Ahmet Türk: "Demokratik bir gelecek için mücadele ettiğini söyleyenler, insan hakları, demokrasi, Kürt sorunu konusunda açık şekilde fikirlerini ifade etmeli ve bir deklarasyonla ortaya çıkmalı, neler yapacağını belirtmeli."
"İktidarın yarattığı bu tablo karşısında Kürtlerin AK Parti ile bir geleceği olmaz, bir görüşmesi olmaz. Birileri bizden uzak bile dursa, biz bize düşen rolü Kürtler olarak oynayacağız."
"Kürt sorunu çözülmediği zaman sadece Kürtler bunun acısını çekmiyor veya sadece Kürtler demokrasiden uzaklaşmıyor. Aynı zamanda Türkiye halkları da demokrasiden uzaklaşmış oluyor. Bu nedenle Kürt sorunu bir Türkiye sorunudur, bütün halkların sorunudur."
"Demokratik bir gelecek için mücadele ettiğini söyleyenler, insan hakları, demokrasi, Kürt sorunu konusunda açık şekilde fikirlerini ifade etmeli ve bir deklarasyonla ortaya çıkmalı, neler yapacağını belirtmeli."
"Ana muhalefet partisi gelecekle ilgili projelerini daha açık ve net ortaya koymalı, Kürtlerin beklentisi de budur, 'yarın için ne yapacak', yan cebime koy mantığı hiçbir sorunu çözmez."
Bu sözler, 1970'lerin başından itibaren siyasetin içinde yer alan Türkiye siyasetinin en önemli isimlerinden Ahmet Türk'e ait.
Kürt sorununun çözümüne 50 yılını adamış bir isim Türk, ne zaman Kürt sorunu dile gelse en çok O'nun ne söyleyeceği merak konusu olur, ilk mikrofon uzatılan isimlerin başında gelir.
Ahmet Türk ile altı yıl önce "buzdolabına kaldırılan" ve bugün güvenlikçi politikalar üzerinden çözülmeye çalışılan Kürt sorununu ve çözümünü konuştuk.
Son günlerde tartışma konusu olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Kürt sorununu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var. HDP'yi meşru organ olarak görebiliriz" sözlerine yorum getirmeyip HDP'yi işaret etse de Türk, Kılıçdaroğlu'nun sözlerini "olumlu" bulduğunu belirtiyor.
Türk, Kürt sorununun sadece Kürtlerin sorunu olmadığının özellikle altını çiziyor ve "Kürt sorunu çözülmediği zaman sadece Kürtler bunun acısını çekmiyor veya sadece Kürtler demokrasiden uzaklaşmıyor aynı zamanda Türkiye halkları da demokrasiden uzaklaşmış oluyor" diyor.
bianet'in soruları ve Ahmet Türk'ün yanıtları:
"Muhatap olsaydı bu kadar acı yaşanmazdı"
HDP sıklıkla Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümünden söz ediyor. Kiminle bu çözüm, nasıl bir barış, sizlerin penceresinden bugün bir muhatap var mı?
Muhatap olsaydı bu kadar acılar yaşanmazdı. Muhatap olmadığı için bugün bu sorun bir çıbana dönüşmüş durumda. Ama mücadele ederken aynı zamanda bir muhatap yaratmanın da mücadelesini vermek zorundasınız.
"Kürtler, kültürel, kimliksel olarak tanınmak istiyor, bir statüye sahip olmak istiyor" fikrini içselleştiren bir anlayış olmadığı için bir muhatap ortaya çıkmıyor.
“Kürtler bir halktır, dilleri vardır, kendi bölgelerini kendileri yönetebilecek bir hakka sahip olması gerekir” anlayışı ortaya çıktığı zaman bu sorun çözülür veya bir muhataptan söz edilir. Ama bugün bir muhatap bulmak zor.
Tabii Türkiye’de değişim dönüşüm ne zaman gerçekleşir, ne kadar gerçekleşir bunu da bilemiyoruz. Türkiye’deki muhalefet bizim istediğimiz şekilde ne kadar hak ve özgürlüklere sahip çıkar, hak ve özgürlüklerin bir hak olduğunun farkında olur, bunu da bilemiyoruz.
