı olamamış kendisinin 2017'de seçilmesini sağlayanı unutan söylemdi bu.
Dolayısıyla, Macron sanırım kendi hükümetinin imajını düzeltmek için ciddi çaba gösterecek. Ama bu çabalar ne kadar yeterli olur emin değilim. Çünkü diğer yandan da sol alanlara ineceklerinin sinyalini verdi. Sosyal hareketler ve sendikalar zaten Macron'un politikalarının değişeceğine çok inanmıyorlar ve bunu aşırı sağa baraj koymak için yaptıklarını söylüyorlar.
Geleceksizlik, güvencesizlik, göç
* Seçim öncesi Paris'teki aşırı sağ karşıtı gösterilerden
Macron hükümetinin bu şekilde yeni bir çıkış yapacağına ben çok inanmıyorum; bu çıkışın etkili olabilecek yeni bir metoda da çok endeksli olabileceğini düşünmüyorum. Çünkü yeni bir metot şu demek: Macron'un işsizlik karşısında çok ciddi iş alanları yaratması gerekiyor; özellikle kazanamayanlardan alınan aşırı vergilendirmenin tamamen eşitlenmesi ve sınırlandırılması gerekiyor; ekolojik sorun da önünde çok ciddi boyutta duruyor.
Macron bunları beş yıllık planında hiç gerçekleştiremedi ne yazık ki. Ve işsizlikle birlikte gençlerde artan geleceksizlik ve güvencesizlik ruh halini değiştirmesi gerekiyor. Fransa'dan Avrupa'nın diğer ülkelerine yönelen çok ciddi bir göçmen potansiyeli var. Buna Le Pen ve partisi bile çok vurgu yaptı seçimlerde: "Fransızlar gidiyor, göçmenler ülkemize geliyor" üzerinden gitti.
Macron'un sanırım bunu da görmesi gerekiyor. Çok dikey düzeyde ilerleyen neoliberal yönetimini değiştirmesi gerekiyor ve radikal şekilde cephelere bölünmüş alanlardaki durumu toparlaması gerekiyor. Macron'un partisi bunu garanti edebilir mi emin değilim.
Macron'un hareketi genç ve liberal bir parti. Liberal bir parti olarak programı Fransız şirketlerinin TÜSİAD'ı dediğimiz MEDEF'in çok ekonomi-politik güdümünde olan bir neoliberal parti. Ben çok emin değilim açıkçası yeni dönemde hızlı bir şekilde müşterek, ortak bir verimi, solun üzerine titrediği bazı toplumsal sorunlara icraat edebilsinler – ki 5 yılda başarılı olamadılar. Sonuçta aşırı sağın yükselmesini sağlayan temel toplumsal siyasal sorunlar var Fransa'nın önünde, Sarı Yelekliler ayaklanmasına bakmanız yeterli.
