2019 yılının 31 Mart’ının pazar gecesi yine bir pazar akşamının saat on dokuz otuzuna değin sürdü, ama tarih bu kez 23 Haziran’ı gösteriyordu. ‘Hiçbir şey olmasa bile bir şeyler olmuştur’ günleri -özellikle bunu yumurtlayanlar için- uzun, kolay geçmeyen gecelerle gündüzlerden oluşan korkutucu bir zaman dilimi oluşturmuş olsa gerek.
Mart 2014 yerel yönetim seçimleri, Gezi eylemleri sonrasının ve AKP iktidarında şaibe ve eşitsizlik tartışmalarına en yoğun konu olan ilk seçim olma özelliğine sahip. 2014 yerel yönetim seçimleri şaibelerin, adaletsizlik ve eşitliksizliklerin yoğunluk kazandığı seçimler olmanın ötesinde, beş yıllık seçim fırtınası döneminin de başlangıcı.
Bu seçimlerde Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ıslak imzalı sandık seçim tutanaklarının ibraz edilememesi ya da itirazların tutanağa geçmemesi nedeniyle itirazları reddederken, gelecek seçimler için içtihat oluşturma gibi bir dert taşımıyor, sorun çözüyordu.
2014 yerel yönetim seçimlerinde kır ve kentiyle ilin tümünü içine alan büyükşehir belediye başkanlığı (BBB) uygulaması 81 ilin 30’unu kapsar biçimde ilk kez yapılıyor ve -belki de- ülke başkanlık modelinin iller ölçeğindeki denemesi gerçekleştiriliyordu. Bu seçimlerde AKP, muhalefetin (ıslak imzalı sandık seçim tutanağına sahip olma) hazırlıksızlığı ve de YSK’nın başarılı sorun çözücülüğü sayesinde 30 BBB’den 18’ini kazandı.
Yerel yönetim seçimlerinden dört buçuk ay sonra iki turlu cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu yapıldı ve o ilk turda Erdoğan geçerli oyların yarıdan fazlasını alıp parlamenter sistemin seçmen tarafından doğrudan seçilen ilk cumhurbaşkanı oldu.
Anayasa gereği Erdoğan tarafsız ve partisiz Cumhurbaşkanı olarak görev yapıyordu. Ancak cumhurbaşkanlığı seçimlerinden on ay sonra yapılan Haziran 2015 genel milletvekili seçimlerinin öncesinde ve elbette sonrasında da bu tarafsız ve partisiz olma durumu unutuldu, bitti-gitti, yok oldu.
2014 yerel yönetim seçimleri öncesi, süreci ve sonrasında sivil toplum örgütleri, siyasal partiler ve seçmenleri; AKP’nin iktidar anlayışını, YSK ve işlevlerini, toplumsal taleplere yaklaşım biçimlerini görüp kavradıkları için olsa gerek, kullandıkları oylara ve sandığa sahip çıkmayı bir davranış biçimine dönüştürdüler.
Bunun sonucu, 2015 Haziran genel milletvekili seçimlerinde AKP, parlamentodaki milletvekili çoğunluğunu yitirdi.
Bu olmayacak bir şeydi. Olmaması gerekiyordu. Ama oldu, olduğuna göre de mutlaka düzeltilmesi gerekirdi. Sonuçta Bahçeli’nin katkısı, Davutoğlu’nun sonuçsuz görüşme teknikleri ve Erdoğan’ın kararıyla koşar adım tekrar seçime gidildi.
Haziran’dan Kasım’a kaos içinde kanlı-bombalı günler yaşandı, ‘gör bak biz olmazsak neler olur’ temalı propaganda dönemi ardından yeniden AKP, terkisine atlayan MHP ile kol-kola, yeni üretecekleri sisteme doğru koşmaya başladılar.
Nisan 2017’de OHAL (Olağanüstü Hâl Yasası) uygulaması altında, Erdoğan-Bahçeli ittifakıyla meclis denetimsiz partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi YSK’nın olmayanı oldurma metoduyla (yasanın karşı hükmüne rağmen mühürsüz pusula ve zarfla kullanılmış oyların geçerli kabullüyle) yürürlük kazandırılarak, uygulamaya kondu. Sonuç da referandum gecesi Erdoğan’ın balkon konuşmasında “atı alan Üsküdar’ı geçti” veciz sözüyle kitlelere duyuruldu.
Referandumdan 14 ay sonra 24 Haziran 2018’de cumhurbaşkanı ve milletvekillerinin yeniden seçimiyle meclis denetimsiz partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi tüm yönleriyle uygulamaya konmuş oldu.