Bugün ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi, ben zaman zaman eleştiriyorum ve birilerinin hoşuna gitmiyor. İki de bir güçlendirilmiş parlamenter sistemden söz ediliyor. Peki, insan hakları, demokrasi, Kürt sorunu konusunda bugüne kadar verdiğiniz bir açık mesaj var mıdır, yok!
Demokratik bir gelecek için mücadele ettiğini söyleyenler, insan hakları, demokrasi, Kürt sorunu konusunda açık şekilde fikirlerini ortaya koymalı ve bir deklarasyonla ortaya çıkmalı neler yapacağını belirtmeli.
Bir tarafta AK Parti’nin yedeğinde MHP, diğer tarafta da CHP’nin yedeğinde İYİ Parti var. Bu iki parti de Kürtlerin meşru taleplerini kabul edecek noktada değil, bu da işin zorluğu. CHP’de de demokrat bazı insanlar var ama ulusal kesimlerin varlığını da unutmamak lazım.
"Söylemler sözde kalıyor"
SHP’de de milletvekilliği yaptınız, SHP’nin Kürt sorunun çözümüne dair projesi var mıydı? Ya da son 20 yılda CHP size “bizim çözüme ilişkin bir projemiz var, üzerinde konuşalım" dedi mi?
SHP döneminde zaman zaman bazı raporlar hazırlandı, bir yol haritası ortaya koyuluyordu. Fakat sadece bir rapor hazırlanıyordu ama bu Türkiye halklarına deklare edilecek noktaya gelmedi. Ama SHP içinde yaptığımız görüşmelerde taleplerimiz oluyordu ve makul karşılanıyordu.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin politikalarını da çok yakından takip etmemize rağmen bu konuda net ve kararlı görüş ortaya çıkmadı. Ciddi raporlarından da söz edemeyiz.
Bireysel olarak çaba gösteren insanlar var, bunu görüyoruz ama parti merkezinin Kürt sorunu, insan hakları, demokrasiyle ilgili ciddi ve açık projelerini kamuoyuna yansıttıklarını görmedik. Zaman zaman söyleniyor ama sözde kalıyor.
"Kürt sorunu bir Türkiye sorunudur"
Kürt sorunu sadece Kürtlerin sorunu mu? Türkiye'nin ekonomi, demokrasi gibi sorunlarının çözümü Kürt sorununun çözümünden geçiyorsa sorunu neden sadece Kürtler konuşuyor?
Kürtlerin talepleri var, dilleriyle, kimliğiyle özgürce yaşama talebi var ama bu sorun sadece Kürtlerin sorunu değil, Türkiye halklarının sorunudur. Kürtler demokratik bir geleceğin önünü açmazsa Türkiye halkı da demokrasiye kavuşamaz. Yani Kürt sorunu, Türkiye'nin demokrasisiyle direk bağlantılıdır.
Kürt sorunu çözülmediği zaman sadece Kürtler bunun acısını çekmiyor veya sadece Kürtler demokrasiden uzaklaşmıyor aynı zamanda Türkiye halkları da demokrasiden uzaklaşmış oluyor. Bu nedenle Kürt sorunu bir Türkiye sorunudur, bütün halkların sorunudur ve gerçekten demokratik çağdaş bir Türkiye isteniyorsa, bütün farklılıkların kimliklerin özgürce bir ülke yaratmamız gerekiyor, bizim mücadelemiz budur.
Fakat Kürtleri potansiyel tehlike gören bir mantık var. Bu nedenle yani sadece Türkiye'de değil, herhangi bir yerde dört parçada Kürtler bir statü talep ettiği zaman hemen müdahale ediliyor ve engellemeye çalışılıyor.
Ortadoğu'da Kürtler önemli bir halk, 40 milyonu aşan bir nüfusa sahip, tabii ki herkes kendine potansiyel tehlike olarak görüyor. Türkiye, Kürtlerle çok iyi diyalog kurabilirdi, ortak değerler etrafında buluşabilirdi, diğer parçalar yine Kürtlerle kendi içlerinde uzlaşabilirlerdi ama maalesef bu yapılmıyor, beka sorunu olarak görüyorlar.
Yanlışlık burada; Kürtler, ne Türkiye halklarının ne de başka halkların düşmanıdır, birlikte yaşadığı bütün halklarla eşit, adil, özgür yaşamı esas alan bir dünya görüşüne sahiptir.
