1 Mayıs 1977 yeniden gündemde. Halil Berktay'ın o gün Taksim meydanında bulunanlardan biri olarak başlattığı tartışma çerçevesinde Nokta Dergisi'nin 4 Mayıs 1986 tarihli İpek Çalışlar ve Güldal Kızıldemir imzalı kapak çalışmasını yeniden yayımlıyoruz.
Tam 30 yıl önceydi; 500 bin kişinin Taksimde toplandığı 1 Mayıs bayramında 34 kişi öldü, 126 kişi yaralandı. Nokta dergisi 4 Mayıs 1986da olayın 9. yılında dava dosyalarına bakmış, görgü tanıklarıyla konuşmuştu. Bu araştırmayı yayımlamaya başlıyoruz.
Nokta, 9 yıl öncesinin cevapsız kalan sorularını deşti. Bilinmeyen yönleriyle 1 Mayıs dosyasını açtı. Mahkeme ise, savcılığa başvurarak hatalı, kusurlu ve kanunlara aykırı davranışları bulunduğu görülen kamu görevlileriyle ilgili soruşturma istedi.
İlk kurşun atıldığı anda 500 bini aşkın kalabalık korkunç bir paniğe kapılmıştı. İstanbul'un göbeğindeki Taksim Meydanı bu silah sesi ile o güne kadar yaşamadığı bir katliama tanık oluyordu.
1 Mayıs 1977 günü, kendisini Türk siyasi tarihine "Kanlı l Mayıs" olarak yazdırıp, ardında 34 ölü, 126 yaralı ve bir dolu yanıtsız soru bırakarak gerçek bir esrar perdesi ile karanlıklara gömülecekti.
12 Eylül'den bu yana yazılan kitaplar ve anılarla pek çok olay gün ışığına çıktı. Ama 1 Mayıs katliamı, üzerindeki esrar perdesini bugüne kadar hep korudu. Olay, savcıların iddianamesinde vurgulandığı gibi bir tertip miydi? Bu tertibin ardındaki gizli ipleri kimler çekmişti?
Nokta bu soruları o günün en yetkili kişilerine sordu. Ama l Mayıs konusunda suskunluk sürüyordu, katliam üzerine hâlâ kimse konuşmak istemiyordu.
Nokta, araştırmasına o günlerin karanlıkta kalan sorularından başladı:
Otomatik silahla ateş açan beyaz Renault kimindi?
Inter Continental Oteli'nin alana bakan pencerelerindeki gölgeler kimlere aitti?
Sular İdaresinin tepesindeki silahlı adamlar kimlerdi?
Yaşanan katliamı an be an kaydeden polis telsizlerinde neler belgelenmişti.
0 günün görgü tanıklarının anlatımlarını inceleyen Nokta bu soruların yanıtlarını tek tek buldu. Ama 500 bin kişiyi korkunç bir paniğe sürükleyerek Kanlı 1 Mayıs'ı yaratan ilk kurşun hâlâ esrarını koruyordu.
1 Mayıs iddianamesinde miting alanından ve çevreden toplanan 98 sanığın asıl suçlular olmadığı, gerçek sorumluların ergeç adalet önüne çıkacağı vurgulanmıştı.
Çeşitli mahkemeler arasında görevsizlik kararları verilerek uzayan yargılama sırasında gerçek sorumlular hakkında savcılıktan hiçbir yeni bilgi gelmemiş, dosyaya yeni sanık eklenmemişti.
Bu garip sessizliğin bozulmaması karşısında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, Cumhuriyet Savcılığı'ndan gerçek sorumlular hakkında yapılan soruşturmanın akıbetini soruyor; ayrıca kusurlu ve yasaya aykırı davranış içinde oldukları anlaşılan kamu görevlileri için soruşturma açılmasını istiyordu. Bu istem 9 yıl sonra ilk kez 1986 Nisan'ında yinelendi.
14 Mayıs 1986 günündeki duruşmadan önce cevap vermesi gereğine de işaret ediyor ve böylece dikkatler asıl sorumluların ve olayın aydınlanması umuduyla İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'nın vereceği bilgilere çevriliyordu.
1 Mayıs 1977 Pazar sabahı İstanbul'da yaşam, şafak sökmeden başladı. İşçiler, öğrenciler, öğretmenler, memurlar, doktorlar, mühendisler, değişik meslek grupları Beşiktaş ve Saraçhane'de toplanıyordu. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) düzenlediği mitingin yürüyüşü 14.30'da başladı.
