Yazının ilk bölümü için tıklayın.
Hafta başında AB ile anlaşmanın gereği olarak, ilk mülteci kafilesi Türkiye’ye gönderildi.
Aynı günlerde Hollanda Türkiye’nin Suriyeli mültecileri ülkelerine geri gönderdiğini söyleyerek, anlaşmaya göre ödenen parayla ilgili Türkiye’nin açıklama yapmasını istedi.
Mesele insan hayatı üzerinden at pazarlığı olunca, Türkiye’nin AB’den kopardığı paraları cukkaya indireceğini tahmin etmek pek de zor olmasa gerek.
Ancak her koşulda AB mültecilerden kurtulmak istediği için, işin insani boyutu artık bu aşamadan sonra hakikaten bir teferruat olarak kalıyor.
Üç-aşağı, beş yukarı AB ülkelerinden herhangi birinde mülteci olduğunuzda da, durum pek değişmiyor.
Ötekileştirmeyle başlayan süreç, her ülkede değişik biçimler altında devlet politikası olarak yürüyor.
İnsan hakları, insanlık gibi kavramların içeriği ise, önemli oranda sözde kalıyor...
Tıpkı Mahmoed ailesine yaşatılan kabus gibi...
Ya da geçen yıl sabaha karşı kamptan alınarak Türkiye’ye gönderilen Karabulut ailesine yaşatılanlar gibi...
Mahmoed ailesi ilk insani oturum aldıkları tarihten sonra, Hollanda devletinden sosyal yardım almışlar, ev verilmiş kendilerine, evlerini kendi istek ve ihtiyaçlarına göre dayayıp-döşemişler.
İki kızları Daria ve Dünya okula başlamışlar.
Yani yeni bir yaşam inşa etmişler ve hayatlarına bir yön vermişler, geleceğe dair düşler kurmuşlar, planlar yapmışlar.
Ama oturumun uzatılması gereken 2013 yılında, “artık Irak güvenli bir ülke, memleketinize geri dönmeniz gerekiyor” demeleriyle ailenin hayatı da kararıyor.
O zamana kadar yolunda giden her şey tersine dönüyor ve aile için yıllarca sürecek olan kabus başlıyor.
Önce o zamana kadar dil kursuna giden ve 3. düzeye geçmesi gereken Deeman Sadef Mahmoed’e “oturum izninin geçerliliği kalmadığı için artık okula gidemezsin, sınavlara giremezsin” deniyor.
Devletten aldıkları sosyal yardımı kestikleri ve elektrik, gaz, su, telefon ödemelerini yapamadıkları için önce borçla, sonra da evden çıkarılmalarıyla sonuçlanıyor süreç...
Ailenin itirazlarını değerlendiren mahkeme, aleyhlerine sonuçlanınca, yaşamları biraz daha zorlaşıyor.
Avukatları “Kinderpardon”a başvurabileceklerini söylüyor.
Bu yasaya göre şayet çocuklar 5 yıl Hollanda’da yaşamışlarsa, ailenin polisle ve vergi dairesiyle bir sorun yaşamaması gerekiyor.
Sadece seyhat amacıyla gittikleri başka bir ülkede 3 aydan fazla kalamıyorlar.
Fakat biz biliyoruz ki, Hollanda’da doğan çocuklar otomatikman Hollanda vatandaşı olmasına rağmen, eğer yabancılar polisi aileyi yurtdışı etmeye karar vermişse, çocuğun Hollanda vatandaşı olmasının bir önemi olmuyor.
Çocuk da ailesiyle birlikte sınır dışı ediliyor.
Avukat 3 ay içinde “Kinderpardon”dan dolayı oturum izni alabileceklerini söylese de, bu 3 ay önce 6 ay oluyor, sonra da 1 yıl oluyor ve ailenin o tarihten beri bekleyişi sürüyor...
Bunun anlamı ise, evinden çıkarılan, sosyal yardımı, sağlık sigortası ödemeleri kesilen ailenin bütün bunları 2 yıl boyunca kendi olanaklarıyla karşılaması demek.
IND (Göç ve Vatandaşlık Hizmetleri) baba Mahmoed’dan ülkesine geri döneceklerine dair tahhütte bulunmayı kabul eden bir evrağı imzalamasını istiyor.
Ancak avukat Zeyad Mahmoed’dan önüne koyulan dosyayı imzalamamasını isteyince, bu defa IND ile sorun yaşıyorlar.
Bunun üzerine IND aileyi “onbekend” (bilinmiyorsunuz ya da tanınmıyorsunuz) ilan eder ve aileyle çalışmayı reddeder.
Böylece aileyi resmen bir bilinmezliğe mahkum ederler.
Bunu Deeman Sadef Mahmoed şöyle tarif ediyor:
“Beklemek çok zor. 3 ay mı, 6 ay mı, 1 yıl mı? Daha fazlası? Bir tarafta kağıtlara imza atın diyorlar, diğer yandan Irak’a geri dönün diyorlar. Olacak iş değil...”
Evlerini boşaltmaları istendiğinde aile boyu yaşadıkları ise başlı başına bir travma.
Kişisel eşyalarını bir bavula koyup, evi terketmeleri istenmiş.
