Türkiye, ekonomi anlamında tarihinin en zorlu günlerini yaşarken, Prof. Dr. İzzet Özgenç, "ekonomide OHAL ilan" edilebileceğini açıkladı.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan'a yakınlığı ile bilinen Özgenç'in bu iddiasına muhalefetten "Türkiye'nin çöküşü olur" tepkisi gelirken, iktidar ortağı MHP, iddiayı gerçek dışı buldu.
Peki, Türkiye'de ekonomik OHAL'in koşulları gerçekten oluştu mu? Bu ekonomik kriz sürecinden nasıl çıkarız?
Ekonomistler Nesrin Sungur - Çakmak ve Nesrin Nas anlattı.
Sungur: Ekonomik çöküş kaçınılmaz olurŞu anki ekonomik koşullar OHAL olasılığı için bir belirti mi? Olağanüstü hâl ya da kısa adıyla bilinen OHAL, olağanüstü bir yönetim düzeninin gerekli olduğu doğal afet, tehlikeli salgın hastalık, kamu düzenini tehlike altına sokan yaygın şiddet vakaları ve ağır ekonomik bunalım gibi durumlarda başvurulan uygulama olarak tanımlanıyor. Ekonomik OHAL kavramının bu günlerde gündeme gelmesi kanımca, Türkiye ekonomisinde yaşanan gelişmelerin ağır bir ekonomik bunalıma doğru gittiğimizi göstermesi nedeniyledir. Ekonomik OHAL ne demek? Bunun ne anlama geldiğini, nasıl uygulanacağını tam olarak bilmiyoruz. Ancak Türkiye’nin önceki OHAL deneyimlerinden yola çıkarak, yönetimin yetkilerinin neredeyse sınırsız hale geleceğini ve olağanüstü hal önlemlerine karşı yargı yolunun kapalı olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında uygulanan ekonomi politikalarının gündeme alınması ve yapılan açıklamada “ekonomi politikalarını hayata geçirme sürecinde karşılaştığı ve karşılaşabileceği sınamalar ile tehditler değerlendirilmiştir” ifadesinin yer alması oldukça önemlidir. Finans piyasası, mülkiyete el koymaksızın polisiye tedbirlerle düzenlenebilir mi? Tabii ki düzenlenemez. Bırakın polisiye önlemlerin uygulanmasını böyle bir beklentinin oluşması halinde bile finansal piyasalara olan güven ortadan kalkar ve finansal çöküş kaçınılmaz olur. Bunu yaratacağı tsunamiyi düşünmek bile ürkütücü. Türkiye’de daha önce benzer durumlar yaşandı mı? Türkiye ekonomisi geçmişte bundan daha ağır ekonomik krizler de yaşadı ama ekonomik OHAL tartışmasını ilk defa yaşıyoruz. “Sonuç IMF olur”Dünyanın başka ülkelerinde benzer krizler ne gibi sonuçlar verdi?Benzer krizler derken bizde bugün olduğu gibi ekonomik OHAL tartışmasının gündeme geldiği krizler diyorsanız böyle bir tartışmanın yaşandığı kriz varsa bile ben bilmiyorum. Finansal liberalizasyon sürecinde özellikle 90’lı yıllardan itibaren birçok ülkede finansal kriz yaşandı. Her ülkede krizi tetikleyen faktör farklı olsa da ortak nokta ülkeden hızlı sermaye çıkışıyla birlikte finansal piyasalarda başlayan krizin daha sonra reel sektöre de sıçramasıydı. Çevre ülkelerde yaşanan finansal krizlerin hemen hepsinin sonucu IMF programları oldu. 2001 kriziyle bunun benzerlikleri var mı? Hem var hem yok. Var çünkü Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları, ki en önemlisi ekonominin döviz gelirlerinin döviz talebini karşılamaması nedeniyle dış dünyadan döviz girişine ihtiyaç duyması, her iki dönem için de geçerli. Bu döviz ihtiyacının kısa vadeli sermaye, yani geldiği hızla ülkeyi terk edebilen sermaye girişiyle karşılanması halinde finansal kriz riski her zaman vardır. Farklı olan krizin ortaya çıkış süresi. 2001 krizinde doların değeri neredeyse bir gün içinde içinde 600 liradan 1200 liraya çıkmıştı. Bugün korku filmi izler gibi bir aydır Türk parasının değer kaybını izliyoruz. Bir başka çok önemli fark da kurumların verilerine karşı güvensizlik. TÜİK enflasyon verilerine karşı bu denli güvensizlik hiç yaşanmamıştı sanıyorum. Siyasetin demokratikleşmesi bu süreci nasıl etkiler? Etkiler mi daha doğrusu? Kısa vadede, eğer güven veren bir siyasi oluşum ortaya çıkarsa bir miktar olumlu etkisi olur. Ancak Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları kısa vadede düzelebilecek sorunlar değil. Uzun vadeli, sistemli uygulamalar gerektiren sorunlar Son olarak bu süreçten çıkışın yolları nelerdir? Biraz önce söylediğim gibi, Türkiye ekonomisinin sorunlarının kısa dönemde çözülebileceği kanaatinde değilim. Orta ve uzun vadede ekonominin üretim yapısının değiştirilmesini gerçekten ve ciddiyetle ele alan, buna göre politikalar geliştirip uygulayabilme kapasitesinde olan hükümetler belki. Sadece ekonomik değil çok ciddi siyasal sorunların da yaşandığı bu coğrafyada pek kolay değil. |