Üç El Silahın Sesi Sanki Havada Asılı Kaldı!
Yüzbinler, yavaş yavaş flamaları, pankartlarıyla Taksim Alanı'nda yerlerim alırken, yürüyüş kolunun uçları Saraçhane ve Beşiktaş'ta bekleyişe geçmişti. İstanbul'un en büyük mülki amiri Vali Namık Kemal Şentürk l Mayıs günü için gerekli tüm tedbirlerin alındığı inancıyla alandan gelen haberleri izliyordu.
Kendisine devletin güvenlik örgütlerinden verilen istihbarat "olay çıkmayacağı" yolundaydı. İstanbul Emniyet Müdürü Nihat Kaner çok sayıda görevliyi önemli noktalara yerleştirmişti.
Yürüyüş güzergâhı boyunca 15 emniyet müdürü, 315 amir, 3094 polis, 207 bekçi, 81 motorlu ekip 9 panzer ve jandarma birliği l Mayıs'ın güvenliğini sağlayacaktı. Keskin nişancılar, alana bakan yüksek binaların tepelerinde yerlerini almışlardı.
TRT ve basın olayı izlemek için erken saatlerde alanın önemli noktalarını tutmuştu. Inter Continental Oteli'nin ikinci katında da gazetecilere bir oda ayrılmıştı. Ama üst katlara çıkanlara otelde dolaşmanın yasak olduğu hatırlatılıyordu.
Uğursuz kehanetler. Türkiye'de l Mayıs'ın bu denli görkemli kullanmasından rahatsızlık duyanlar vardı. Sağın kalemleri köşe yazılarında bunu açıkça dile getiriyorlardı:
"Arabalar tahrip edilecek, camlar kırılacak, inşallah aldanırız ama kanlar akacak." 5 Nisan'da alınan erken seçim kararının ardından propaganda gezilerinde saldırılar yoğunlaşmış, kan akmaya bağlamıştı.
Farklı bir gerginlik de sol içinde yaşanmaktaydı. Taksim Alanı'nda l Mayıs'ı kutlama izni DİSK'e verilmişti. Düzenleyici olarak DİSK de mitingin kendi belirlediği kurallarla sınırlanmasından yanaydı.
Bu yüzden kendisine ters düştüğüne inandığı Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Birliği ve Aydınlık gruplarının kutlamaya katılmasını istemiyordu. Devrimci Gençlikle Kurtuluş grupları ise ancak slogan sınırlamasıyla alanda yerlerini alacaktı.
DİSK, alanda kimin nerede duracağını güvenlik görevlilerine iletmiş ve 20 bin DİSK'liyi özel giysileriyle bu düzeni korumakla görevlendirmişti.
''Sis ve göz yaşartıcı bomba attık''
DİSK'in "hayır" dediği gruplardan Aydınlık, mitinge katılmayacağım bir basın toplantısıyla açıklarken istenmeyen öteki üç grup ise "l Mayıs'ı kutlamak DİSK'in tekelinde olamaz" diyerek katılma kararı alıyordu.
Mitingin görkemi ve düzenliliği karşısında gerginliğinden sıyrılan beş yüz bine yakın insan, birkaç saat içinde kan gölüne dönecek alanda işçi bayramının coşkusunu yaşıyordu.
Üçlü grup ile DİSK arasındaki gerginlik bile az çok tatlıya bağlanmış, arada boşluk bırakılması şartıyla kortejin en arkasından yürümelerine izin verilmişti, 1 Mayıs kutlamalarının üzerinde tüm nisan ayı boyunca dolanan kara bulutlar dağılmış, uğursuz kehanetler boş çıkmıştı.
Mitingin son dakikaları yaklaştığında görevliler, görevlerini yerine getirmenin mutluluğu içinde rahat, korku dolu beklentiden kurtulmuş, kitleler bir tatsızlık çıkmadan dönüşe hazırlanmanın rehaveti içindeydiler.
Nerdeyse kutlamaların sonuna gelinmişti. Etrafta her şeyin yolunda olduğunu müjdeleyen tatlı bir sessizlik hakimdi. Emniyet görevlileri, basın, TRT ve Ankara'daki yetkililer rahat bir "oh" demek üzereydiler.
Beyaz Ranault'un camından tomsonu uzattık ve
TRT ekibi ağır ağır kameralarını toplayarak gitmeye hazırlanıyor, gösteriyi izleyen fotoğrafçılar son film karelerini tüketiyorlardı. Pamuk Eczanesi'nin önünde duran mavi kamyonet Kazancı Yokuşu'nun başına çekilmiş, beyaz bir Renault da yokuşun alt kısmında kalan garaja park etmişti.