AB ve NATO ile ilişkilerMacron'un seçimler kazanması AB ve NATO açısından ya da Fransa'nın bu iki kuruluş ile ilişkileri açısından ne anlama geliyor? Yeni dönemde Fransa'nın yaklaşımında bir değişim öngörür müsünüz? Hayır; olmayacak elbette ki. Le Pen karşısındaki o TV konuşmasında da biz gördük ki Macron çok açık bir şekilde Le Pen'e "AB fikrini kuran Fransa'yı siz AB'den çıkaramazsınız" dedi. Ayrıca Le Pen, çok fazla politik kompleks olmadan sanırım Vladimir Putin'e nasıl yakın olduğunu konuşmalarında göstermişti. İlk turda Zemmour ile tartışmalarını dikkate aldığımızda Le Pen buna cevap verecek konumda değildi; tartışmalar sırasında sıkışmış durumda olduğunu gözlemledik. Çünkü Fransa – Almanya ile birlikte – bugünkü Avrupa'nın özellikle Rusya karşısında çok güçlü bir şekilde ortaya çıkmasını sağlayacak bir siyaset izlemeye girişti, özellikle NATO üzerinden. Çünkü şu anki dünya artık ABD olarak okunamaz, ama Avrupa hegemonyasının kendini yeniden kurduğu ve bunun içine NATO'yu ilave ettiği bir yeni dönemden belki bahsedebiliriz. Bu, ABD seçimleri sonrası Trump ve Biden'in açıklamalarına bağlı olarak paradoksal dursa da önümüzdeki Avrupa'ya dair senaryo. Yani Biden'in açtığı bu yeni hegemonik girişim aşamasında Avrupa'nın daha etkin olacağı görünüyor. Bundan dolayıda yeni dönemde Avrupa aşırı sağa yönelik müdahalelerde bulunabilir gibi. Ayrıca Macron için Ukrayna savaşının bitmesi elbette Avrupa güvenliğini uzun vadede yeniden tesis etme endişesiyle alakalıdır. Yine hatırlatmakta fayda var, Washington Post ya da Financial Times gazetelerinde ki analizlerde görüyoruz ki Macron'un yeniden seçilmesi NATO'da seçimlerden sonra bir rahatlama veya AB'nin bir direği olana ve hatta Rusya'ya karşı Ukrayna'ya verdiği destekte NATO'ya önemli bir katkıda bulunan Fransa'nın nefes aldığı vurgulanıyordu. Diğer yandan elbette bir çok ülke para piyasalarında vs. Macron'un aşırı sağa karşı yeniden seçilmesinden sonra rahatlama gözlemlendi, ama özellikle para piyasaları ve neoliberal şirketlerde bir mutluluk oluştuğu sanırım pek açık. Mesela Almanya'nın Die Welt gazetesi rahatlama hissi veren 'Ouf' başlığıyla çıkmıştı. Çünkü birçok yabancı basın ülke Fransa seçimlerini "her zamankinden daha kutuplaşmış" bir Fransa politik ortamı olarak okumuştu. Bir de, unutmadan diyeyim ki bu kutuplaşma zamanında Macron ve liberal aktörleri sadece aşırı sağa değil, Mélenchon'u bile mesela 'aşırı sol' okuyup, radikal solada karşı refleks kuruyorlar. Yeni hükümeti belkide NATO'dan ve Avrupa'daki konumundan daha çok iç ayaklanma potansiyeli tedirgin ediyor. Yani özellikle işsizlik ve satın alma gücünde gerileme yeni Macron döneminin buna yoğun bir enerji harcayacağını (umuyoruz elbette ama sanmıyorum) gösterebilir. Rusya-Ukrayna savaşıYeni dönemin kendini Avrupa olarak göstermesinin sebeplerini biz aslında Ukrayna savaşında çok açık bir şekilde görüyoruz. Avrupa'nın bu kadar ciddi bir şekilde uzun süreden sonra ilk kez Rusya karşısında açıkça Ukrayna'yı desteklemesi ve bu savaşta kendisini Ukrayna cephesinden örmeye başlaması aslında kurmak istediği hegemonya ile de çok alakalı duruyor. Macron Fransa'nın bu konumundan vazgeçmeyecek. Ne NATO'nun içindeki – yani en önemli üçüncü ülke olarak – durumundan vazgeçecek ne de AB'nin dağılıp içine kapanan, ulusal devlet içine sıkışmış bir Fransa'nın