1995’den 2002’ye uzanan döneme ilişkin bir dizi araştırma verilerinden bugüne bakmaya ve 24 Haziran seçimleri üzerine öngörüler geliştirilmeye çalışan bu yazı, geçmişte üretilmiş verilerin geçmişte kalmayıp, yaşanılan güne uzandığına da dikkat çekmeyi amaçlıyor. Hem belki böylece; kamuoyu araştırmalarının, araştırmayı yapan ve kullananlar için ne denli önemli, ciddi bir iş olduğunu gösterme olanağı da yaratmış olabilir.
Şeriat istemek ya da istememek
Onaltı yıl önce (Nisan 2002), Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP’nin) seçimi kazanarak tek başına iktidar olmasından altı ay önce yapılmış bir araştırmanın bulgularından biri; “ ‘Şeriat düzeni’ne ‘hayır’ diyen kitle sabit kalmakta, ‘evet’ diyenler ise, siyasal konjonktüre göre önemli dalgalanmalar göstermektedir; buradaki artış ve azalışlar ‘fikri yok / yanıtsız’ kesimine yansımaktadır” değerlendirmesine ulaşmıştı. Bu değerlendirme tek bir araştırmanın bulgusu olarak değil, dört ayrı araştırmadan elde edilen verilerin çözümlemesiyle varılan sonuçlardan biriydi[1].
Şimdi, alıntı yaptığımız bulguyla ne anlatılmak istendiği konusuna dönüp, biraz da ayrıntılara girelim. Dört ayrı (ilki Haziran 1995’de, dördüncüsü ise Nisan 2002’de yapılan) araştırmalarda seçmenlere “Bazı kimseler ve çevreler, Türkiye’nin şeriat yasalarına göre yönetilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Siz bu düşünceye katılıyor musunuz?” diye sorulmuştu. Seçmenlerin yüzde 60’ı -her dört araştırmada da- Türkiye’nin şeriat yasalarıyla yönetilmesi gereği fikrine katılmadığını söylerken, kalan yüzde 40’ı konjonktürel olarak, değişen oranlarla kendi içinde ikiye bölünürken ya fikir beyan etmemeyi ya da şeriat isteğini belirtmeyi seçmişti.
Aynı araştırmada, şeriat düzeni isteyenler Refah Partisi’nin 1995 seçimlerinde MHP ile seçim ittifakı yapmadan tek başına girdiği ve seçim barajını aşarak birinci parti olması sonrasında artarken, 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu kararları (post-modern darbe) ardından şeriat konusunda fikir beyan etmeyenlerin yükselişi gözleniyordu. Bu da; şeriat istemi beyanının açık ya da örtük yapılması gerekçesine anlam katan bir öge olmanın ötesinde, Türkiye’de yüzde 40’lık bir seçmen kitlesinin şeriat düzenine ilişkin bir istek ve beklentiye sahip olduğu anlamına da geliyor.
Şeriat isteğini açıkca beyan eden seçmenlerin oranı, konjonktüre göre yüzde 26,7 ile yüzde 9,9 arasında değişirken, örtük şeriat istemcilerinin oranı da kayıtlı seçmenlerin yüzde 15,2 ile yüzde 29,2 arasında oynadığı gözleniyor. Bu iki seçmen kitlesinin birlikte toplam büyüklüğü ise, yukarıda da değinildiği gibi, kayıtlı seçmenlerin yüzde 40’ı düzeyinde.
AKP, Kasım 2002 seçimlerinde kayıtlı seçmenlerin yüzde 26,3’ünün oyuyla ve seçim barajı etkisiyle tek başına iktidar olmayı başarmıştı. İzleyen seçimlerde AKP ve/ya da Erdoğan, oylarını giderek kayıtlı seçmenlerin yüzde 42,5’inin desteğini alacak düzeye kadar yükseltti. Bu yüzde 42,5’lik kayıtlı seçmen oyu içerisinde, hep, önemli oranda açık ya da örtük şeriat istemcilerinin de oyu oldu.