"Kürtlerin AK Parti ile bir geleceği olmaz"
Peki, ne olacak, Kürt sorun nasıl çözülecek, böyle mi devam edecek?
Bir ülkenin barışa ihtiyacı varsa, bir sorun varsa, siyasetçi risk almak zorundadır, gelecekle ilgili hesap yapmalıdır.
Ama bugün maalesef bugünden yararlanma hesabı etrafında siyaset yapılıyor. “Kürtler konusunda çok açık bir şeyler söylersem, ulusalcı kesim benden kopar, oy kaybederim” kaygısı var bazılarında. Oysa ki doğruyu savunmak demokrasiye inananların görevidir, doğru projeler etrafında halkı buluşturmak görevdir.
“Türkiye halkı ulusalcıdır, ulusalcıları desteğini kaybederiz” anlayışını doğru bulmuyoruz. Ana muhalefet partisinin bunu aşması gerekir, bunu aştığı zaman, Kürtler kiminle demokrasi için birlik olacağının kararını verir.
Tabii ki bugün iktidarın yarattığı bu tablo karşısında Kürtlerin AK Parti ile bir geleceği olmaz, bir görüşmesi olmaz. Birileri bizden uzak bile dursa, biz bize düşen rolü Kürtler olarak oynayacağız, ama bu nereye kadar gider. Bu sorunun çözümü için yeterli olur mu?
Biz yerel seçimlerde destekledik, 10-11 ilde bizim desteğimiz olmasaydı seçimi alamazlardı. Ancak ana muhalefet partisi gelecekle ilgili projelerini daha açık ve net ortaya koymalı, Kürtlerin beklentisi de budur, “yarın için ne yapacak.” Yan cebime koy mantığı hiçbir sorunu çözmez.
"İçselleştirimezseniz çözemezsiniz"
1970 yılından bugüne siyasetin içinde yer alıyorsunuz. 50 yıllık siyasi yaşamınızı gözünüzün önüne getirdiğinizde Türkiye siyasetinin geçmişten bugüne geldiği noktayı nasıl yorumluyorsunuz?
Ülkenin demokrasi açısından bir değişim dönüşüm gösterdiğini söylemek mümkün değil. Her dönemin kendine has sorunları var ama her seferinde en büyük acıyı da Kürtler çekiyor. Darbeler olduğunda en fazla bedel ödeyen Kürtler, ırkçı iktidarlar olduğunda yine hedef yine Kürtler.
Yani Kürt meselesi, sorun olarak ortada durduğu sürece hem Kürtler açısından hem de Türkler açısından, demokrasi açısından bir ilerleme kaydedilemiyor, hep geriye doğru gidiyor.
Kürt meselesini içselleştiremezseniz, bir dilin, bir kültürün varlığını kabul etmezseniz, hak olduğunu kabul etmeseniz bu sorunu çözemezsiniz. Bunun sonucunda da baskıcı bir anlayışla karşı karşıya kalıyorsunuz.
Tabii şekil değiştiriyor, 12 Eylül’deki gibi kaba işkence yerine bugün bütün kurumları kendi tekeline almış, bir bütün olarak, hak ve özgürlükler ve Kürtlerin talepleri karşısında duran bir anlayış var.
Eskiyle bugün arasında şöyle bir fark var; 12 Eylül döneminde kaba işkence daha fazlaydı ama bugünkü yargı kötü bit noktada. Bugün yargı tek elden yönetiliyor, tek bir kişinin ağzından çıkan sözlerle, yargı hemen tavır alıyor.
Yani Türkiye’nin son 50 yılına baktığımızda elbette hiçbir zaman mutsuz ve umutsuz olmadık. Ama çok da mutlu olduğumuzdan söz edemeyiz. Hep acılarla geçen bir yaşam.
Belki Cumhuriyet tarihinden bu yana bizden önceki dönemlerde de böyleydi. O zaman da en büyük bedeli ödeyen Kürtler, sosyalistler, devrimciler, demokratlar olmuş, emekçilerin zaten hiçbir zaman sesi çıkmamış, sesleri hep bastırılmış. Egemen güçler de hep bu ülkenin kaymağını yemiş, demokrasinin kalıcılaşmasının önünde de hep engel olmuşlar.