Brexit gibi kendisine dönüşüne izin verecek. Bu durum aslında onun neoliberal matrisiyle de elbette alakalı. Avrupa'nın ve Fransa'nın, ama özellikle de Macron hükümetinin Putin karşısında oluşu sadece Rusya'nın doğalgaz vs. konusundaki hegemonyasını kırmak değil; Avrupa karşısındaki askeri ve ekonomik anlamdaki hegemonyasını oluşturmakta. Ukrayna meselesi çok açık bir şekilde gösterdi ki, yeni Avrupa pazarı başka türlü ilerlemek istiyor ve Rusya'ya bağlı olmayan bir Avrupa kurgulanmak isteniyor, sonuçta Putin bir otokrat ve Rus milliyetçisi bir lider... Macron TV konuşmasında da bunun altını çizmeye çalıştı: Komploculuğa düşmeden diyebiliriz ki Putin Avrupa'nın aşırı sağını destekleyen en önemli kişilerden biri olarak aynı şekilde bu seçimlerde Le Pen'in Rusya milliyetçiliği ile olan ilişkisi üzerinden de irdelendi. Yani dediğim aşırı sağı destekleyen bir Rusya var karşımızda. Ondan Ukrayna müdahalesi Neo-Nazilere yönelik bir müdahale değil hegemonya savaşıydı. Açıkçası Rusya'nın bu müdahalesi Fransa seçimlerine de yansıdı. Dolayısıyla, burada hem NATO'nun içinde olmak hem de AB sınırlarını genişletmek ya da Avrupa'yı güçlü, yeni bir ekonomik alan haline getirmek Fransa'nın vazgeçmeyeceği çok önemli durumlardan biri gibi görünüyor. Bu, sadece Fransa hükümeti için değil, aynı zamanda bütün diğer Avrupa devletlerinin önünde duran en önemli dosyalardan biri. Dolayısıyla, yeni dönem ABD olarak değil, Avrupa olarak önümüze çıkabilir. Türkiye'nin Avrupa'ya yönelen siyasetiTürkiye'nin de son zamanlarda Avrupa'ya yönelmesini de dikkate alırsanız... Türkiye hükümetinin Biden'dan sonra ABD'den çok Avrupa'ya yönelen siyaseti, Doğu Perinçek gibi bir ırkçının "Le Pen bizim Avrasya'nın adayıdır" demesi... Aslında bütün bunlar Avrupa'nın bu çıkışında özellikle Macron'un kaybetmesinin de hem NATO hem AB açısından Türkiye'ye de çok yarar getirebilecek bir alan oluşturabileceğini düşünülmüş olabilir. Lakin bence hem AKP hükümeti hem de buradaki AKP seçmenleri açısından durum paradoks. Böyle bir anket olmasa da ben tahmin ediyorum ki buradaki AKP ve MHP seçmenleri bu seçimde Le Pen'e oy verdiler bu sefer. Çünkü geçen dönemde Macron ile Erdoğan arasındaki siyasal çatışma, Erdoğan'ın sürekli Fransa'yı hedef alan konuşmaları gösterdi ki bir AKP ve Türk aşırı sağı diasporada Türkiye tabanında da Macron'a karşı ciddi bir nefret duygusu yarattı. Macron karşıtı, AKP yanlısı seçmeninin Le Pen'e oy vermiş olması bana hiç de komplo gibi gelmiyor gelmiyor. |
Fransa-Türkiye ilişkileri
İkinci Macron döneminde sizce Fransa-Türkiye ilişkilerini neler bekliyor? Türkiye'ye tavrın değişeceği yönünde emareler var mı?
Bu çerçevede şunu söyleyebilirim: Bence ciddi boyutta bir değişiklik olmayacak. Macron'un Le Pen karşısında TV'de söylediği çok enteresan bir şey vardı. Le Pen özellikle politik İslam ve İslamlaşma karşısında başörtüsü üzerinden çok saldırıyordu. Macron çok ciddi boyuttaki İslami derneklere müdahale ettiğini söyledi. Şunu söyledi: "Dışarıdan bir ülke tarafından desteklenen imamlara biz bir tampon getirdik; kapattık o dernekleri."
Dışarıdan ekonomik olarak destekleyen ve Fransız seçimlerinde etkin olması sağlanan bu dışarıdan bir hükümet dediği bence AKP hükümetiydi. Çünkü Erdoğan hükümetinin Almanya ve Fransa'daki bu İslami derneklere çok ciddi boyutta yardım ettiğini herkes biliyor.
