ABD sürmekte olan postmodern karakterli yeniden paylaşım savaşında yeni bir evreye geçmek istiyor. Bu doğrultuda son dönem artan diplomatik turları, uluslararası toplantıları ve konferansları savaşın diplomasiyle sürdürüldüğü, tırmandırıldığı (Diplomilitarizm) bir zemin olarak daha yoğun değerlendiriliyor. Bu politikaların sunumundaki tonsa, bütün dünyaya karşı daha doğrusu kendi tarafında olmayanlara dönük yoğun bir tehdit dili barındırıyor.
ABD’nin bu diplomatik ataklarının bir bölümünü Savunma Bakanı Vekili Patrick Shanahan'ın, Afganistan ve Irak ziyareti oluşturdu. Bu ziyaretlerin Afganistan ayağında ABD’nin henüz Afganistan’dan kısmen de olsa asker çekmesinin gündemde olmadığı yinelendi. Ayrıca Afganistan yönetimi Trump’ın Güney Asya Stratejisi’ne bağlı olduğunu yineledi. İkinci ziyaret Irak’aydı. Burada İran’ı çevreleme siyaseti ve Suriye’de IŞİD sonrası ABD askerlerinin daha yoğunluklu olarak Irak’ta konuşlanması tartışma konusu yapıldı. Fakat Irak yönetimi böylesi bir girişimden hoşnut olmayacağını açıklamalarla gösterdi. Shanahan Irak’tan sonra NATO toplantısına katılmak üzere Brüksel’e geçti.
ABD Dışişleri Bakanı Pompeo ise Avrupa turuna Macaristan’dan başladı. Burada Huawei’nin Macaristan’da üretime yönelme olasılığı ve artan etkinliğine karşı Macaristan yönetimini uyardı, özetle Huawei’nin casusluk faaliyetleri için kullanılabileceğine değindi.(1) İkinci başlık Türk Akımı-2’yi desteklememeleri, bir diğeri ise F-16 satışıydı. Macaristan’ın demokrasi sorunu ülkede ayakta kalabilen sınırlı sayıda insan hakları örgütüyle olan görüşmeye sıkıştırılmıştı. Çok daha “mühim sorunlar varken” elbette zamanı mıydı şimdi demokrasiden özgürlüklerden falan bahsetmenin…
Slovenya ve Polonya duraklarında da Huawei-Çin, silah satışları ve Orta Menzilli Füzeler Anlaşması üzerinden de Rusya hedefteydi.
Varşova Konferansı
Polonya’nın ev sahipliğinde ABD-İsrail organizatörlüğünde Varşova’da 13-14 Şubat’ta gerçekleşen “Ortadoğu’da Barış ve Güvenliğin Geleceği” konferansının ana gündemi İran karşıtı politikalardı. Netenyahu ve Pompeo’nun açılış konuşmalarıyla başlayan toplantıya aralarında Umman, Suudi Arabistan, Bahreyn, Yemen, Ürdün, Kuveyt, Fas, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Tunus gibi Arap ülkelerinin de bulunduğu 60 kadar ülke katıldı. Türkiye, Irak, Lübnan, Filistin, Katar ve Cezayir ise katılmadı. Avrupa bünyesinden ise İngiltere Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt’ın dışında üst düzey bir katılım gerçekleşmedi. O da sadece Yemen konulu oturuma iştirak etti. Bu durum öncelikle AB-İran ilişkilerinden rahatsız olan ve bu toplantıyı AB topraklarında düzenleyen ABD-İsrail cephesine karşı bir gol olarak nitelenebilir. Tabii böyle bir gelişme Trump yönetimi için başka başlıklar altında AB’de yeni çatlaklar yaratma, AB’nin ABD gölgesinden çıkmasının engellenmesi arayışının sürdürülmeyeceği anlamına hiç bir biçimde gelmez. Nitekim Nisan sonunda gerçekleşecek olan İspanya erken seçimlerinde sağın yeniden burada iktidara gelmesi bu eğilimi bir hayli güçlendirecektir.
Ayrıca Anti-semitizm’i politik bir düstur olarak benimsemiş mevcut Polonya yönetiminin bayrağı altında İsrail’in “İran yeni bir Yahudi soykırımı yapmayı hedefliyor…” diyerek toplantı yapmasıysa fazlasıyla trajikti.
