31 Mart yerel seçimlerinin üzerinden dört gün geçti fakat etkisi uzun bir süre konuşulacakmış gibi. YSK’ya yapılan itirazlar, siyasilerin söylemleri, partilerin tavırları günlerdir konuşuluyor. Bu süreçte partiler ve yarışan adaylar kadar konuşulan bir konu daha var: Medya.
Seçim sürecinde ana akım medyanın muhalefet partilerine karşı tutumu ve Anadolu Ajansı’nın seçim gecesi veri akışını kesmesi tepki çekti.
Seçim sürecinde ve sonrasında medyada yaşanan gelişmeleri Kadir Has Üniversitesi öğretim görevlisi Doç. Dr. Suncem Koçer bianet’e değerlendirdi.
Koçer, medyanın tekelleştiği bir ortamda sağlıklı bir seçim kampanyası yürütmenin ve medyayı da seçmenlere ulaşmanın bir ayağı olarak düşünmenin çok zor olduğu kanısında.
"Medya tekelleştikçe etkin ve çeşitli siyasal iletişim de yapılamaz hale geliyor"
Seçim döneminde özellikle ana akım medyanın tavrı çok tartışıldı. Siz bu dönemde medyayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Adil ve demokratik bir seçim gerçekleşmesinin en önemli koşullarından biri, medyanın siyasal iletişim alanı olarak tüm partilere ve adaylara eşit bir şekilde açık olması.
Türkiye’de bunu bir süredir yaşamıyoruz. Aslında bu durum 31 Mart yerel seçimine özgü değil ama bu seçimde daha ciddi bir şekilde hissedildi. Muhalefet partilerinin adaylarının ya da etkinliklerinin seçim kampanyaları esnasında medyaya dengeli biçimde yansımadığını gördük.
Medya tekelleştikçe etkin ve çeşitli siyasal iletişim de yapılamaz hale geliyor. Çünkü medya, adaylar açısından seçmen kitlesine ulaşmanın en önemli bir ayağı.
Diğer yandan, seçim gecesi yaşananlar hala ülkenin gündeminde. Anadolu Ajansı’nın veri akışını durdurmasına dair tartışmalar devam ediyor.
Devlet ajansının tüm görüşlere eşit mesafede olması gerekli. İnsanlar seçim gecesi veri akışı durunca “Acaba Anadolu Ajansı’nda teknik bir aksaklık mı oldu?” diye sormuyorlar. Olanı bağlamına oturtup, burada bir iş var sonucuna varıyorlar. Anadolu Ajansı’na dair hali hazırdaki güvensizlik, ajansın yanlılığı seçim gecesi yaşanan olayların ve insanların bu algısının bağlamını oluşturuyor.
"Manşetler gerçeği gizlemek için atılıyor"
Peki seçim gününün hemen ertesi günü muhalefeti yok sayan manşetler?
Seçim bittikten sonraki gün atılan manşetler beklenmedik şeyler değiller. Manşetler halihazırda var olan gerçekliği evirip çevirmek ve olanı üzerinde hakimiyet kurulabilecek bir anlatımın içine yerleştirmek üzere atılıyor. Belirsizliğin hakim olduğu ve her şeyin hala havada olduğu bir ortam yaratılıyor.
AKP Genel Başkan Yardımcısının bir ifadesine denk geldim. Ekrem İmamoğlu’na “Sen seçildiğini nereden biliyorsun?” diye soruyordu. Adayın kendisini geçelim ama yurttaşlar kimin seçildiğini prensipte ancak medyadan öğrenebilir. Medyanın da her şeyden önce olgular ve objektif verilerle ve tartışmaları tüm yönleriyle aktaran haberler yapması gerekir. Halbuki, bilinenin bilinmemesine ya da her şeyin havada olmasına çalışılan bir ortam var.
Henüz sonuçlar netleşmemişken İstanbul’da ‘teşekkürler’ afişlerinin asılması, sonra kaldırılması, sonra tekrar asılması. Yani ayağımızı basabileceğimiz, temellenebileceğimiz bir hakikat yokmuş hissine kapılıp yurttaşlar olarak, anlamsal bir kaosun içinde yaşamaya itiliyoruz. Bunun da gücü elinde tutanlar açısından avantajları oluyor.
"Çeşitliliğin olmadığı bir medya ortamının sonuçları"
Propaganda döneminde televizyon ekranlarında Buket Aydın’ın Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylemlerine kahkaha atmasını veya Turgay Güler’in Ekrem İmamoğlu’nu aşağılayıcı bir dil kullanmasını nasıl değerlendirirsiniz?
Dediğim gibi medyanın tekelleştiği bir ortamda sağlıklı seçim kampanyası yürütmek, medyayı da seçmenlere ulaşmanın bir ayağı olarak düşünmek gerçekten çok zor. İki türlü şey olabiliyor; ya muhalefet adayları-partileri görmezden gelinebiliyor, yok sayılabiliyor, onlara eşit ve yeterli ekran alanı açılmıyor. Ya da muhalefet adaylarının-parti temsilcilerinin ekrana çıkartılıp onlara alaycı bir tonla yaklaşılabiliyor.
Her durumda tam anlamıyla demokratik olmayan, çeşitliliğin olmadığı bir medya ortamının sonuçları bunlar. Türkiye’deki medya ortamı böyle bir seçim medyasını getiriyor. Böyle bir seçim medyası belki böyle bir seçim sonucunu getiriyor. İçinde bulunduğumuz hakikat sonrası çağ da beraberinde bu tarz bir siyasal iletişim ve medya ilişkilenmesini getiriyor.
"Medya, iktidar ve sermaye ilişkisi Türkiye'de sorunludur"
Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Şenol Kazancı’nın Erdoğan’ın danışmanı olduğu dönemde AKP’nin seçim çalışmasını yürüttüğüne dair görüntüler çıktı. Seçim gecesi ise veri akışının İmamoğlu’nun Yıldırım’ı puansal olarak yakaladığı anda durması tartışma yarattı. Bu bağlamda partili bir ajans başkanı olmasını nasıl değerlendirmek gerekir?
Bazı şeyler Türkiye’de artık kanıksanmış görünüyor. Aslında devlet ajansının özerk olması, toplumun tüm kesimlerine eşit derecede yer vermesi, siyasi seçim dönemlerinde belli bir takım ilkelerle hareket etmesi gerekir. Diğer yandan da bir kişiye, Anadolu Ajansı başkanına bunun endekslenmesi de doğru değil. Bunu yapısal bir problem olarak düşünüyorum ben.
Ayrıca bu sadece Anadolu Ajansı’na da özgü bir durum da değil. Genel olarak Türkiye’de medya, siyaset, sermaye ilişkisine hep kirli olmuştur. Medya, iktidar ve sermaye ilişkisi Türkiye’de sorunludur. Bu sadece AKP döneminde böyle değildi. Şu an içerisinde bulunduğumuz durumun elbette özgün yanları var. Bu kadar kanıksanması mesela. Bugün Anadolu Ajansı’nın özerk olması gerektiğini vurgulamak durumunda kalıyoruz.
Ama bunu tarihsel perspektife koyup yapısal handikaplarını incelediğimizde aslında daha geniş bir resim görebiliriz. O geniş resim de yine bugünü analiz etmekte çok önemli bir veri sağlıyor bize. (HA)
SEÇİM DÖNEMİNDE MEDYA
Doç. Dr. Suncem Koçer: "Çeşitliliğin Olmadığı Medyanın Sonuçlarını Yaşıyoruz"
Doç. Dr. Esra Arsan: "Medya, Gerçeği Olabildiğince Geciktirmek İstiyor"