Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun, İzmir'de Halkların Demokratik Partisi (HDP) İl Örgütü'ne yönelik silahlı saldırıyı sessizlikle karşılamaları, HDP'ye yönelik ölümcül saldırıyı lanetlemekten ve saldırganların kovuşturulmasına ilişkin olarak kamu oyunu aydınlatmaktan kaçınmaları insan hakları ve siyaset çevrelerinde tepki doğurmuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan dün partisinin Antalya Genişletilmiş İl Örgütü Toplantısında yaptığı konuşmada sözü "İzmir'deki provokatif saldırı"ya getirdi ve "şiddetle kınadık" dedi. Erdoğan gelecekteki "benzer saldırıları da kınayacağız" diye vaatte de bulundu.
Erdoğan'ın HDP'ye saldırıyı, emekli amirallerin Montreux Antlaşması konusunda yaptıkları açıklamayla ilişkilendiren konuşmasının ilgili bölümü şöyleydi:
"Sadece son altı yılda 20'ye yakın teşkilat mensubumuz sırf AK Partili oldukları, sırf Ak Parti saflarında ülkeye ve millete hizmet ettikleri için şehit edilmiştir. Ayrıca çeşitli örgütlerin teşkilatlarımıza yönelik saldırılarında güvenlik güçlerimizden ve vatandaşlarımızdan şehit olanlar, yaralananlar da olmuştur. "Ak Parti bu saldırılara maruz kalır [...] her seviyedeki mensuplarını şehit verirken bugün ortalığı ayağa kaldıranlardan tek ses çıkmadı. Çünkü bunlar saldırıya uğrayan kendilerinden başkasıysa görmezden duymazdan gelirler. Hatta içte içe de oh çekerler. Biz bunlar gibi değiliz. Olmadık. Olmayacağız. Kim olursa olsun bu ülkenin hiç bir vatandaşının kılına zarar gelmemesi için ne gerekiyorsa yaptık, yapacağız. İşte bunun için İzmir'deki provokatif saldırıyı en şiddetli şekilde kınadık kınıyoruz, benzerlerini de kınayacağız..." |
Erdoğan'ın açıklamalarını, önceki günkü söyleşimizde Erdoğan ve Soylu'nun "suskunlukları"nı "işin içinde olmaları"yla ilişkilendiren HDP Onursal Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü'ye sorduk.
Önceki gün bianet'e verdiğiniz söyleşide şöyle demiştiniz: "Ağzını açan herkesin önce bu uğursuz katliamı kınaması gerekiyor. Sonuç olarak HDP'nin mağduriyetini doğrulamadan ağızlarını açamazlar. Saldırıyı kınamak Soylu'nun ve Erdoğan'ın çok ağrına gidiyor. HDP'nin mağduriyetini doğrulayamazlar. Çünkü işin içindeler. HDP'nin gayri meşrulaştırılması, şeytanlaştırılması ve yaftalanması sürecinin yöneticileri bu ikili ve kendilerini ele verdiler. Suikast ellerinde patladı ve ne yapacaklarını bilemiyorlar. Açıklamalarını ya da daha doğrusu açıklamamalarını kurgulamakla meşguller."
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamaları beklentilerinizi ya da öngörülerinizi karşıladı mı?
"Erdoğan aslında HDP'ye katliam girişimini kınamadı"
Erdoğan bir şeyi kınıyor ama neyi? "İzmir'deki provokatif saldırıyı." Elinden gelse saldırının aslında AKP'ye yapıldığını söyleyecek. Aslında onu da ima etmiyor değil. Öyle bir hikaye anlatıyor ki, AKP'ye altı yıl süren saldırı ve suikastlerden sonra 7. yılda bu olmuş ve asıl mağdur AKP imiş sanırsınız.
Yakalanan saldırgan, bir HDP üyesini, Deniz Poyraz'ı öldürmüş. Bir cinayet var. Erdoğan Deniz Poyraz'ın adını anmıyor. Güpegündüz vahşice öldürülmesi için üzüntü beyan etmiyor. "Rahmet" dilemiyor. Ailesine başsağlığı dilemiyor.
Saldırgan, ifadesinde "HDP'ye katliam için gelmiştim; kimi bulsam öldürecektim," diyor. Erdoğan saldırının hedefinin HDP olduğunu saklıyor. HDP'nin adını anmıyor. Bir üyesini vahşi bir saldırıda kaybeden partinin yerel örgütüne başsağlığı dilemiyor; bir katliamdan şans eseri kurtulmuş olan TBMM'nin ikinci büyük muhalefet partisine geçmiş olsun demiyor.
Katliam gerçekleşse olmuş olabileceklerden ibret çıkarmaya olsun yeltenmiyor. HDP'nin ve bütün siyasi partilerin devletin koruması altında olacağına dair bir güvence verme sorumluluğunu üstlenmiyor.
Ama -burada sıkı durun- gelecekte olacak saldırılar için bir kınama güvencesi veriyor: "Benzerlerini de kınayacağız." Ebediyen sussa bundan daha ayıp bir şey yapmış olmazdı.
