Almanya’da anayasal düzene karşı tehlikeleri tespit etmekle görevli istihbarat örgütü BfV’nin başkanı Hans-Georg Maassen, kendisini atayan hükümetin politikalarına karşı olduğu için görevinden alındı. Ardından kendisini doğruları söyleyen bir memur olarak öven aşırı sağcılardan kendi saflarında politikaya atılma çağrısı aldı.
Almanya’da aşırı sağcı eğilimli asker ve polislerin faaliyetlerine ilişkin soruşturmalar devam ederken, asıl görevlerinden biri de bunları takip etmek olan iç istihbarat örgütü BfV (Anayasayı Koruma Teşkilatı) de başkanının görevden uzaklaştırılmasıyla sonuçlanan skandallar nedeniyle gündemdeydi.
Ardından BfV’nin başkan yardımcılığına da Türkiye kökenli bir istihbaratçının, bir göçmen çocuğunun getirileceği haberi duyuldu.
Bir süre önce sivil hayata geçip, turizm sektörünün dev firmalarından TUİ’nin güvenliğini üstlenen terör uzmanı Sinan Selen’in yeniden devlet görevine döneceği ve BfV’nin operasyonlara yönelik faaliyetlerinin sorumluluğunu üstleneceği öğrenildi. Bu konuyla ilgili ayrıntıları daha sonraki yazıya bırakarak, önce son dönemde kamuoyunu bir hayli meşgul eden BfV’yle ilgili gelişmeleri özetlemeye çalışalım.
Görevi anayasal düzeni korumak
Merkezi Köln’de olan BfV (Bundesamt für Verfassungsschutz – Anayasayı Koruma Teşkilatı), Almanya’nın bilinen üç büyük istihbarat örgütünden biri. Anayasal düzeni korumak üzere ülkenin iç istihbaratından sorumlu. Açıklanan görevleri özetle şöyle: Terör örgütlerini, teröristleri destekleyenleri, başka ülkeler adına casusluk yapanları, kamusal düzene ya da ekonomiye yönelik her türlü sabotaj faaliyetlerini, kısaca adı gereği Anayasal düzeni korumak üzere, Anayasa’ya karşı faaliyet gösteren tüm kişi ve örgütleri takip etmek, bu kapsamdaki tehlikelerin analizini yapmak, bağlı olduğu Federal İçişleri Bakanlığı aracılığıyla devleti uyarmak.
Bunun için ajanları ve muhbirleri aracılığıyla “anayasal düzen için tehlikeli” olarak görülen parti ve hareketleri, “terör örgütü” olarak sınıflandırılan oluşumları takip ediyor, bu konudaki değerlendirmelerin bir bölümünü içeren kamuoyuna açık olan yıllık raporlar yayınlıyor.
Takip ettikleri arasında sadece illegal faaliyet gösteren sağcı, solcu, İslamcı illegal örgütler değil, hepsi de halen legal olan NPD, DVU gibi aşırı sağcı, DKP, KPD, MLPD gibi komünist partiler, Sol Parti’nin bazı milletvekilleri, aralarında Scientololoji’nin de yer aldığı çeşitli kurumlar yer alıyor. PKK, TKP-ML, THKP-C ve Milli Görüş gibi Türkiye kökenli örgütler takip edilenler arasında. Aşırı sağcı AfD’nin de (Almanya için Alternatif) anayasal düzene karşı ırkçı, kışkırtıcı bir parti olduğu gerekçesiyle takip edilen örgütler arasına alınması talebi de bir süredir hükümetin ve BfV’nin gündeminde.
DİTİB vesilesiyle gündeme geldi
BfV, 2016’daki darbe girişiminin ardından Almanya’nın birçok yerinde kurulu dernek ve camilerin çatı örgütü olan DİTİB’in (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği) faaliyetlerine ilişkin tartışmalar nedeniyle gündemde gelmişti. DİTİB, uzun süredir kendisini Almanya’da kurulu bir sivil toplum ve dini örgüt gibi göstermesine rağmen, aslında Ankara’ya bağlı olarak faaliyet gösterdiği gerekçesiyle eleştiriliyordu. 15 Temmuz’dan sonra bu eleştiriler arttı.