Toplantıdan beklendiği üzere İran karşıtı yaptırımların ağırlaştırılması, ek olarak ABD İran Temsilcisi Brian Hook’a bakacak olursak “Üç H” nin (Hizbullah, Husiler ve Hamas) İran’ı çevreleme siyasetinde ilk hedefler olduğu dile getirildi. Bir de “çalışma grubu oluşturulması” kararı çıktı. Ve bu çalışma grubu anında çalışmaya başladı. Toplantının hemen ertesinde ABD Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni İran’ın balistik füze denemesi yaptığını ileri sürerek olağanüstü topladı. ABD Temsilcisi Nikki Haley, “İran’ın 29 Ocak Pazar günü orta büyüklükte bir füze deneme testi yaptığını açıkladı. Mealen “ABD saf değildir. Beklemeyeceğiz. Onlara yaptıklarımızı göreceksiniz. Onların, bunun kabul edemeyeceğimiz bir konu olduğunu anlamalarını sağlamaya kararlıyız” dedi.
İran tartışması elbette IŞİD’in Suriye’de yenilmesi ve bölgede yeni pozisyon alışlarla da yakından ilintili. Bu anlamda 14 Şubat’ta gerçekleşen Soçi görüşmesine de bir alternatif oluşturuyordu. Rusya ne kadar bölgedeki pozisyonunu sağlama alan, ilerleyen bir yol tutturmak istiyorsa tersi ABD-İsrail-Suudi ittifakı için de geçerli. Erdoğan yönetimi ise adeta ne yapacağını şaşırmış durumda. Ne ABD’den ne de Rusya’dan istediğini alamayan Erdoğan bağırarak iç tribünlere oynama alışkanlığını sürdürüyor. Fakat gelen haberler doğruysa bugün (Pazar) başlayan İdlip operasyonu bu tür tiratları iyice anlamsızlaştırabilir.
NATO Toplantısı
Brüksel’de 13 Şubat 2019'da gerçekleşen bu toplantıda Afganistan, Kosova, Irak, Rusya, Ukrayna ve Avrupa Birliği- NATO ilişkileri masaya yatırıldı. Burada “büyük şeytan” bu kez İran değil Rusya olmuştu. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg adeta Trump’ın sözcüsü gibi davrandı.(2) "2016 yılından bu yana Avrupa Birliği ülkeleri ve Kanada savunma harcamalarını 41 milyar dolar artırdı. Önümüzdeki yıl bu rakam 100 milyar dolara yükselecek.” dedi.
Açıklamalarda NATO bünyesinde 30 kara taburu, 30 hava filosu ve 30 savaş gemisinin 30 gün içerisinde harekata hazır hale getirilmesi planlandığı bilgisi de yer alıyor.
Niye, neden gerekiyor bütün bunlar? Sorusunun yanıtı ise ortada yok, çünkü Trump istedi, çünkü ABD silah sanayi istedi diyecek halde olmaya mecalleri olmasa gerek.
Aday üye Kuzey Makedonya’nın da davetli olduğu toplantıda Stoltenberg şunları da söylemiş: "Afganistan'daki görevimiz öncelik taşıyor. Afganistan'daki birliklerimizi desteklemeyi ve eğitmeyi sürdüreceğiz. İŞİD'in yeniden ortaya çıkmaması için Irak'a destek olacağız. Tüm Batı Balkan ülkelerinin güvenliğinden emin olacağız. Ayrıca Kosova'daki güvenlik güçlerimizin entegrasyonundan da emin olacağız.” Bu cümlelerde sıralanan “desteklemek-eğitmek-güvenlik-entegrasyon” gibi kavramların ne manaya geldiğinin yorumlanmasını da artık sizin hayat tecrübenize bırakıyorum.
NATO toplantısında ana gündem başlıklarından biri olarak konulmasa da bir diğer tartışma konusu “AB ordusu” idi. Bu tartışma daha sonra Münih Güvenlik Konferansı’nda da sürdürüldü. NATO ve AB ordusunun her ne kadar uyum içinde olacağı türünden sözler sarf edilse de en azından ABD açısından ayrı bu türden “bağımsız” kıpırdanmaların hoş görülmediği anlaşılıyor. ABD ve tüm diğer tarafların Mayıs ayında gerçekleşecek Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerini bir dönüm noktası olarak gördüğü ve bu süreci AB’nin dümenini ele geçirmek-etkilemek doğrultusunda azimli bir faaliyetle değerlendirecekleri görülüyor.