İki çocukla birlikte gidecek yerlerinin olmaması ilgilileri hiç ama hiç ilgilendirmemiş.
Buralarda “kural bu” dedikleri andan itibaren, ne insani, ne de bir başka sorun ya da gerekçe kimseyi ilgilendirmiyor.
10 gün boyunca VVN’nde (Vlugtelingen Verenigin Nederland-Hollanda’ya gelen mültecilere yardım eden gönüllü kuruluş) kalmışlar.
Daha sonra da VVN aracılığıyla Katwijk Kampı’na gönderilmişler.
13 yaşındaki evin küçük kızı Dünya, “Eğer bizi geri gönderirlerse, kendimi öldürürüm” diyerek her gün ağlıyormuş.
Okulunu, arkadaşlarını, yaşadığı sokağı özlüyormuş.
Ergenlik çağında olduğu için de, geri gönderilme korkusunu daha fazla yaşıyormuş.
Kampta temel ihtiyaçlar için verilen ve çok sınırlı olan parayla yaşamak zorundalar.
Çocuklar kampın bulunduğu bölgede okula gidiyorlar.
Ancak, kampta hiç bir şekilde çocukların okul masraflarını karşılamıyorlar.
2013’te oturum izinleri bittikten sonra çok fazla sorun yaşamış aile.
“Voedsel bank”a (yiyecek yardımının yapıldığı kurumlar) gitmişler.
Son üç aydır da VVN biraz yardım ediyormuş.
Bütün bu yardımlar ailenin normal yaşamını sürdürmesi için yeterli değil elbette.
IND, Deeman Sadef Mahmoed’e neden Hollanda’da kalmak istediğini sormuş.
Üstelik dalga geçerek “Neden Irak’a dönmek istemiyorsun” demişler.
Esasında bu tür kurumlarda çalışanlarda nedense yabancı düşmanlığı daha fazla ortaya çıkıyor.
Sanki memleketin sahibi kendileriymiş gibi, insanları çok rahatlıkla yargılayıp, ötekileştirebiliyorlar.
İnsanlar yaşadıkları sorunlardan şikayet ettiklerinde de yanıtları hazır; “kendi ülkende kalsaydın”...
Ve ne yazık ki, doğru-düzgün dil bilmeyen, kendi derdini anlatabilecek durumda olmayan birinin, bu türden aşağılayıcı tutumlar karşısında tavır alması, gerekli yerlere başvuruda bulunarak hakkını araması da pek mümkün olmuyor...
Buraya geldikten sonra dikkatimi çeken bir diğer nokta da, yabancıları ötekileştirenlerin önemli bir çoğunluğunu da, yine yabancıların oluşturması.
Tıpkı “misafir misafiri istemez, ev sahibi hiç birini istemez” kabilinden bir durum...
Deeman Sadef Mahmoed, kendisiyle dalga geçilerek kendisine yöneltilen soruyu şöyle yanıtlamış o gün:
“Ben bir insanım. Hayvanlara bakın. Onlar da yavrularını koruyorlar, kolluyorlar. Ben de çocuklarımı koruyorum. Irak’da savaş vardı. Çocuklarımla savaştan kaçarak geldik buralara. Şu anda savaş bitti, ülkenize dönün diyorsunuz. Ama şu anda orada daha büyük bir sorun var. IŞİD çocukları, yaşlıları ve her milletten her inançtan insanları öldürüyor. Şu anki problem, benim orada yaşadığımdan daha büyük. Anlamıyorum, videoda gördüm. İnsan boğazını keserken ‘Allahuekber’ diyor, ölen de allahuekber diyor... Ve siz benden çocuklarımla birlikte oraya dönmemi istiyorsunuz. Siz olsanız dönmek ister misiniz?”
Çocuklar sabah 07.00’de okula gidiyorlarmış.
Kampta sadece ve sadece insan çığlıkları duyduklarını söylüyor Deeman Sadef Mahmoed.
Siyah arabalarla ve resmi elbiseleriyle kampa gelen iri yarı adamlar kamp sakinlerinin korkulu rüyasıymış.
Zorla birilerini alıp götürmeleri, her birine “şimdi sıra kimde, kimde” sorusunu sorduruyormuş.
Çünkü bu zorla götürmelerin sınır dışı anlamına geldiğini hepsi çok iyi biliyorlarmış.
Her gün insanlara yaşatılan bu korkunun insan psikolojisinde yaratacağı travmayı görmek için ille de psikolog olmak gerekmiyor.
Deeman Sadef Mahmoed’un; “İki ülke arasında asılı kaldım. Ölüm ile yaşam arasındayım... Hollanda’nın çocuklarım için daha güvenli olacağını düşünmüştüm. Ama “gaat niet ook, gaat niet ook!”(*) sözleri şu an geri gönderilmeyi bekleyen binlerce mültecinin içinde bulunduğu durumu özetliyor.
Ve ne yazık ki dünya gözlerimizin önünde yaşanan bütün bu insanlık dramını, insan yaşamları üzerinden sürdürülen kirli pazarlıkları sessiz sedasız izlemekle yetiniyor... (FE/HK)
____
(*) O da değil, o da değil...
* Fotoğraf temsilidir.