Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, toplu açılış törenleri ve ödül törenlerinde kürsüye çıktığı anda Referandum için “Evet” çağrısı yapmaya devam ediyor.
İki gün önce Türkiye Müteahhitler Birliği’nin ödül törenindeydi. Yine “Evet” istedi. AKP’nin Anayasa değişikliği teklifi ile getirmeye çalıştığı sistemi savunurken 19 Şubat 2001’da yaşanan ve yakın siyasi tarihimize kısaca “Anayasa Kitapçığı Krizi” olarak geçen olayı anımsattı.
O gün MGK'da neler oldu?
Önce kısaca o tarihte neler yaşandığını özetleyelim. Anayasa Kitapçığı Krizi Milli Güvenlik Kurulu toplantısında yaşandı. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’di; Başbakan ise Bülent Ecevit. 57. Hükümet iktidardaydı yani AnaSol-M hükümeti.
18 Nisan 1999 seçim sonuçları koalisyon doğurmuştu. Demokratik Sol Parti (DSP) oyların yüzde 22,19’unu almıştı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel teamül gereği hükümet kurma görevini 3 Mayıs günü DSP lideri Ecevit’e vermişti. 25 gün süren görüşmelerin ardından koalisyon kurulmuştu.
Demirel’in görev süresinin bitmesiyle yeni Cumhurbaşkanı’nın seçimi, sandalyeleri beş parti arasında bölüşülen Meclis’te siyasi sorun haline gelmişti.
Koalisyon partileri kendi adaylarını kabul ettiremeyeceğini anlayınca dönemin Anayasa mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer, beş partinin ortak önergesiyle aday gösterilip seçilmişti.
Erdoğan’ın yıllar sonra siyasi kriz olarak gündeme getirdiği olay, Sezer’in yolsuzlukları araştırmak üzere Devlet Denetleme Kurulu’nu (DDK) harekete geçirmesi üzerine başlamıştı.
Parti | Genel Başkan | Oy | % | Sandalye | +/– | |
Demokratik Sol Parti | Bülent Ecevit | 6.919.670 | 22,19 | 136 | 60 | |
Milliyetçi Hareket Partisi | Devlet Bahçeli | 5.606.583 | 17,98 | 129 | 129 | |
Fazilet Partisi | Recai Kutan | 4.805.381 | 15,41 | 111 | Yeni | |
Anavatan Partisi | Mesut Yılmaz | 4.122.929 | 13,22 | 86 | 46 | |
Doğru Yol Partisi | Tansu Çiller | 3.745.417 | 12,01 | 85 | 50 |
Basına daha sonra yansıyan ifadelerden ve Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamalardan MGK’da yaşananların ayrıntıları şöyleydi:
Ecevit toplantı öncesi DDK’nın çalışmalarından duyduğu rahatsızlığa Sezer’e iletti.
Cumhurbaşkanlığı’ndan akşam saatlerinde yapılan yazılı açıklamaya göre; Sezer toplantı öncesi “yolsuzlukların önlenmesinde saydam bir devlet yapısı oluşturulması” ve “Türkiye'nin gündemindeki yolsuzluk savlarının üzerine ödün verilmeden, kararlılıkla gidilmesi gerektiğini” söyledi. Cumhurbaşkanlığı’na göre sorun “Sayın Başbakan'ı da aşarak araya giren bir Bakan'ın saygı dışı müdahale, söz ve davranışları” sonucu çıkmıştı.
Açıklamada adı verilmeyen bakan, dönemin Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan’dı.
Hüsamettin Özkan ve ekonomik kriz
Toplantıda Sezer’in anayasadan bahsetmesi üzerine Hüsamettin Özkan “O anayasayı bir de biz görelim, anlayalım” demişti. Daha sonra Özkan ve Ecevit’in yaptığı açıklamaya göre; Sezer, Özkan'ın bu sözüne sinirlendi ve elinde tuttuğu anayasa kitabını Ecevit ve Özkan'ın önüne fırlattı.
Özkan giderken Anayasa'yı aldı ve Sezer'in bulunduğu yöne geri fırlattı. Sezer'i Köşk'e kendilerinin çıkardığını hatırlatan Özkan, Cumhurbaşkanı'na "nankör kedi" dedi.
Ecevit dışarıda gazetecilere açıklama yaptı ve Sezer'in bu tavrının “terbiye dışı” olduğunu söyledi: “Cumhurbaşkanı yüzüme Anayasa kitapçığını fırlattı. Hüsamettin bey de ben salondan çıkınca alıp ona doğru fırlatmış.'”
Bu siyasi kriz ekonomik krizi tetikledi. Borsa tepetaklak oldu.
