Ayrımcılık yasaktır, devlet ve kişiler sahip oldukları temel insan haklarının sınırlandırılması hakkını kötüye kullanamaz.
Memleketi açık ceza evine çeviren ceza siyasetiyle rüzgâr ekildi, fırtına biçiliyor.
Ceza hukuku son çare olması gerekir, amaç insandır. Ancak yıllardır ceza hukukunu iktidarlarına araç yapanlar acaba neden ceza infaz sistemini değiştirmek istiyorlar?
Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu ve Ceza İnfaz Kanunu temel kanunlardır ve birbirinden ayrılmazlar, etkilerler.
TIKLAYIN - İnfaz Düzenlemesi Neyi Değiştirecek?
Bu üç kanunun omurgası yapılan Terörle Mücadele Kanunu terörle mücadeledeki ekonomik, sosyal ve toplumsal sorunları dikkate almadan çıkarılan “kanunilik ilkesine” aykırılığını yıllardır sürdüren bir kanundur.
Kanunları, uygulamaları ve eksiklikleri tartışmak bile “korkulu ve tehlikeli alanlar” içine çekildi… “Aman haa”lara terk edilmiş olan “hukuk” insan haklarını koruyamaz. Başıma bir şey gelmesin endişesiyle ve “cezalandırma tehditleriyle” korkutulan insanlar güvenilir yargıya, adalete, vicdana ve iyiliklere aç!
Panik mevzuatı sürüyor, sürdürmeyelim. Ne eksiğimiz var, tartışalım ve yüzleşelim.
İnfaz Kanunu ve kanunlarımızı ve ceza sistemimiz yokluklarını konuşalım.
Hapiste kapınıza “terör” levhası asılınca mı ceza kanunlarını tartışacağız?
Türk Ceza Kanunu’na göre; suç işlemek amacıyla kurulmuş silahlı örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır.
Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Yardımın niteliğine göre verilecek örgüt üyesi olmak suçundan verilecek ceza yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir.
Örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi cezalandırılır.
Türk Ceza Kanunu’na “Örgüt mensubu suçlu deyiminden” ne anlaşılması gerektiğine dair tanıma göre; “bir suç örgütünü kuran, yöneten, örgüte katılan veya örgüt adına diğerleriyle birlikte veya tek başına suç işleyen kişi”.
Terörle Mücadele Kanunun 7 inci maddesinde 2006 yılında yapılan değişiklikle “terör örgütü” tanımı yapılmış ve Türk Ceza Kanunundaki silahlı örgüt suçunu işleyenlere verilen cezanın verileceği kabul edilmiştir. 2013 yılı değişikliğiyle terör örgütünün cebir veya tehdit içerin yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda suçu da Terörle Mücadele Kanuna eklenmiştir.
Terörle Mücadele Kanunu’nda ilk maddesinde 2003 yılında yapılan değişiklikle “terör tanımı” yapılmıştır.
Terörle Mücadele Kanunu’na göre; “Terör suçlusu” tanımı yapılmıştır. Kanunun birinci maddesine belirtilen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.
Terör suçu işlemese “dahi”, örgüt mensubu olmanın yeterli sayıldığı terör suçlusu olarak tanımlanmak!
Hem Türk Ceza Kanunu’nda ve hem Terörle Mücadele Kanunu’nda “terör suçları” / “terör amacı ile işlenen suçları” sayarak terör suçu, terör suçlusu tanımı yapmak bir hayli zor görünse de belki bunları sayan “kanun yazıcıları” için çok kolay olduğu anlaşılıyor…
İnfazla ilgili sistemin tartışıldığı şu günlerde kaç cezaevi var, cezaevlerinde kaç hükümlü ve kaç kişi tutuklu resmi olarak açıklanmıyor. Söylenenlere bakılırsa; 2019 yılı ağustos ayı itibariyle 355 cezaevi var. 2019 yılında 28 kapalı ve açık cezaevinin açılması hedeflenmiş, açılmıştır herhalde, 2020 yılı için 61 cezaevi daha açılacakmış…
Cezaevlerinde 282 bin hükümlü ve tutuklu varmış ve bu sayı 300 bin kişiye ulaşmış. Yapılan resmî açıklamalara göre “artırılmış” kapasiteyle cezaevindeki doluluk oranı yüzde yüzyirmiye çıkmış durumda.