DİTİB cami ve derneklerinde görevli din adamı ve yöneticilerin “FETO üyesi” olduğu suçlamasıyla bazı kişileri Türkiye’ye ihbar ettikleri, üyelerini de ihbarcılığa davet ettikleri ileri sürüldü. Bazı imamlar hakkında “casusluk” soruşturması başlatıldı. DİTİB ize bu suçlamaları reddediyor ve bazı “münferit” olayların tüm teşkilata mal edilmemesini istiyordu. Ancak bu suçlamaları ciddiye alan çok sayıda politikacı, Almanya’da devletin ve yerel yönetimlerin DİTİB’le işbirliğine son vermesini, BfV’nin de bu teşkilatı takibat altına almasını talep etmeye başladılar.
Hükümetten yapılan açıklamalarda da bu konunun görüşüldüğü anlaşılıyordu.
Bu talepler uzun süre gündemde kaldı, BfV’nin konuyu değerlendirdiği belirtiliyordu.
Ancak iki hafta önce “Welt am Sonntag” gazetesinde çıkan bir haberde DİTİB’in BfV tarafından takip edilmesine gerek görülmediği bilgisi yer aldı. Ardından hükümetten yapılan açıklama da bu doğrultudaydı.
NSU skandalı BfV
BfV, asıl olarak 2011 yılında patlayan “NSU skandalları”ndaki anahtar rolü nedeniyle Almanya’daki Türkiye kökenli toplumun kolektif hafızasında büyük bir yer edinmişti. Takip edenler hatırlayacaktır. 2011 yılın polisin iki banka soyguncusuna karşı operasyonunun ardından “tesadüfen”, 1999-2007 yılları arasında 8’i Türkiye kökenli 10 kişinin infaz edildiği seri cinayetlerin kendisine NSU (Nasyonal Sosyalist Yeraltı) adını vermiş olan bir neo-nazi terör örgütü tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıkmıştı.
Konuyla ilgili soruşturma sırasında başta BfV olmak üzere istihbarat örgütleri ve polis, cinayetlerin aşırı sağcı teröristler tarafından işlendiğine ipuçları ve iddiaları ciddiye almadı. Soruşturmanın bu doğrultuda da sürdürülmesi taleplerine ısrarla karşı çıktılar. Olay bir ”tesadüf” sonucu ortaya çıkınca da, yıllar boyunca Almanya’nın dört bir köşesinde gezinip, küçük esnaf göçmenleri öldüren böyle bir kanlı örgütün varlığından bihaber olduklarını açıklamışlardı.
NSU’yla ilgili soruşturmalar, birbiri ardına patlayan skandallarda sürdü gitti, halen de devam ediyor.
Dosyaları imha etmişlerdi
En büyük skandal, NSU örgütünün tetikçi üyesi olduğu ileri sürülen teröristler başta olmak üzere aşırı sağcı şiddet eylemcileriyle ilgili BfV’deki binlerce istihbarat dosyasının kağıt kıyma makinelerinde imha edildiğinin ortaya çıkmasıyla patlamıştı (2012).
Bu işlem, hem de örgütün varlığı ve sorumlu olduğu eylemlere ilişkin resmi açıklamadan bir kaç gün sonra gerçekleştirilmişti. Dönemin BfV Başkanı Heinz Fromm, teşkilattaki kendi elemanları tarafından yanıltıldığını açıklayarak, skandalın sorumluluğunu üstlenmiş ve görevinden istifa etmişti. Ama bu arada imha emri veren daire başkanının bir şeylerin üstünü örtme niyetine ilişkin kuşkuları olduğunu da gizlememişti. Fromm, BfV’nin geçmişiyle ilgili ilk bilimsel araştırmayı yaptıran başkanıydı. Araştırma sonunda bu teşkilatla ilgili eleştiriler doğrulanmış, kuruluşu döneminde yüzlerce eski nazinin teşkilat içinde görevlendirildiği ortaya çıkarılmıştı.