Nas: Demokrasi adımları atılmalıŞu anki ekonomik koşullar OHAL olasılığı için bir belirti mi? Açık ekonomilerde merkez bankasının siyasetten ayrılmasının ve bağımsız bir kurum olarak tasarlanmasının nedeni, ekonomide güven tesis etmesi ve beklentileri yönetmesidir.. Bu nedenle merkez bankalarının itibarı önemlidir. Bu itibar ona olan güvenin kaynağıdır. Nihayetinde dalgalı döviz kuru büyük ölçüde bir güven oyunudur ve merkez bankalarıı bu güveni enflasyonu kontrol altına alarak sağlarlar. Böylece hem kendi parasının bir değer, değişim, tasarruf ve yatırım aracı olma işlevini güçlendirir hem de fiyat mekanizmasının işlemesini garanti eder. Ve İtibarlı ve güven duyulan bir merkez bankası politika faizi ile piyasa faizlerine yön verir. Türkiye’de ise ne yazık ki, merkez bankası havlu atmış, bütünüyle siyasi bir kuruma dönüşmüştür. Dolayısıyla itibarını kaybetmiş, aldığı kararlarla güven erozyonunu hızlandırmış, beklentileri yönetemez hale gelmiştir... Kısaca bu oyunu kaybetmiştir. Piyasa müdahaleleri kahve fincanı ile alevleri söndürme çabasını andırmaktadır. Piyasa faizleri ise politika faizinin tersine yükselmiştir. Bugün bankalar yüzde 15 ile MB’den Türk lirası almakta ve bu parayı yüzde 22.7 ile Hazineye borç vermektedirler. Bu sürdürülemez. Ancak bu koşullarda dahi ‘ağırlaşan ekonomik koşullar nedeniyle’ OHAL ilan edileceğini dile getirmek büyük bir sorumsuzluktur. Bu tür söylentiler büyük bir fırtınaya yol açar ve tüm finansal sektörün çökmesine yol açarak ödemeler dengesi krizine neden olurlar. Halen Türkiye’de finansal sektör her şeye rağmen sağlamdır. Bu kadar yanlış yönetime ınat ve ısrarla devam edilmesine rağmen bir ödemeler krizi çıkmamasının nedeni de finansal sektörün bu yapısıdır. Bu tür öneriler ortaya atılırken bunun doğuracağı fırtınanın asla durdurulamayacağını bilmek gerekir. Ekonomik OHAL ne demek? Ekonomik OHAL’den kastedilenin ne olduğunu Prof. özgenç açıklamış zaten. Ayrıca üzerinde durmak gereksiz. Kaldı ki tasarruf sahipleri ve ekonomideki milyonlarca karar alıcının her biri buna kendince anlamlar yüklemekte ve beklentiler daha da bozulmakta ve ekonomide ani duruşa yol açacak bir belirsizlik hakim olmaktadır. Unutmayın riski hesaplayabilir ancak belirsizliği hesaplayamazsınız. Bu da ekonomide ani duruş tehlikesini beraberinde getirir. Ancak unutmayalım ekonomiye ilşkin eleştiriler milli güvenlik kapsamına alınmıştır. Çünkü artık rıza üretemiyor. Ekonomi tartışmasının bir devlet ve güvenlik politikası haline getirilmesiyle, farklı görüşlerin kriminalize edilmesinin önü açılmıştır. Buradan büyük bir çöküşe gidiyor ekonomiler. Çin dahi bunu böyle yapmamış, ekonomi tartışmalarını devlet ve güvenlik politikalarının dışına çıkarmış, farklı görüşlerden en rasyonel politikaya ulaşmaya çalışmıştır. Finans piyasası, mülkiyete el koymaksızın polisiye tedbirlerle düzenlenebilir mi? Mülkiyete el koymaktan kastınız nedir bilmiyorum ama işin oraya gelmesi tam bir yıkım senaryosudur. Bunu akla getirmek dahi Türkiye’yi büyük bir yıkıma götürür. Finans piyasalarının temel kuralı güvendir. Bu güveni sağlayacağınız kurumlara işlevsellik kazandırarak, kurallara ve normlara uyan bir düzenleme ile finanasal piyasaları düzenlersiniz. Tabii açık ve adil bir vergileme ile aşırı karlara engel olmak, herkesin ulaşabileceği bir kredi mekanizması kurmak, türev piyasalarını sıkı kurallara ve denetime tabi tutmak, finansal kuruluşların sermaye yeterliliklerini denetlemek kural koyucunun yapması gerekenler arasında ilk sırada gelir. Türkiye’de daha önce benzer durumlar yaşandı mı? Türkiye ne yazık ki yapısal sorunlarını ele almayı hep ertelediği ve şeffaf ve hesap verme sorumluluğu taşıyan, faktör verimliliği pozitif, öngörülebilir bir ekonomik yapı oluşturamadığı için sık sık krizlerle yüz yüze kalmakta ve her krizde daha da yoksullaşmaktadır. 