İnfaz kanuna göre temel ilke: “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır. Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.”
Kanunlar, uygulamaları ve sonuçları bakımından “neden” sorusunu sormakta geciktiğimizden cezaevlerinin sürekli kanayan acılarını dindirme çabamız; sanki rüzgâr ekip fırtınada biçmeye kalkmamız gibi acaba hangi vicdana sığar?
İnfaz ile ilgili kanun teklifi gündemde… Cezaevlerini boşaltmak istiyorlar ama “tutuklular” görülmüyor, yoklar sanki…Sanki salgın bir hastalık insanları kırıp geçirmiyor ve sanki tutukluları sürekli çoğaltan bir ceza sisteminden kimse sorumlu değilmiş gibi, üstüne alınan yok…
Cezaevlerinde açlık grevi yapan ve şimdi ölüm orucuna yatan avukatları görmezden gelenlerin vicdanlarının hiç sızlamadığı bir düzende neden ve sonuç ilişkilerine bağlı adalet, güvenilir yargı, hak, hukuk ve insanlık aramak beyhude…
Aksine inanıyorum, yaşam çare üretir, hukuk insanlık…
Herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı vardır.
Anayasa hükümlerinden hiçbiri, devlete veya kişilere, anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasa'da belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde yer alan hükümlerinden hiçbiri, bir devlete, topluluğa veya kişiye, Sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesine veya burada öngörüldüğünden daha geniş ölçüde sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkını sağlar biçimde yorumlanamaz.
Aksi takdirde devlet insan hakkını ihlal etmiş sayılır.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala davalarında “tutukluluk hali” ile ilgili olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını ihlal ettiğine dair AİHM karar verdi ve bu kararı kaldırmak için Büyük Daireye başvurdu. Bir başka deyişle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin hükümleri gereğince kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına getirilen sınırlandırmalar sadece öngörülen amaçlar için uygulanabilir ve kullanılabilir olduğu halde; bu hakkını Sözleşme hükmüne aykırı kullandığı gerekçesiyle Türkiye aleyhine iki defa ihlal kararı verilen ülke oldu.
İnfaz ile ilgili Kanun Teklifi Değişikliklerine dair (S.S.207) Adalet Komisyonu Raporunda yazıyor. Denilmiş ki; “Terör suçu ve devlet güvenliği aleyhine suç kavramları bulunmakla birlikte siyasi suç diye bir kavram Türk hukuk sisteminde yer almamaktadır. Dile getirildiği gibi hiç kimsenin düşünce ve ifadelerinden dolayı cezalandırılması veya ayrımcılığa tabi tutulması gibi bir durum kesinlikle söz konusu değildir.”
Hiç kimse kanun yapıyorum derken kendisine ve kimseye hapishane duvarlarını örmesin.
Ceza hukuku son çaredir, ilk başvurulacak hukuk değildir. Amaç insandır, siyasal iktidarların gücünü kullanma aracı değildir. Siyasal suç vardır, siyasi davaların varlığı gerçektir.
Yargı Reformu Stratejisiyle 30 Mayıs 2019’da kabul edilip açıklandığına göre “Tutuklama tedbirine başvurulmasını zorlaştıracak düzenlemeler yapılması” amaçlanmıştı. Demek ki “tutuklama” yargı kararlarıyla çok kolay uygulanabiliyordu ki; zorlaştırılması hedefleniyordu.
Tutukluluk tedbirdir ve salgın yüzünden yaşamları çok daha fazla risk altında bulunan tutukluların hiçe sayıldığı bir infaz sistemi yaratmak adalete ve vicdanlara sığmaz.
Devlet kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının sınırlandırılmasında kullanacağı “sınırlandırma hakkını” hak ihlaline neden olmadan kullanmalıdır.
Aksine davranış, kanun yapmakta ayrımcılıktır Anayasaya ve Sözleşmeye aykırılıktır.
Vicdanları bazen sızlayanlardan bile olsanız; ceza infaz kanunlarının değişikliği sırasında hapishanelerde bulunanlar için “terör suçlusu/suçu” veya “tutuklu/hükümlü” ayırımlarından vazgeçerek yapılacak iyileştirmeler; zaten olması gereken iyiliktir.
Vicdanları sızlatmayın, yeniden kanatmayın…