Bugün 24 Ekim 2018 Çarşamba. 24 Haziran seçimlerinin üzerinden tam dört ay geçti. Yapılması gereken tarihten bir yıl dört ay on gün öne alınarak yapılan 24 Haziran seçimlerinin öne alınış nedenlerini -en azından bir kısmını- anlamak için bu süre bize yaşananlar üzerinden Türkiye’nin toplumsal, ekonomik ve siyasal olaylarına bakma şansı verdiği için önemli.
Ama yazımızın konusu o değil. Bu nedenle ne yasal haklarını aradıkları için tutuklanan işçilerden, ürettikleri tarımsal ürünlerinden ötürü iflas noktasına gelen köylülerden, ücret ve maaşlarıyla geçinemeyip her gün daha çok borç batağına saplanan emekçilerden, ne de her an daha yoğunlaşan ekonomik krizle bağlantılı değerlendirmeler yapılmayacak bu yazıda.
Bu yazıda ayrıca; Suriye çıkmazından, Amerika çatışma ve koklaşmalarından, AB ile demokrasi zıtlaşmasından, Rusya ve İran ilişki belirsizliklerinden, gizli tanıklarla kurulmuş yargı sistemini çöküşü ve benzerlerinden de söz edilmeyecek bu yazıda.
Fakat seçim adaletsizliğinden, eşitsiz ve hukuksuz seçme-seçilme uygulamalarından söz edilecek. Önce kısa, sonra daha uzun dönemli seçmen yönelişlerine bakılmaya çalışılacak bu yazıda. Yani kabaca bizi 24 Haziran’a getiren son üç yıllık süreçle, yirmi ve yetmiş yıllık süreçler kendi içlerinde irdelenerek, sergilenecek.
Soru hep aynı; 24 Haziran’a gelirken 24 Haziran ufukta hep görülüyor mu, yoksa hiç görülmüyor muydu?
2015 Haziran’ından 2018 Haziran’ına
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP’nin) iktidara geldiği 2002’den 2015’e kadar beş genel milletvekili seçimi yapıldı. Bu seçimlerin ilk dördü siyasi prosedüre uygun seçimlerken, Kasım 2015’de yapılan parlamenter sistemin son genel milletvekili seçimiyse yasal prosedüre kılıf uydurularak AKP’nin iktidarını sağlamak için yapılmış, -tartışmalı- bir tekrar seçim.
Parlamenter sistemin son genel milletvekili seçimi olan bu tekrar seçim AKP yönetimi ve muhalif partilerin eski-yeni liderlerinden DB’lerin unutulamaz destek ve katkılarıyla gerçekleşip, ülkenin dünyada bir ilk olma özelliği de taşıyan partili Cumhurbaşkanlığı denetimsiz Hükümet Sistemi yönetimine kapı açmış oldu.
Gelin şimdi Haziran 2015’den 2018’e uzanan üç yıllık dönemin seçim sonuçlarına birlikte bakalım.
Yukarıdaki tablo (YSK verilerinden) yurtiçi toplam kayıtlı seçmenler temel alınıp, yurtdışı seçmen oyları dışta tutularak hazırlanmış bir dağılımı yansıtıyor. Tabloda yurtdışı oyların kapsam dışında tutulmasının nedeni, oy kullanan ve kullanmayan seçmenlerin davranış biçimlerinin geçerli oylar üzerindeki etkilerinin görünebilir kılınması ve seçmen oy kaymalarının sıfır toplamlı sonuçlarla açıklanmaya çalışılmasının yetersizliğidir. Çünkü bir partinin oy kazanım ya da kayıp oranları, sadece diğer partilerin oy kayıp ve/ya da kazanım oranlarıyla sınırlı değil. Bir önceki seçimin seçmeyenleri (oy kullanmayan, oyu geçersiz sayılan ya da bağımsız adaylara oy vermiş seçmenlerin) bir sonraki seçimin kazananlarını belirleme açısından, partiler arasında kayan oylardan daha açıklayıcı olabilir. Örneğin Kasım 2015 seçimlerinde AKP’nin dört-beş aylık süredeki 8,34 puanlık oy kazanımının 2,18 puanı bir önceki (Haziran 2015) seçimin seçmeyenlerinden, 3,41 puanı da MHP’den gelmiş. AKP’nin oy kazanımının tamamı partiler arası oy kaymaları kökenli değil, tablo bunu -görmek isteyenlere- gösteriyor.