Şeriat yanlıları iki temel nedene dayalı olarak şeriat düzeni istiyorlar: Bu nedenlerin ilki, şeriat düzeninin Müslümanlığın gereği olması. İkinci neden ise, sosyo-ekonomik ve politik açıdan şeriat yönetiminin daha iyi bir düzen olduğu inancı. Şeriat isteminin ilk gerekçesi tartışmaya açık değil, çünkü salt inanca dayalı. Tartışmaya açıkmış gibi görünen şeriat yönetimi isteminin ikinci nedeni ise, inançlar dışında bir irdelemenin konusu da olabilir ama, referansı din olmayan bir konsensusun yaratılabilme olasılığı çok düşük. Dolayısıyla bu da, siyasetin değil dindarların tartışacağı konulara dönüşüp bu dünyanın işi olmaktan çok öbür dünyanın işi haline gelmiş oluyor.
Dünden kalma bir başka veri; seçimle iktidar değişimi
Yukarıda verilerini kullandığımız ve kaynağını dipnotta belirttiğimiz araştırma 3 Kasım 2002 seçiminden altı ay önce ve 2001 krizi yaralarının sarılmaya başlandığı süreçte, yani 2002’nin Nisan’ında yapılmıştı. İktidarda 18 Nisan 1999 seçiminde toplam kayıtlı seçmenlerin yüzde 44,4’ünden oy alan, geçerli oyların ise yüzde 53,4’ünü toplayarak 351 milletvekiliyle meclise girmiş üç partinin (DSP, MHP, ANAP) koalisyonu vardı.
Nisan 2002’de yapılan araştırmaya göre, o gün seçime gidilse, iktidardaki koalisyon partileri toplam kayıtlı seçmenlerin ancak yüzde 15,1’inin oyunu alabiliyor[2] ve üç partinin her üçü de yüzde onluk seçim barajına takılarak meclis dışında kalıyorlardı. Aynı araştırmanın bulgularına göre ise AKP kayıtlı seçmenlerin yüzde 20,7’sini alarak meclise girerken, DYP ile CHP yüzde onluk seçim barajının sınırlarında görünüyor ve oran olarak kararsızlardan daha sonra geliyorlardı.
MHP lideri Devlet Bahçeli işte tam bu noktada direterek 2002 yazında erken seçim kararının alınmasını sağladı. Alınan karar gereğince 3 Kasım 2002’de seçim yapıldı. AKP tek başına iktidar oldu, üç koalisyon ortağı ise toplamda, kayıtlı seçmenlerin ancak yüzde 11,2’sinin oyunu alıp, seçim barajına takılarak meclis dışında kaldılar.
99 depremi, 2001 ekonomik krizi ve 2002’de alınan erken seçim kararıyla bir iktidar dönemi kapanıp bir başka iktidar dönemi açıldı. DSP-ANAP-MHP üçlü koalisyonunun normal zamanından 18 ay önce yapılan Kasım 2002 seçimleri başarısızlığında, hem ekonominin hem de alınan erken seçim kararının yattığını söylemek mümkün.
Aynı biçimde 24 Haziran 2018 seçimleri de normal zamanından 16 ay önce yapılacak hem de yaşanmakta olan ve giderek yoğunlaşan ekonomik krize rağmen. Bunlara ek olarak erken seçim kararının alınmasında -görüntüsel olarak- etkin rol üstlenen kişi yine iktidar ortağı ve MHP’nin lideri Devlet Bahçeli. Acaba bu kez sonuç ne olacak?
İlk söylenecek şey, Kasım 2002 seçimleri için sergilenen mantıksal kurgunun Haziran 2018 seçimleri için geçerli olamayacağı. Bunun nedeni;
-ne üç partili koalisyon ile tek parti iktidarı arasındaki farkta,
-ne de iki ayrı dönemde yaşanan ekonomik krizlerin çap ve evrelerindeki farklılaşmalarda,
yatıyor.
Gelin o zaman, sorunun yanıtlarını birlikte arayalım. Ama bugün değil, yarınki yazıda. (st/hk)