1970’li yıllar, 90’lı yıllar ve 2015 sonrası hep inişli çıkışlı, krizli, acılı yıllardır. Ancak bu kriz bir finansal kriz olarak başlamadığı için yavaş yavaş yerleşerek ve derinleşerek gelen bir krizdir. Uzun ve yapışkan ve safhalar halinde gelen bu krizde, her safha bir öncekinden daha derin ve daha ağır seyretmektedir. Dünyanın başka ülkelerinde benzer krizler ne gibi sonuçlar verdi? Bu açıdan Arjantin ve bir sonraki aşaması için Venezuela örnek verilebilir. Yüksek ve yapışkan enflasyon güven erozyonunu büyütmüş ve toplumların beklentilerini ve davranış biçimini köklü biçimde değiştirmiştir. Bu nedenle yoksulluk kalıcılaşmış, insan kaynağını önemli ölçüde kaybetmişlerdir. Arjantin, Venezuela ya da Türkiye hepsinde bu krizlerin temelinde siyaset vardır. Ve krizin çözümü de ekonomide değil siyasettedir. "Kararlar şeffaf değil"2001 kriziyle bunun benzerlikleri var mı? Hayır. 2001 krizi bir kalp kriziyse, bu kriz kanserdir. Ve kanser tüm vücudu sarmıştır. 2001 krizinin temelinde devasa kamu açıkları ve çürük finansal yapı vardı. Çok ciddi ekonomik reformlarla bankacılık sistemi yeniden yapılandırılmış, kamu açıklarını kontrol altına alacak harcama kısıntıları yapılmış, fonlar, görev zararları tasfiye edilmiş, ihale kanunu ile kamu kaynaklarının kullanımı siyasi güç alanının dışına çıkarılmış, demokratik reformlarla AB tam üyelik süreci başlatılmış ve yatırımcılar için şeffaf ve öngörülebilir hukuki güvenlik sağlanmıştı. Bu önlemler kriz sonrası ekonominin V tipi toparlanmasını sağlamış ve Türkiye ekonomisi kısa sürede cazip, yatırım yapılabilir bir ekonomi olmuş ve bu cazibesini 2008 yılına kadar da sürdürebilmiştir. Kuşkusuz global piyasalardaki bol ve ucuz kaynakların varlığı da bu sürece yardımcı olmuştu. Bu krizin ise temelinde tüm kararların tek kişi tarafından alınması ısrarı ve inadıyla kurulan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ya da Ersin Kalaycıoğlu’nun tanımıyla yeni patrimonyal sultanlık rejimi var. Kararlar şeffaf olmadığı gibi, yöneticilerin hiçbiri hesap verme sorumluluğu taşımamaktadır. Büyüme talebe ve rantlara dayalıdır. Hukuki güvenlik tamamen yokedilmiştir. Belirsizlik had safhadadır. Bu nedenle çözümün anahtarı siyasettedir. Siyasetin demokratikleşmesi bu süreci nasıl etkiler? Etkiler mi daha doğrusu? Ayrıca Son olarak bu süreçten çıkışın yolları nelerdir? Siyasetin demokratikleşmesi şeffaflığın ve hesap verme sorumluluğunun önünü açar. Şeffaf ve hesap verme sorumluluğu taşıyan yönetimler kamu çıkarına hizmet ederler, aksi durumda bir ailenin, çıkar grubunun ya da zümrenin çıkarları korunur. Türkiye’de sadece ekonomik bir kriz yaşanmıyor. Başkanlık sisteminin işlememesiyle, artan baskı ve tehditlerle kendini gösteren siyasi bir krizden de geçiyoruz. Hukuk sistemi de meşruiyetini kaybetmiş, adalet hissi tamamen kaybolmuş durumda. Farklı toplum kesimleri arasında iletişimin koptuğu, ortak yurttaşlık bilincinin kaybolduğu toplumsal bir krizle de karşı karşıyayız. O nedenle sadece uygun bir ekonomik programla düze çıkamayız. Bu ülkenin toptan bir yenilenmeye ihtiyacı bulunduğunu düşünüp, sadece ekonomik taleplerle yetinmeyen, topyekün bir mücadeleden, köklü bir değişim talebinden başka çare görünmüyor. Hep akılda tutmamız gereken şey üretim ve teknoloji altyapısı zayıf bir ülkenin ekonomisinin şahlanmayacağı olmalıdır. Eğitimden, özgürlüklerin sınırsız kılınmasına, adalete ulaşılabilirlikten yasalar önünde herkesin eşit olmasına kadar atılacak her adımın bizi bugün içinde bulunduğumuz bu çukurdan ebediyen çıkarması hedeflenmelidir. |
(EMK)