Devlet olanaklarının sınırsız kullanıldığı, eşit-adil ve de şeffaf olmayan bu seçimlerden Erdoğan Cumhurbaşkanı, AKP de meclis çoğunluğuna sahip iktidar partisi olarak çıktı. Ancak bu Erdoğan ve AKP’nin tek başına değil, seçime Cumhur adı altında ittifakla giren AKP ile MHP’nin ortak başarısı oldu. Dolayısıyla bu ümmetçi İslam yerine yeni söylemleriyle yerli-milli İslam’ın yansıması olarak görülüp, sonsuza uzanacak bir ittifak gibi sunularak geçmiş aldatılmışlıklara (!) sünger çekildi.
Mart 2014’ten beş yıl, Haziran 2018’den dokuz ay sonra, zamanında yapılan seçimler olarak yerel yönetim seçimleri iktidarın yeni sistem paniğiyle hem yerel hem de genel yönetim seçimleri olarak algılanır hale geldi. Buna da Erdoğan’la Bahçeli tarafından seçim propaganda odağının ülkenin beka sorunu olarak seçilmesi neden oldu. Ve bu süreç, son beş yıl içindeki ikinci tekrar seçiminin yaratılmasına değin uzandı.
Mart 2014’ten Haziran 2019’a değin Türkiye; iki yerel yönetim, iki cumhurbaşkanlığı, biri tekrar olmak üzere üç milletvekilliği, bir referandum ve İstanbul tekrar BBB seçimi olmak üzere sekiz seçim döneminde dokuz seçim yaşadı.
Tam bir seçim fırtınası! Gelin şimdi aşağıdaki tablodan seçim fırtınası dönemindeki ilk ve son seçimlerin sonuçlarına bakarak değişimin yönünü irdeleyelim.
30 büyükşehir, Türkiye nüfusunun ve dolayısıyla seçmeninin -yaklaşık- dörtte üçünün yaşadığı illeri ve ülkenin orta ve üst düzeyde gelişmiş bölgelerini kapsıyor. Ayrıca 2014 yerel yönetim seçimleriyle yürürlüğe giren BBB yönetim modeli Türkiye’ye 2017 referandumu ve 2018 seçimleriyle giydirilen yeni yönetim sisteminin de bir biçimiyle öncülü.
2014 yerel yönetim seçimlerinde BBB seçimleri açısından 30 il toplamında AKP tek başına kayıtlı seçmenlerin yüzde 39’unun oyunu alırken, 2019’da ittifak yoluyla tek aday göstererek ‘Cumhur İttifakı’ olarak ulaştıkları oran yüzde 38,8 (34,8+4,0). Buna karşın AKP ile MHP’nin 2014’de kazandığı BBB sayısı 21 iken, 2019’da 16’ya iniyor; hem de Adana, Ankara, Antalya, İstanbul, Mersin gibi önemli büyükşehir kayıplarıyla.
2014’ten 2019’a uzanan dönemde AKP ile MHP’nin oy kayıpları önemsiz görülebilir. Çünkü en büyük kayıp, MHP’nin bölünmesiyle İYİ Parti’ye kayan oylarda gözleniyor. AKP’nin kayıplarının ise ağırlıkla sandıktan uzaklaşma, diğer partilerle bağımsızlara yönelme şeklinde ortaya çıkışı, ilk bakışta üstesinden gelmenin zor olmayacağı bir oy kayması olarak değerlendirilebilir. Ama seçmenin iktidar bloğundan uzaklaşmasına ek olarak muhalefet partilerinin toplumsal talep karşısında demokrasi doğrultusunda ortak harekete yönelmek zorunda kalışı, Cumhur ittifakının kendi kazdığı kuyuya düşmesinde büyük önem taşıyor.
2002’de demokratik hak ve özgürlükler vaadiyle, toplam kayıtlı seçmenlerin dörtte birinin oylarıyla tek başına iktidara gelmiş parti olarak AKP, otokratik İslamcı yönetim anlayışının süreç içinde kitlelerde demokratik hak ve özgürlükler talebi doğuracağını elbette biliyor ve öngörüyordu. İşte bu öngörüyle AKP ümmetçi İslam paradigmasının çöküşü sonrası MHP’yle ittifak yaparak, ‘Türk İslam’ı dedikleri “yerli ve milli” olma vasfı giydirilmiş -ve iktidarda kalmayı mümkün kılacağı öngörülen- yeni bir sistem keşfettiler. Bu zorunluluk ve öngörüyle AKP ile MHP (Erdoğan’ın da istemlerine yanıt verecek öz ve biçimde) denetimsiz partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine,‘atı alan Üsküdar’ı geçer’ yöntemiyleyürürlük kazandırdılar.