Münih Güvenlik Konferansı
15-17 Şubat tarihlerinde toplanan 55. Münih Güvenlik Konferansı (MGK) Raporu’nun ön sözünde özetle “Günümüzde ABD, Çin ve Rusya arasında büyük güçler rekabetine dayalı yeni bir dönem ortaya çıkıyor ve aynı zamanda ‘liberal dünya düzeni’nde belirli bir yönetim boşluğu yaşanıyor. Ortadoğu büyük bir dönüşüm içinde. ABD geleneksel liderlik rolünden ayrılıp çıkarlarını bölgesel partnerler üzerinden korumaya bel bağlarken bölgesel güçler askeri kapasitelerini hızla artırıyor” deniliyor. Durum tespiti açısından bu değerlendirme başlangıç için önemli veriler sunuyor.
ABD, dünyayı “Baş Düşman-Çin”in yenilmesi temelinde Rusya, İran ve onların bölgedeki olası müttefiklerini geriletme, yaptırımlar, vekalet savaşları ve iktidar değiştirme politikalarıyla karşı karşıya bırakıyor. ABD emperyalist hiyerarşideki birincil pozisyonunu koruduğunda ısrarlı.
“Geçmişte çeşitli zafiyetlerimiz olsa da bugün ABD hiç olmadığı kadar güçlüdür ve dünya sahnesinde yeniden lider konumundadır” sözleri fütursuz bir öz güvenle Başkan Yardımcısı Pence’in ağzından Konferans’ta döküldü. Tabii bu gerçeği bütün dünyanın bilmeliydi ABD’nin düşmanı mı olacaklarını yoksa dostu mu olacaklarına karar vermeleri önemliydi. “Katil devrimci rejim İran, diktatör Maduro’dan mı yana yoksa demokrasi”den mi yana olacaklardı? Velhasıl soru basitti ama hayat öyle değil. Fakat o da ne? “Küçücük” bir sorun daha vardı, evet herkes silah almalıydı ama sadece bizden!!!, Doğudaki ayıların, pandaların kapılarını çalmak hiç mi hiç olmazdı….
Strateji mi trajedi mi?
Buradaki bir diğer başlıksa doğal olarak Ortadoğu ve Suriye’ydi. ABD'li Senatör Graham "ABD'nin bir eylem planı olmadığı takdirde Türkiye, YPG konusunda söylediğini yapacak" dedi. Graham “Türkiye’nin söylediği” neydi tam tanımlamadı ama pek iyi bir şey olmadığı anlaşılabiliyordu. Bir gün sonra bu meseleye yanıt "Strateji mi trajedi mi?” başlıklı oturumda ABD’nin Suriye özel temsilcisi James Jeffrey’den geldi. Suriye’den çekilme planını “Müttefiklerimize sürekli olarak söylüyoruz ki bu ani ve hızlı değil, adım adım ilerleyecek bir çekilme olacak, çekildiğimiz bölgelere Esad yönetiminin girmesine izin vermeyeceğiz” dedi.(3)
Bu konuda tartışmalar henüz sürüyor olsa da daha önce uluslararası basına 1500 Avrupa ülkelerinden asker 200 de ABD askerinin Kuzey Suriye’de konuşlanacağı haberleri yansımıştı. Muhtemel şekillenişin bu yönde olacağı ve Avrupa ülkeleriyle bu durumun pazarlığının yapıldığı varsayılabilir. Nitekim Kıbrıs yönetimiyle yeni bir askeri anlaşma yapan Fransa’nın Doğu Akdeniz’de varlığını artırma hesabı yaptığı ve Suriye’de de güç artırımına gitmesi, fırsatı kaçırmaması kuvvetle muhtemeldir.
Aynı toplantıda Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmet Ebul Geyt’in, "Türk askerlerinin güvenli bölgede görev almaması hem Türkiye hem Türk askeri için daha iyi olacaktır, ABD’nin Avrupalı askerlerin görev yapması isteği de yanlıştır ve biz Adana Mutabakatı'nın etkinleştirilmesini istiyoruz” demesi Rusya’nın “Esad ve Kürtler arasında diyalog-Adana Mutabakatı’nın işletilmesi” denklemini destekler nitelikte olması bir hayli dikkat çekici.