Hans-Georg Maassen dönemi
Hans Georg Maassen (2012) |
BfV, Fromm’un istifasından sonra bu başkanlığa getirilen Hans-Georg Maassen tarafından yönetildi. Başbakan Merkel, NSU kurbanlarına ve topluma bu cinayetlerin ve saldırıların tam olarak aydınlatılacağına dair söz vermişti. BfV’nin bu konudaki sorumluluğu çok büyüktü. Ama sonuç çıkmadı. NSU örgütü ve cinayetler aradan geçen bunca zamana rağmen halen aydınlığa kavuşturulmadı. Federal Meclis ve eyalet meclislerinin bu konuyu araştırmak üzere kurduğu soruşturma komisyonlarının raporları, BfV’nin bu doğrultuda yardımcı olmadığı, hatta işi zorlaştırdığına dair şikayetler içeriyor.
Maassen, kendisinden önceki arka planda kalmaya özen gösteren istihbarat şeflerinin aksine adı sürekli gündeme gelen bir BfV Başkanı oldu. Bu dönemde Amerikan istihbarat örgütü NSA’in Başbakan Merkel’in mobil telefonuyla yaptığı görüşmeler dahil, Almanya’daki elektronik haberleşmeyi büyük ölçüde dinlediği ortaya ortaya çıktı. Maassen yönetimindeki BfV’yle NSA arasındaki yakın işbirliği yeniden gündeme geldi. Federal Meclis’te kurulan soruşturma komisyonlarının çalışmaları ve diğer soruşturmalardan da sonuç çıkmadı.
Hükümetin politikasına karşı
Maassen CDU’ya yakın bir bürokrattı, ancak göç ve sığınmacılar konusunda CDU’nun büyük ortak olduğu koalisyon hükümetlerinin politikalarına karşı olduğu anlaşılıyordu. Bu arada yıllar önce yazdığı doktora tezinde de göçmenler ve sığınmacıların hakları konusunda “çok problemli bir tarafgirliği” olduğu ortaya çıkarılmıştı. Buna rağmen emrinde çalıştığı Hıristiyan demokrat bakanlar tüm eleştirilere karşı onu korudular.
Aşırı sağcı partiye tavsiyeler
Ancak Maassen, adının karıştığı siyasi skandallarla gündemde kalmaya devam etti.
Aşırı sağcı parti AfD’nin anayasal düzene karşı olduğu gerekçesiyle BfV tarafından takip edilmesi talebi bağlı olduğu hükümetin gündemindeyken, onun bu partiden politikacılarla düzenli olarak biraraya geldiği ortaya çıktı. İddiaların içeriği çok ağırdı. Buna göre istihbarat örgütünün şefi, aşırı sağcı partinin yöneticilerine kendi teşkilatının takibatına hedef olmamaları için nelere dikkat etmeleri gerektiğini tavsiye ediyordu.
Maassen’in görevden alınmasına yenilek muhalefet partilerinin talepleri karşılıksız kaldı. Hükümet ona sahip çıktı. AfD de. Görevinde kaldı.
Chemnitz’deki linç girişimleri
Neredeyse Almanya’nın doğusundaki Chemnitz kentindeki olayların ardından patlayan skandalı bile atlatmak üzereydi.
Chemnitz’de Irak ve Suriyeli sığınmacılar, bir kavga sırasında Küba kökenli bir Alman vatandaşını öldürmüşlerdi. Sözkonusu kavgayı sosyal medya aracılığıyla “bir Alman’ın sığınmacıların tacizine uğrayan bir Alman kadını kurtarmaya çalışarak öldürülmesi” olarak duyuran aşırı sağcılar, kısa sürede sıradan halktan insanların da yer aldığı büyük kalabalıklar toplamış ve yabancılara yönelik “linç girişimleri” içeren toplu yürüyüşler gerçekleştirmişlerdi. Almanya’nın dört bir köşesinden aşırı sağcılar, neo-naziler, ırkçılar, holiganlar Chemnitz’e akın etmişti. Bir dönemler Karl Marks’ın adını taşıyan (Karl Marks Stadt) günlerce her türlü aşırı sağcının sokaklarına egemen olduğu bir şehir haline geldi.
Bu linç girişimleri Almanya’da Hitler öncesi dönemde sokaklara egemen olan nazi şiddetin çağrıştırıyordu. Bunun neden olduğu şok ortamında bir açıklama yaparak, bu durumu kınayanlardan biri de Federal Başbakan Angela Merkel oldu. Merkel bu çıkışıyla hem Almanya’ya ve hem de bu vesileyle tüm dünyaya “ülkesinde Hitler diktatörlüğü benzeri bir durumun yeniden olmayacağına dair” mesajını vermeye çalıştı.