"En kötü dönem bu dönem"
Şu anki Türkiye ile 12 Eylül karşılaştırması yaptınız, bu kısmı biraz daha açar mısınız? Bu dönemi daha kötü kılan sadece yargı ve diğer kurumların tek elde toplanması mı?
Demokrasinin dengelerini oluşturan kurumlar susturulmuşsa, bu demokrasinin bittiği anlamına geliyor.
Darbe dönemlerinde darbeciler, bütün kurumlara hakim olamadılar ya da bütün kurumları tek bir ağızdan yönetecek hale getiremediler. Geçici bir süreçti, darbeden sonra yeniden parlamenter demokratik sisteme dönülüyordu.
Bugün parlamenter sistem ortadan kaldırıldı, hak ve özgürlükler ortadan kaldırıldı. Kanun Hükmünde Kararnamelerle Türkiye yönetiliyor ve bir tek kişinin talebi herkes için emir olarak telaki ediliyor. Bu noktaya geldiyse en vahim dönemi bu dönem olarak görmek gerekiyor.
12 Eylül cezaevlerinde insanlar, “Allah canımı alsın da bu işkenceden kurtulayım” noktasına gelmişti ama yargı bir bütün olarak bu kadar teslim olmuş değildi.
Bazı haksız kararlar çıkıyordu ama bazı yargıçlar da vicdanlarına göre hareket ediyorlardı. Tabii ki Kürtler söz konusu olunca yargının hiçbir dönemde tam tarafsız olduğundan söz edemeyiz. Ama bazı hukuki durumlar göz önünde tutuluyordu fakat bugün öyle bir durum yok.
Şimdi açılan hangi davaya bakarsanız bakın siyasilerin talebi üzerine açılmış davalardır. Mesela Kobanî Davası, tamamen siyasi bir davadır, siyasilerin talebi üzerine hazırlanmış bir iddianamedir. Hatta siyasetçilerin öncülüğünde hazırlanmış bir iddianame, belki savcılar tarafından bile hazırlanmadı. Türkiye bu noktaya geldi, siyasetçilerin, egemen güçlerin talebi üzerine herkesin pozisyon aldığı bir dönemi yaşıyoruz. Bu bakımdan en kötü dönem olarak değerlendirmek gerekiyor. (RT)
bianet eğitim ve mülteci hakları editörü. Evrensel, T24, Taraf, Bakurpress, JİNHA, Jin news, Özgürlükçü Demokrasi ve Yeni Yaşam gazetesinde, yargı muhabirliği, politika editörlüğü, hak ihlalleri ve...
bianet eğitim ve mülteci hakları editörü. Evrensel, T24, Taraf, Bakurpress, JİNHA, Jin news, Özgürlükçü Demokrasi ve Yeni Yaşam gazetesinde, yargı muhabirliği, politika editörlüğü, hak ihlalleri ve kadın alanlarında çalıştı. İstanbul Aydın Üniversitesi İnternet Gazeteciliği ve Yayıncılığı, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünde okudu.
30 Mart 1972 Kızıldere Katliamı’nın üzerinden 53 yıl geçti. THKP-C ve THKO militanlarınca Deniz Gezmiş’in idamını engellemek için Kızıldere’de düzenlenen eylemde katledilen Cihan Alptekin mezarı başında anıldı.
Fındıklı Demokrasi Güçleri’nin Rize Ardeşen’deki Yeni Yol (Oce) Mezarlığı’ndaki anma törenine, çevre illerden sosyalistler ve sivil toplum temsilcileri katıldı.
“Haklı oldukları ortaya çıktı”
Anma etkinliğinde ilk olarak konuşan Sol Parti MYK üyesi Alper Taş, “Bu mücadelenin ne kadar kıymetli olduğunu bugün Ortadoğu’daki Amerika ve İsrail politikalarında görüyoruz. O dönem emperyalizme karşı mücadelenin bayraktarlığını yaptılar. Ama o ses o yürek ne kadar önemliymiş ki bugün yaşananlar, onları haklı çıkardı. Antiemperyalizm o günde kalan bir mesele değil de bugün de Trump’ın başa geçmesi ile daha da vahşileşen bir dünyaya gittiğimizi bilelim” dedi.