Kendine Nobel Barış Ödülü’nü yakıştırdığını belli eden Trump’ın gülünesi hali politikalarında maalesef yansıma bulmuyor, o cenah fazlasıyla kanlı. Son dönem tırmandırılan ABD’nin her alanda herkese dönük yukarıda anlatmaya çalıştığım “yeniden ben liderim, kabul edin…” dayatma siyaseti bu hafta sonu “IŞİD’i bitirdik” açıklamasıyla Trump tarafından taçlandırılacaktı ve zaferi kendine yazacaktı. Bu henüz bu gerçekleşmedi. Fakat Trump aynı zamanda ABD-İsrail’in bölgede bir Sünni devlet oluşturma siyasetinin de en azından şimdilik yenildiğini göremiyor. Halbuki Trump değilse bile Suriye savaşını tetikleyen ABD politikaları da IŞİD’le birlikte yenilmiş olacak…
Trump’ın IŞİD’le mücadele söyleminin burada biteceği sanmak ayrı bir yanılgı olacaktır. Şimdiden bu alana Irak, Yemen resmi olarak dahil edildi, bazı Afrika ülkeleri ve Afganistan’sa fillen yürürlükte yakında da özellikle Çin’i engelleme hedefli Pakistan, terörle-IŞİD’le mücadele konseptine alınırsa şaşırmayın…
Avrupa’nın tepkisi
AB’nin artık ne kadar bütünlüğünden söz edilebilir ayrı mesele fakat en azından olduğu kadarının tepkilerinin sözcülüğünü Münih Güvenlik Konferansı’nda Merkel üstlendi. Merkel İran’la nükleer anlaşmanın iptali ve Suriye’den çekilme kararı nedeniyle ABD yönetimini sert sözlerle eleştirdi. İran’a baskı yapabilmek için nükleer anlaşmanın devamının zorunlu olduğunu söyleyen Merkel, ABD’nin Suriye’den çekilme kararının da doğru olmadığını savundu. Hemen ve hızlı bir şekilde geri çekilmenin, Rusya ve İran'ın bölgede daha etkin oyuncular olmasının önünü açacağını söyledi. Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması'nı (INF) kurtarma girişimlerine devam edilmesi gerektiği ve ABD’nin Kuzey Akımı-2’ye dönük muhalefetine de "Bir Rus gaz molekülü, Ukrayna'dan veya Baltık Denizi'nden gelse de, bir Rus gaz molekülü olarak kalmaya devam ediyor” sözleriyle adeta alaycı bir yanıt verdi.
Merkel ayrıca Trump’ın AB’den ithal edilecek otomobillere yüzde 25’lik gümrük vergisi getirmesini eleştirdi. ABD yönetiminin Almanya yapımı otomobillerini tehlike olarak görmesini anlayamadığını, otomobilleri ile gurur duyduklarını söyledi. Almanyalı otomobil sanayicilerinin de hassasiyetleri unutulmamış oldu.
Gözüken o ki büyük güçler savaşı diye de ifade edilen içinde bulunduğumuz postmodern karakterli yeniden paylaşım savaşı dünya genelinde yeni cepheler açarak ve bazı eski cephelerde de derinleşerek daha uzun zaman devam edecek. Derdim tabii ki felaket tellalı gibi sadece size kara haberleri sıralamak değil, dünyayı aslında çocuklarımızın geleceğini kurtarmak için biz ne yapacağız sorusunu sormak… (AS/HK)
(1) Bu doğru olabilecek bir yorum fakat yakınlarda açığa çıkan Birleşik Arap Emirlikleri tarafından düzenlenen, iPhone ağının ve CIA ajanlarının da kullanıldığı casusluk olayı ortada dururken “casusluk sorunu”nu sadece Çin-Huawei çerçevesinde tartışmak, sanıyorum “ajanlık gerekiyorsa onu da sadece biz yaparız” demekten öte bir anlam ifade etmiyor.
(2) Stoltenberg Münih Güvenlik Konferansı’nda da bu tavrını sürdürdü. ABD Başkanı Donald Trump'ın NATO müttefiklerine karşı tavrına ilişkin Stoltenberg, "Başkan Trump ile her bir araya geldiğimde bana NATO'yu sevdiğini söylüyor. Hatta ittifakı yüzde yüz desteklediğini dile getiriyor… Sadece Trump'ın tarzı diğer başkanlardan biraz farklı ve gerçekte ABD ile AB'nin hiç olmadığı kadar fazla iş birliği yaptığını” söylemesi sözcülük-avukatlık pozisyonunda ısrarlı olduğunu göstermesi açısından önemliydi.
(3) Jeffrey belki de burada dile getirilmesi gereken asıl meseleyi unuttu, o forumda mesela TC, Rusya, ABD, Arap Birliği ve Lübnan varken Suriye halklarının temsilcileri niye yoktu?
* Fotoğraf: Münih Güvenlik Konferansı - MSC / Kuhlmann-AA