Başbakanını yalanlayan bürokrat!
Ancak bu sırada devreye giren istihbaratın başındaki bir bürokrat, BfV Başkanı Maassen, Merkel’in açıklamasına konu olan söylentilerin sol kışkırtıcılar tarafından manipüle edilip, medyaya sızdırılan görsel malzemelerden kaynaklandığını ileri sürdü. Üstelik bu açıklama için, bu konularda sansasyonel habercilik yapan ve hükümetin sığınmacılar politikasına açıkça muhalif olan Bild gazetesini tercih etmişti.
Tabii Sol Parti ve Yeşiller’in yine görevden alınması çağrısında bulundu. Bu talep artık hükümet ortağı SPD’nin tabanından da destek görüyordu.
Ancak Federal İçişleri Bakanı CSU’lu Horst Seehofer, memurunu korumaya kararlıydı. AfD ise “Almanya’yı terör saldırılarından koruyan adamı görevden almak istiyorlar” iddiasıyla tartışmaya katıldı. Sansosyonel basında da bu doğrultuda yayınlar yapılıyordu.
Fakat Almanya artık kendi başbakanını açıkça yalanlayan bir istihbarat şefini taşıyamayacak duruma gelmişti. CDU’dan bazı politikacılar da bu doğrultuda tavır almaya başlamıştı. Seehofer tepkilerin giderek artması üzerine onu BfV’nin başından alıp, İçişleri Bakanlığı’nda üst düzey bir göreve getirmeye karar verdi.
Bu durum doğal olarak “kendi başbakanını kamuoyu önünde açıkça yalanlayan bir bürokrat cezalandırılmıyor aksine terfi ettiriliyor” yorumlarına neden oldu. Tepkiler sürüyordu, ancak hükümet ortağı SPD’nin bu çözüme razı olduğu belirtiliyordu.
Sonunda kendi isteğiyle emekli oldu
Maassen rahat dursaydı belki de bu durum böyle kalacaktı. Ancak bu arada Avrupa ülkelerinden istihbarat şeflerinin katıldığı bir buluşmada yaptığı konuşma metni basına sızdı. Orada “kendisinin konuyla ilgili yalan haberlerin solcu ve yeşil politikacılar tarafından yayıldığını ortaya çıkardığını” iddia ediyor ve SPD içindeki bir takım radikal solcu güçlerin çabaları sonucu görevden alındığını söylüyordu. BfV’nin kurum içi internet ağında da yayınlanan bu konuşma metni muhtemelen bir görevli tarafından medyaya sızdırıldı.
Ardından o ana kadar kendisini koruyan Seehofer’in tavrı değişti. Kimi yorumlara bakılırsa Maassen’e çok kızmış... Sonuçta sözkonusu atama olmadı, kendisine disiplin cezası verilip, görevden alınacağı duyuruldu. Bunun üzerine Maassen da “kendisi için siyasette ya da iş dünyasında bir gelecek düşünebileceği” açıklayarak, erken emekliliğini istedi. Ardından kendisini “gerçeği açıklayan örnek bir memur” olarak öven AfD’den de “gel, saflarımızda sana da yer var” çağrısı aldı. Uzun yıllardır CDU üyesi olduğunu açıklayarak bu çağrıyı geri çevirdi. Daha sonra da sözkonusu konuşmanın bir disiplin cezası gerektirmediği açıklanarak, konu kapatıldı.
BfV’DE yeni dönem
Bu arada Maassen’ın yardımcısı Thomas Haldenwang da BfV’nin başına önce vekaleten, sonra da asaleten atandı (12 Kasım 2018).
Bundan kısa bir süre sonra da iki yıl önce memuriyetten ayrılıp, turizm sektörünün dev firmalarından TUİ’ye geçmiş olan Sinan Selen’in operasyon işlerinden sorumlu olmak üzere BfV Başkan Yardımcılığına getirileceğine dair söylentiler gündeme geldi.