"Devrimci devrimcinin rakibi değildir, dostudur"
“Yaşadığımız yenilgilerin nedeninin dayanışmayı güçlendirmemek” olduğunu söyleyen Taş, “Yeniden dayanışmayı inşa etmeliyiz. Sosyalistler toplumda dayanışması önerirken kendi içlerinde de dayanışmayı eksik etmemeli. Devrimci devrimcinin rakibi değildir, dostudur. Buna ihtiyacımız var. İçinden geçtiğimiz dönemde bu önemlidir” dedi.
19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu protestoları ile birlikte gençlerin yeniden harekete geçtiğini hatırlatan Taş, “Gençlik bitti denilen noktada gençler hepimizi mahçup etti. Gençler bugün ülkeye ferahlık sundu. Artık onların sayesinde önümüze daha iyi bakabiliyoruz” dedi.
"Gençler Saraçhane'nin tarihini değiştirdi"
Sonrasında konuşan Fındıklı Belediye Başkanı Ercüment Şahin Çervatoğlu yaptığı konuşmada“Bu ülkenin tam bağımsızlığına karşı mücadele edenler var. Egemen güçler emperyalizme karşı mücadele eden bahar için mücadele edenler var, emperyalistler bunun olmadığını gördü. Gençlerimiz de bu mücadelenin devam ettiğini açıkladı. 10 gün evvel umudun tükendiğini düşündüğümüz anda İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin o polis barikatını tam da anti-emperyalist bir ruhla kendi yaşam alanıma dokundurtmam diyerek yıkıp geçmeleri Saraçhane’’nın tarihini de değiştirdi ülkedeki o umutsuzluğu da yeniden canlandırdı” dedi.
Çervatoğlu konuşmasını şöyle bitirdi:
“İşte Cihan Alptekin’ler Mahir Çayanlar, Deniz Gezmiş’ler tam da bu hiçbir zaman ölmeyecek antivfaşist ve anti emperyalist çizgide cumhuriyeti demokratik cumhuriyeti inşa etmektir halkçılığı unuttuk halkçılığı tekrar inşa etmektir devletçilik kamu diye bir şey kalmamıştır kamu düzenini halkın olanı halka vermek diye bir borcumuz var, laiklik elden gitti artık bütün eğitim kurumlarından çıkarıldığı gibi laik olanlar veya daha özgür yaşamak isteyenler seküler diyerek ötekileştirilmeye çalışılırken laikliği sadece bir türbana hapsetmeye çalışanlara inat laikliğin bir yaşam modeli olduğunu bilerek tekrar bunu inşa etmemiz gerektiğini düşünüyorum.”
"Senin ışığınla büyüdük"
Sonrasında Cihan Alptekin’den ilhamla ismi konulan yeğeni Nurhak Alptekin onun en sevdiği şiiri okudu:
"Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mi?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…"
Cihan Alptekin’in bir yakını da şöyle seslendi:
“Seni yaşatmadılar. Ya da sadece yaşamadıklarını sandılar. Halbuki senin ışığınla büyüdük biz. Seni tanımadan gençlik olarak her şeyi değiştirebileceğimizi düşündük, seni tanımadan seni çok sevdik…”
Anma etkinliği, sloganlarla sona erdi.
Kızıldere'de ne oldu?
30 Mart 1972'de Kızıldere, Tokat'ta yaşanan olay, Mahir Çayan ve arkadaşlarının, 26 Mart 1972'de Ünye Radar Üssü'nde çalışan üç NATO teknisyenini (bir Kanadalı ve iki İngiliz) kaçırarak, gizlendikleri Kızıldere köyünde sürdürdükleri direnişi içerir.
Olayın başlangıcı, Çayan ve arkadaşlarının, tutukluyken İstanbul Kartal Askerî Cezaevi'nden kaçtıktan sonra, ölüm cezasına çarptırılan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmemesi için bir bildiri yayımlamaları ve bu bildiriyi kaçırdıkları teknisyenlerin şifreli kasasına bırakmalarıdır.
Kızıldere köyündeki bir evde saklanan grup, 29 Mart'ta, güvenlik güçlerinin kuşatması altına alınır. Mahir Çayan ve arkadaşları, teslim olmayı reddederek çatışmaya girerler. Askerlerin açtığı ateşle Mahir Çayan vurularak ölür.