AKP 2002’de kayıtlı yurtiçi seçmenlerin yüzde 26,06’sının oyunu alarak tek başına iktidar oluşunun ardından ikinci seçimde (2007) oy oranını yüzde 38,05’e ve üçüncü seçimde (2011) de yüzde 42,45’e yükselterek ardı ardına üç seçimin tartışmasız kazananı oldu. Ama 2015 Haziran seçimlerinde kayıtlı yurtiçi seçmenlerin yüzde 34,14’ünün oyuyla yine birinci parti olmasına karşın, 2007’deki seçmen destek düzeyinin de gerisine düşerek tek başına iktidar olma şansını yitirdi. İşte o zaman Kasım 2015 seçimlerinde AKP ve lideri için önceleri her türlüsü “ayaklar altına alınan milliyetçilik”; eski “ne istediniz de vermedik” tanımlı ümmetçi İslamcı yol planı yerine, iktidarın İslamcı milliyetçi yeni yol haritasına dönüşüverdi. Dönüşümde ümmetçilik yerine milliyetçilik konurken, FETÖ’leşen Cemaat yerine de MHP geçmiş oluyor.
7 Haziran 2015 seçimleri gecesi yeniden çizilen yol haritası bir kesime cezaevlerinin ve mezarlıkların kapılarını kaosla açarken, birileri için ise engelleri devirerek tek kişilik iktidar koltuğuna çıkan basamakları temizliyordu. İlk durak Kasım 2015 seçimleriydi. O seçimlerde, umulanın da ötesinde bir başarıyla istenen hedefe ulaşıldı. Başarıyı; “allahın lütfu(!)” olarak da tanımlanan 15 Temmuz darbe girişimi izledi.
Oluşan fiili durumun yasal ve anayasal hale getirilmesi gerekiyordu. Bahçeli’nin burada sunduğu devlet katkısı unutulmaz, unutulamaz. Çünkü o; ‘yaratılan fiili durumun anayasal hale getirilmesi’ mümkün olmazsa, -kendisi için değil ama- kader ortağı için, hayati önem taşıyan sorunların üreyebileceği kuşkusunu taşıyordu(!) 2017 Referandumu (16 Nisan), Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) katkılarıyla “evet”le sonuçlanınca, bu engel de aşılmış oldu. Eğer mühürsüz zarf ve oy pusulaları (seçim devam ederken alınan bir kararla) “geçerli sayılır” kararı YSK tarafından 16 Nisan 2017’de saat 16 sularında alınmasaydı, kim bilir belki de Türkiye bugün bile partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerini tartışıyor olacaktı? Oysa şimdi yaşıyor.
16 Nisan 2017 Referandumu ve Temmuz – Ekim 2018 döneminde yaşanması olası şeylerin öngürüsü Türkiye’yi 3 Kasım 2019 yerine 24 Haziran 2018’de seçime itti. İşte o seçim AKP’ye (kayıtlı seçmenlerin ancak yüzde 36,5’inin oyunu almasıyla); sen tek başına iktidar olamazsın derken, Recep Tayyip Erdoğan’a (desteğine aldığı milliyetçi-islamcı MHP oylarıyla) partili Cumhurbaşkanlığı, partisinin tek karar vericiliği ve de TBMM tarafından denetlenemez hükümetin başkanlığı ile yürütücülüğü görevleri toplu olarak verildi.
Artık Türkiye’de, hükümeti Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden seçilen ve onaylanan, parlamentoya karşı sorumlu, hesap vermekle yükümlü bir hükümet sistemi, yani parlamenter sistem yok. İşlevlerinin çoğunu yitirmiş bir millet meclisi, bir çok yetkiyle donatılmış, partililiği önde gelen bir hükümet başkanı ve yürütücüsü var. Laik olmadığını beyan eden, İslamcı kimliğini öne çıkaran, islamcı-milliyetçi, tek yetkili cumhurbaşkanı ve de özel bir başkanlık sistemi var.
Peki Türkiye buraya 2015 Haziran’ında başlayıp 2018 Haziran’ına değin uzanan beş seçimlik bir süreçle mi geldi? Elbette hayır.
Yarın “Yavaş Yavaş Isınan Suda Kaynayan Kurbağa” yazısıyla konuya devam etmek üzere, hoşçakalın. (ST/HK)