Kriz öncesi 670 bin TL olan dolar Nisan'da 1 milyon 161 bine çıktı. 2001 Ekonomik Krizi’nin başlangıcı olarak bu olay gösterilir oldu.
O dönem Ahmet Necdet Sezer'in talimatıyla DDK kamu bankaları ve fona devredilen bankalarla ilgili 41 rapor hazırlamıştı. Bu arada 2003'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Yolsuzlukları Araştırma komisyonu Raporu'nda Hüsabettin Özkan hakkında DDK soruşturması bilgileri kullanıldığını hatırlatmak gerek. Bu konudaki son söz şu olabilir, dönemin ekonomi yönetiminin bankalarla karmaşık ve sorgulanabilir ilişkileri 2001 krizinin görünür nedeni olan "Anayasa Kitapçığı Krizi"nin ötesinde nedenlerinin olduğunun da göstergesi aslında.
Ortak akıl mı, bir kişinin aklı mı?
Erdoğan da bu kriz dönemini önerdiği yeni sistem için bir gerekçe olarak sunuyor. Sözünün özeti şu “güç tek kişide olmazsa çatışma, kavga çıkar; bu kavga kriz doğurur.”
Bu cümle sair zamanlarda söylense garipsenirdi. Hatta garipsenmekten öte antidemokratik bulunurdu; üzerinde çok tartışılmazdı. Böyle bir önermenin bugünkü gibi sistem tartışmasına ve hatta referanduma yapılmasına yol açması düşünülemezdi bile. Türkiye siyasi tarihinde dönem dönem başkanlık sistemi önerileri olmuştu, ama hiç bu kadar ileri gidilmemişti. Çünkü bu tip otoriter bir sistem kurmaya meyledebilecek güçlü bir siyasi blok uzun süreli iktidarı elinde tutmamıştı. Türkiye bugün sorunlu olarak addedilen çok partili, olabildiğince çok sesli parlamenter sistemini ciddi yol kazalarıyla da olsa sürdürmüştü.
Sözün özü bugün bu konunun tartışılmasının ana nedeni 2002’de başlayan AKP iktidarının girdiği her seçimden bir şekilde galip ayrılması ve iktidara alışması denilebilir.
Bu alışma hali bir kurum olarak AKP’nin şu anki pozisyonunu olduğu kadar aslen bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın halet-i ruhiyesini de tanımlıyor.
Kurtulmuş, Soylu ve Türkeş örnekleri
AKP’nin pozisyonu açısından durumu açıklayan en net göstergeler Başbakan Yardımcısı olan Numan Kurtulmuş ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun iktidar blokunda söz sahibi olma konumuna gelebilmeleriyle açıklanabilir.
Her ikisi de AKP muhalifi çizgiden geliyor. Ancak AKP’ye eklemlenmelerinin ardından hızlı bir yükseliş gösterdiler. Parti içinde aykırı ses çıkartmadıkları sürece pozisyonlarını koruyabilen bu iki isme, bir nebze olsun farklı bir düşünce ortaya koyduğu anda siyasi kariyeri yokuş aşağı giden Tuğrul Türkeş’i katabiliriz. Türkiye’deki siyasi pratik son yıllarda bir siyasetçinin iktidara gelebilme şansını her hangi bir partide değil AKP’de kendine yer bulursa gerçekleşebileceğini gösterir oldu.
Beştepe'ye Başbakan olarak girip, vekil olarak çıkmak
Ancak bu pratik aynı zamanda iktidarın asıl sahibiyle ters düşmemek gerektiğini de gösterdi. Bunun en net örneği Ahmet Davutoğlu’nun başına gelendir. 4 Mayıs 2016 gününe kadar ülkenin başbakanıyken Beştepe’deki Saray’a girip Konya Milletvekili Davutoğlu olarak çıkmak durumunda kalmıştı. Oysa onun liderliğinde AKP, 1 Kasım seçimlerinde oyların yüzde 49,50’sini almıştı. Ancak bu onu Başbakanlıkta kalma iradesi gösterebilecek kadar güçlü yapmamıştı.
TIKLAYIN - ERDOĞAN-DAVUTOĞLU ARASINDA NELER OLUYOR?
AKP’li yıllarda meselenin dönüp dolaşıp demokrasiden ne anladığımıza geldiği bir dönem yaşıyoruz. Ülkenin ortak akılla mı yoksa tek akılla mı yönetileceğinin halka sorulacağı bir noktaya gelen bir acayip süreç bu.
Teşbihte hata olmaz diyerek son cümle: Anayasa kitapçığının karşılıklı fırlatıldığı günlerden anayasanın fırlatıldığı günlere gelmemizin kısa ve acıklı hikayesidir tüm bunlar. (HK)