Ardından, kaçırılan teknisyenler ve Çayan'ın arkadaşları da öldürülür. Çatışma sonrasında, evin içine atılan havan mermileri ve patlamalarla ev büyük bir hasar görür. Ertuğrul Kürkçü, evin samanlık kısmına gizlenerek kurtulmaya çalışır, ancak ertesi gün yakalanır.
Bu olayda toplamda 13 kişi hayatını kaybeder; 10 militan ve 3 NATO görevlisi öldürülür.
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018- Şubat 2025). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de...
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018- Şubat 2025). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde çalıştı. Sivil Sayfalar, Yeşil Gazete, Journo ve sektör dergileri için yazılar yazdı, haberleri yayınlandı. Hemşin kültür dergisi GOR’un kurucu yazarlarından. Yeşilden Maviye Karadenizden Kadın Portreleri, Sırtında Sepeti, Medya ve Yalanlar isimli kitaplara katkı sundu. Musa Anter Gazetecilik (2011) ve Türkiye Psikiyatri Derneği (2024) en iyi haber ödülü sahibi. Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu kurucularından. Sendikanın İstanbul Şubesi yöneticilerinden (2023-2027). İstanbul Üniversitesi Avrupa Birliği ve Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun. Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik ve cinsiyet temelli şiddet haberciliği alanında atölyeler düzenliyor. Şubat 2025'den bu yana kadın haberleri editörü olarak çalışıyor.
İsveç gazetesi: Muhabirimize yöneltilen suçlamalar saçma
Türkiye'nin "örgüt üyeliği” ve “Erdoğan'a hakaret" iddiasıyla tutukladığı İsveçli gazeteci Joakim Medin'in çalıştığı gazetenin genel yayın yönetmeni Gustavsson, "O sadece bir gazeteci. Ve gazetecilik yapmak suç sayılmamalı" dedi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alınmasının ardından başlayan eylemleri takip etmek için Türkiye'ye gelen ancak "örgüt üyeliği" ve “Erdoğan'a hakaret" iddiasıyla tutuklanan İsveçli gazeteci Joakim Medin'in, çalıştığı kurum açıklama yaptı.
Medin’in çalıştığı İsveç gazetesi Dagens ETC'nin genel yayın yönetmeni Andreas Gustavsson, AFP’ye tutuklama kararıyla ilgili mektup gönderdi.
Gustavsson, suçlamalara ilişkin “saçma" ifadesini kullandı. "O sadece bir gazeteci. Başka hiçbir şey değil” diyen Gustavsson, “Ve gazetecilik yapmak suç sayılmamalı" dedi.
Gustavsson, "Serbest bırakılması ve ailesine, Dagens ETC'deki meslektaşlarına dönebilmesi için büyük çaba sarf ediliyor" diye ekledi.
Medin, Ekrem İmamoğlu protestolarını haberleştirmek için 27 Mart Perşembe günü İstanbul'a geldi. Havalimanında gözaltına alınan Medin, editörüne mesaj attı ve gözaltına alındığı bilgisini verdi. Medin, 28 Mart'ta ise; "örgüt üyeliği" ve "Cumhurbaşkanına hakaret" suçlamasıyla tutuklandı.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığına bağlı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi ise gazetecinin tutuklanmasıyla ilgili 29 Mart'ta yaptığı açıklama, tutuklanmasının "gazetecilik faaliyetleriyle herhangi bir ilgisi olmadığını” iddia etti.
Açıklamada şöyle denildi:
"Medin, 11 Ocak 2023'te Stockholm'de PKK/KCK terör örgütü destekçisi şahıslarla Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın maketi yapılarak düzenlenen eyleme katılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Terör Suçları Soruşturma Bürosu, 13 Ocak 2023'te olayla ilgili soruşturma başlatmıştır. Soruşturma kapsamında söz konusu eylemi yapan, organize eden, basına yansıtan veya irtibatlı olduğu değerlendirilen Medin'in de aralarında bulunduğu 15 şüpheli tespit edilmiştir. Ayrıca şahsın, PKK/KCK terör örgütü ile basın arasındaki irtibatı sağladığı yönünde bir suç kaydı da bulunmaktadır.”