Hatta geçen dönemde AKP kendi adıyla bir Fransız partisi kurup seçimlere katılmış ve Magriplilerden, Afrikalılardan ve tabii ki Türkiyeli AKP yanlısı seçmenden de oy almıştı. Sanırım Macron bunların zaten farkındaydı. Oradaki konuşmasında da Le Pen saldırınca, "Bakın, sizin kaçırdığınız bir şey var; buradaki imamların, radikal imamların, özellikle cihatçı imamların bu kadar ciddi boyutta fonksiyonel olmasını sağlayan başka ülkenin hegemonyasına biz tampon koyduk ve onlara yakın olan, Fransa'daki laikliğe tehdit olabilecek dernekleri kapattık" dedi.
Bu da sanırım bir şekilde zaten Türkiye hükümetiyle arasındaki uzun süredir çok hoş olmayan noktayı devam ettirecek gibi duruyor. Keza, AKP hükümeti ve Erdoğan dil olarak da pratik olarak da Fransa'daki Müslüman göçmenlere yönelik Fransa'nın iç işlerine organizasyonel olarak da çok müdahale etmeye çalışıyor. Özellikle Türkiye'de ve Almanya'da olduğu gibi Fransa'da da AKP yanlısı seçmeni veya diğer Müslüman göçmenleri başarılı olmasa da bu noktada daha radikal boyutta Avrupa diasporasında iç dinamik haline getirmeye çalışıyor.
Etkin mi? Elbette değil, ama kendi dış siyasetiyle iç siyaseti aynılaşmış bir hükümetin Türkiye'den giden ciddi göçü dikkate almayıp, sürekli göç veren ülke olduğunu görmeyip, o göç üzerinden siyaset üretmeye çalışması sorunlu. Ama diğer yandan Fransa'da AKP potansiyeli dinamik olarak Türkiye'den gelen nüfus açısından kamusal alanda çok etkin değil; HDP potansiyeli daha etkin, daha dinamik, daha organizasyonel.
Ama AKP'nin çok ciddi bir şekilde buradaki Magriplilere, Kuzey Afrika'daki Tunus, Fas, Cezayir gibi ülkelerden ve diğer bölgelerden, Arap ülkelerinden gelen göçmen popülasyonuna çok yakınlaştığını, onlarla birlikte çalıştığını da gözden kaçırmamak gerekiyor.
Engin Sustam hakkındaEngin Sustam, 2016 Barış İçin Akademisyenler (BAK) imzasından sonra ikinci kez işinden atılan akademisyenlerdendir. Çalışmalarına Avrupa'da devam etmek zorunda kalan Kürt akademisyeni, Paris 8 Universitesi, ENS, Cenevre Universitesi'nde misafir hoca olarak davet etti. Kendisi bu üniversitelerde sosyoloji, politik felsefe ve sanat alanlarinda dersler verdi. Şu an Cetobac-EHESS'e, Experice-Paris 8 Universitesi ve Cenevre Universitesitelerine bağlı olarak çalışmalarına davet ediyor. 'Şiddet ve Direniş arasında Kürt Madunluğu ve Sanat' adlı Fransızca ve 'Kırılgan Sapmalar-Sokak Mukavemetleri ve Yeni Başkaldırılar' adlı iki kitabı bulunuyor. Yakında Türkçe olarak 'Kürt Sanat Çalışmaları ve Dekolonyal Estetik' adlı yeni kitabı yayınlanacak. Aynı zamanda bir çok uluslararası ortak kitapta, dergide sanat, siyaset, felsefe ve sosyoloji alanlarında makaleleri yayınlandı. NGBK'da 2021 yazinda gerçekleşecek olan 'Bê Welat: Unexpected Storytellers' adlı serginin de küratorlerinden biridir. |
(SD)