Bir ekonomik kriz sonrası demokratik hak ve özgürlükler vaadiyle iktidarla kucaklaşan AKP, seçmenlerin benzer talepleriyle karşılaşınca uyguladığı ötekileştirme, baskı ve sindirme politikalarıyla iktidarın UNUTTURUCU etkisini kabaran göğsüyle ciğerlerine doldurdu. Aynı dönemde toplum 17 yıldır yaşadığı deneyimlerden biriktirdikleri, Gezi deneyiminin kazandırdıkları, eşitlik ve dayanışmanın bilinciyle ÖĞRENEN TOPLUM işlevini içselleştirme sürecini yaşıyordu. Bu süreci hızlandıran iki şey üst üste geldi. Biri ekonomik kriz, diğeri ise sonuçlanmış ve kaybedilmiş bir seçimin iktidarın isteği doğrultusunda YSK tarafından iptali.
Dört yıl önce yaşanan tekrar seçimden sonra, ikinci bir tekrar seçim yine iktidarın dayatmasıyla gündeme geliyordu. İlk tekrar seçim, kaos içinde kanlı-bombalı bir dönemin ardından iktidarın ilk seçimde yitirdiği çoğunluğu eşit ve de adil olmayan bir yolla geri almasını sağladı. Bu iptalin amacı da farklı olamazdı. Ama sonuç farklı oldu. İlkinde 13-14 bin oyla yitirdiği İstanbul BBB seçimini Cumhur ittifakı bu kez 800 bini aşan oy farkıyla kaybetti. Ve elbette bu süreçte Cumhur ittifakının adayına oy verenler, kayıtlı seçmen bazıyla 2,1 puan daha azaldı. Bu arada rakip aday iktidarın komplosuyla güçlenirken Cumhur ittifakından aldığı 2,1 puanlık oyun üzerine 1,4 puan diğer parti seçmenlerinden, 1,9 puan da ilk seçimde sandık başına gitmeyen seçmenlerden alarak oy farkını büyütüp, iktidara hezimet yaşattı.
Bu da toplumun, Erdoğan’ın iktidar olma talebinin gerisinde topluma demokratik hak ve özgürlükler getirmek değil, ülkeyi otokratik İslam devletine dönüştürme özleminin yattığını düşündürmeye başlaması anlamına geliyor.
Sonuç yerine
AKP ile MHP -özellikle son iki/üç yılda daha da yoğunluk kazanan politikalarıyla- 30 büyükşehirde, BBB seçimleri açısından beş yıl içinde (% 50,7’den % 38,8’e düşerek) yüzde yirminin üstünde bir oy kaybı yaşıyorlar. Bu oranın İstanbul’da son üç aylık dönemde yüzde 5’in de üzerine çıkması AKP-MHP birlikteliğinin (ayrı ayrı ve ittifak olarak) dağılma sürecini, tepeden aşağıya doğru hızla ve dağılarak inen çığ örneği ile özdeşleştiriyor.
Türkiye, (1980 darbesinden bu yana) son 40 yıldır neo-liberalizmin yeniden inşa ve yapılandırma sürecinde dalgalı bir seyirle yoluna devam etme çabasında. Bu dalgalı süreçte seçmenler özgürce örgütlenme olanağından yoksun olarak bir cazibeden bir başka güç odağı cazibesine koşarak, yarınlar için ümit üretme çabasındalar. Oysa artık gelinen evrede günü kurtarmanın hiçbir şeyi çözmediği açık. Oysa amaç iyi, güzel ve doğruyla yarınları hedefleyip, o yöne yürüyebilmeyi sağlamak olmalı.
Yaşadığımız günleri, olay ve olguları anlık çözümlemelerle ele almak kolay değil. Ve hatta zor. Ama daha da zoru var, örneğin belirli olguları geçmişi, anı ve ayrıntılarıyla inceleyip irdeleyerek bugüne ve de onun üzerinden yarınlara ulaşmak. Son dört-beş yıldır ben de (sürekli ve düzenli olmasa da) kamuoyu araştırmalarından, seçmenlere ve seçimlere uzanan (çoğu bianet’te yayımlanmış) konularda anlık değerlendirmeler içeren, kimi zaman tartışmak kimi zaman da bildiklerimi paylaşmak istediğim onlarca yazı yazdım. Ama günlük, anlık yazılar kapsamlı ve ayrıntılı çalışmaların önünü kesici etkiler üretiyor (en azından benim için). Ham meyveyi ağacından koparmak gibi.
İşte onun için zaman zaman yazdığım günlük yazılara da ara vererek, 80 sonrası Türkiye’yi siyasi partileri, seçmenleri ve seçimleriyle daha iyi anlayıp derinlemesine çözümlemek ve yaşanılan süreci bir bütün olarak ele alarak yeniden bugüne ulaşmayı amaçlıyorum. Araştırmacılığı, siyaseti, solu ve de kendimi kısır döngünün dışına atabilmek için yürünmesi gereken çok yol ve yapılacak çok iş olmalı diye düşünerek, 23 Haziran 2019 seçimlerinin yalınlığı ve karmaşıklığını anlayıp anlatacak noktaya varmak üzere buradan yola çıkmanın, (en azından kendim için) elzem olduğu kanısına vardım. (ST/EKN)
* Fotoğraf: AA - Arşiv