Almanya’nın üç parçalı istihbaratıFederal Almanya Cumhuriyeti’nin bilinen üç büyük istihbarat örgütü var. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ve müttefiklerinin işgali altındaki Batı Almanya’da kurulan Federal Almanya Cumhuriyeti’nde (BRD) istihbarat faaliyetleri merkezleri birbirinden farklı şehirlerde 3 kurum arasında paylaştırıldı. Yeni devletin federal yapısına uygun olan bu sistemin hedeflerinden biri istihbaratın parlamenter sistemin kontrolü dışında tek merkezde toplanmasına engel olmaktı. Aradan geçen 70 yıla yakın zaman içinde örgütlenme ve faaliyet alanlarına ilişkin çeşitli değişiklikler geçirdiler, zaman zaman medyaya yansıyan skandalların baş aktörleri olarak gündeme geldiler… Çeşitli bakanlıklara bağlı olan ve çalışmaları Federal Başbakanlık’a bağlık bir devlet bakanlığı tarafından koordine edilen bu istihbarat örgütleri şöyle: Ülke dışı istihbarattan sorumlu BND (Bundesnachrichtendienst – Federal İstihbarat Teşkilatı). Askeri istihbarattan sorumlu MAD (Militaerischer Abschirmdienst – Askeri Karşı Casusluk Teşkilatı). Ülke içi istihbarattan sorumlu BfV (Bundesamt für Verfassungsschutz – Anayasayı Koruma Teşkilatı). Bir de her eyaletin kendisine ait iç istihbarattan sorumlu teşkilatları var. Kimi “eyalet anayasayı koruma teşkilatı” (LfV) kimi de içişleri bakanlığı içindeki bir daire olarak faaliyet gösteriyorlar. Yani, merkezdeki BfV’ye ek olarak, her biri kendi içişleri bakanına bağlı olarak çalışan yani merkezden büyük ölçüde bağımsız 16 tane de “mini” istihbarat teşkilatı bulunuyor. Bunların görevleri de BfV’ninkinin aynısı, kendi eyaletinin sınırları içinde olmak üzere… Bunlar arasındaki işbirliğini koordine eden merkezi yapılar var, ancak son yıllardaki çeşitli olaylar bunun çok iyi işlemediğini gösterdi. BfV, yukarıda geniş olarak ele alındı. BND ve MAD için de özetle şunlar söylenebilir: BND: Doğrudan Federal Şansölye’ye bağlı olan bu teşkilatın ana merkezi uzun yıllar Münih’teydi. Nazi Almanyası’nın yenilmek üzereyken taraf değiştirip, Amerikalıların hizmetine giren Hitler’in eski Tuğgenerali Reinhard Gehlen tarafından kurulan BND’de çok sayıda üst düzey SS elemanı görevlendirilmişti. Almanya’nın doğusunda kurulan sosyalist DDR’in (Demokratik Almanya Cumhuriyeti) çözülüp BRD’ye bağlanmasının ardından yeni başkent Berlin’deki tesisler giderek büyütüldü ve sonunda teşkilatın merkezi Berlin’e alındı. Resmi açıklamalara göre 6 bin 500 kişi bu teşkilata bağlı olarak çalışıyor. MAD: Federal Savunma Bakanlığı’na bağlı olarak çalışıyor. Almanya içi ve dışında istihbarat ve istihbarata karşı koyma, terörizmle, sabotaj faaliyetleriyle mücadele gibi alanlarda görevli. Ülke dışında operasyonlara gönderilen Alman askeri birliklerine de destek veriyor. Resmi açıklamalara göre 1100 civarında elemanı var. NSU skandalının ardından açılan soruşturmada MAD da halen tam olarak açıklığa kavuşturulmamış olan bazı suçlamalara hedef olmuştu. Şimdi de merkezinde Hanibal kod adlı bir askerin yer aldığı, kimilerinin “Gölge ordu” olarak tanımladığı bir aşırı sağcı örgütlenme ağıyla ilgili söylentiler nedeniyle gündemde. |
(GK/HK)
ALMANYA'DA AŞIRI SAĞ YAZI DİZİSİ
1 - Almanya'da Yeni Neo-nazi Tehdidi: "NSU 2.0"
2- Hanibal ve Aşırı Sağcı Gölge Ordusu
3- Almanya İstihbarat Örgütünün Şefi Neden Görevden Alındı?
4- Almanya İstihbaratının Zirvesinde Türkiye Kökenli Bir Yönetici