Söyleşimiz sırasında Erdoğan ve Soylu'nun "Açıklamalarını ya da daha doğrusu açıklamamalarını kurgulamakla meşgul" olduklarını söylemiş ve eklemiştim: "Tayyip Erdoğan ne zaman uzun süre susarsa başına bir şey geldiği duygusuyla baş başa kalmış demektir.İkincisi; sessizliğini bozduğunda çok daha saldırgan bir dille sahneye geri dönecektir."
Erdoğan beni yanıltmadı. Konuşması, sessizliğin uzamasının "sükut ikrardan gelir" ilkesi doğrultusunda yorumlanmaya başladığına ilişkin olarak aldığı uyarılar dolayısıylaydı. Susması ise bu zalim saldırıyla HDP'nin mağdur ve mazlum konumunu kabullenmekten kaçmakla ilgiliydi.
Erdoğan HDP'nin adını anmadan İzmir'de kendi partisine provokasyon yapılmış gibi konuşarak ortayı buldu ve yasak savdı; "bakalım ne diyecekler" diye "hasar kontrolü" yaptı.
Tekrar ediyorum: Sussa bundan daha ayıp olmazdı.
Erdoğan'ın vaatleri beyhude
Erdoğan "failin önündeki ve arkasındaki ilişkileri en ince ayrıntısına kadar araştırıp ortaya çıkaracaklarını ve en ağır cezaya çarptırılacağını" söyledi?
Öyle mi yapacakmış? Bunu kimle yapacak? Süleyman Soylu'yla mı? Süleyman Soylu, onun dediklerinin hiç birini teyit etmiyor. İzmir polisi neden, yakalanmasının üzerinden yarım gün bile geçmeden "fail"i alelacele sorgudan çıkarıp cezaevine atılıyor?
Neden sıradan bir GBT sorgulamasında gözaltına alınan biri yakasını dört günde polisten kurtaramazken, bunun önü arkası polisin elindeyken sorgulanmıyor? Neden, İzmir'den Minbiç'e kadar uzanan silahlı faaliyet "fail" göz altındayken sorgulanmıyor?
Henüz sorgu devam ederken İl Emniyet Müdürü, neden HDP yetkililerine "namusumla temin ederim ki bu olayın arkasında bir örgüt yok" diye teminat vermeye kalkışıyor?
Neden polis esnafın güvenlik kameralarından görüntüleri aldıktan sonra kameraların hafızasını siliyor? Neden, bu soruşturmayı yapacak örgütün başında duran İçişleri Bakanı susmaya devam ediyor? Neden onun yerine Cumhurbaşkanı kafadan atarak konuşuyor?
Erdoğan bir "suç ittifakı"nın başı olarak kamunun suç olarak gördüğü hiçbir fiili aydınlatma yeteneğine sahip değildir. Onlar "fail"i bulmak değil, kendi siyasetlerine göre suç imal etmekle ilgileneceklerdir. Mutlaka bir örgüte yıkmak zorunda kalırlarsa, "malum şüpheli"ler ne güne duruyor...
Soylu'nun istifası için muhalefet harekete geçmeli
Sizce ne yapılabilir, ne yapılmalı?
Katliam girişimini ardından, HDP İzmir İl Örgütü'nün partiye yönelik olarak artan taciz ve saldırı girişimleriyle ilgili olarak İl Emniyetini defalarca uyardıkları daha büyük saldırı risklerine dikkat çektikleri ama il yetkililerinin hiçir önlem almadıkları ortaya çıktı.
Yetkililerin, bu riski önlemek ya da zararı azaltmak bir yana dursun, HDP'nin önüne çadır kurarak partiye girip çıkanların polisi himayesinde taciz ve tehdit edilmesini izlemekle ve hatta teşvik etmekle ilgilendikleri anlaşıldı. Saldırganın silahını çekerek binaya girdiği görüldüğü halde bunun es geçildiği tanık beyanlarıyla doğrulandı.
İlk yapılması gereken, ya da yapılmasının talep edilmesi gereken şey İzmir İl Emniyet Müdürlüğünün ve Güvenlik Şubesiyle, Terörle Mücadele Şubesinin görevlerinden alınması olmalıdır.
Yerel yetkililerin bu yaşam hakkı ihlalini etkili bir şekilde şekilde soruşturmayacakları ve maddi gerçeği ortaya çıkartmayı başaramayacakları da görülmüştür. Bunun ardından, derhal hızlı, tarafsız ve bağımsız bir soruşturma başlatılması ve soruşturmanın kamu denetimine açık bir biçimde yürütülmesi gerekir.
Rejim bunu kendi haline bırakılırsa yapmayacaktır. Muhalefet partilerinin ve demokratik güçlerin ve hak savunucularının bu katliam girişiminin arkasındaki tertibin ortaya çıkarılması için hükümeti baskı altına alması ve işe Süleyman Soylu'yu istifaya çağırarak başlamaları şarttır.
Bu tertibin zemini bizzat Süleyman Soylu tarafından oluşturulmuştur ve onun başında bulunduğu bir güvenlik teşkilatı bu tertibi sadece örtebilir ancak açığa çıkartmayacaktır. (EK)