Saat 19.00'u gösteriyordu. Son konuşmanın son dakikalarına gelinmişti. Kürsüde DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler vardı. Artık yürüyüş kortejinin sonu gelmek üzereydi.
Dev-Genç DİSK yöneticileriyle uzun tartışmalardan sonra anıtın çevresinde yerini alırken Kurtuluş da Tarlabaşı'ndan koşar adım alana giriyordu. Kurtuluş'un arkasından yürüyen üçlü grup ise henüz çok gerilerdeydi. Ve üç el silah patladı...
Esrarengiz beyaz Renault. Üç el silahın sesi sanki birkaç saniye havada asılı kaldı. Bu uzun saniyeleri yeni silah sesleri bozdu. İşaret fişeğinin ardından patlayan tüfekler gibi aynı anda alanın dört bir yanından mermi yağmaya başladı.
Yarım milyon insan korku ve panik içinde koşuşuyor, panzerler su sıkarak, ses ve sis bombaları atarak kalabalığı yarıyor, ortada dönüyorlardı. Kaçıp canım kurtarmaya çalışan yüzlerce insan Inter Continental Oteli ile Pamuk Eczanesi arasında kalan Kazancı Yokuşu'na doğru yöneldiler.
Olaylar başlamadan az önce Kazancı Yokuşu başına park edilen mavi renkli bir Fiat kamyonet ve yerlerde rasgele duran tekerlekli el arabaları Kazancı'ya iniş ve çıkışı engelliyordu.
Sel halinde akan insanlar kamyonetin iki yanından ve el arabalarının üzerlerinden geçerek Kazancı Yokuşu'ndan aşağıya doğru kaçmaya çalışıyorlardı.
Tam bu sırada yokuşun biraz aşağısındaki garajdan beyaz renkli bir Renault son sürat fırlayarak yokuş yukarı gazladı. Panik halinde koşturmakta olanları yararak ilerledi, Renault'nun ön camından uzun menzilli bir namlu uzandı.
Aynı anda art arda ateş edildiği duyuldu. Neye uğradıklarını şaşıran insanlar sağa sola kaçışarak birbirlerini ezerlerken, tomsonlu beyaz Renault sola kıvrılmış, Sıraselviler yönünde gözden kaybolmuştu.
1977 1 Mayıs'ının başına "kanlı" sıfatının eklenmesine yol açan ölümlerin çoğu, Kazancı Yokuşu başında meydana gelmişti. Kanlı l Mayıs ertesinde "ölüm saçan esrarengiz Renault" olarak basına geçen bu beyaz otomobil, görgü şahitlerinin anlattıkları gibi gerçekten çevreye ateş etmiş miydi?
Köşe yazarları "esrarengiz beyaz Renault'yu olayın düğümünü çözebilecek bir ipucu olarak değerlendiriyor ve soruyorlardı: "Beyaz Renault'yu kullanan kimdi? Araba kime aitti?"
Polis memuru Ahmet Dalkılıç, olay gününde alanda görevlendirilen 700 polisten biriydi. Inter Continental Oteli'nin solunda, Osmanlı Bankası'nın önünde 7. Birlikte görevliydi.
Tabancalar ateş aldıktan kısa bir süre sonra otelin köşesinden Kazancı Yokuşu'na saptı, duvar kenarına siper almak üzereydi ki, birkaç adımlık mesafede bir polis arkadaşının yerde yaralı vaziyette yattığını gördü.
"Sürünerek yanına gittim. Çektim, etraftan arkadaşlar da yardım ettiler, garaja soktuk. Orada, beyaz renkli Birinci Şubeye ait Renault otomobile bindirdik. Aşağıya hareket ettik. Yol kapalıydı. Geri döndük. Alanın kenarından Sıraselviler'e doğru hareket ettik. Yol kapalı olduğu için şoförün yanında oturan arkadaş tomsonu dışarı çıkarttı ve ateş etmedi."
Polis memuru Dalkılıç'ın sözünü ettiği beyaz Renault, l Mayıs katliamının ardından sis perdesi altında kalan beyaz Renault'nun ta kendisiydi. Dalkılıç beyaz Renault'nun 1. Şubeye ait olduğunu söylüyor ama "ateş etmedik" diyordu.
Ne var ki Dalkılıç ile aynı Renault'da bulunan 7. Birlik görevlisi polis memuru Necati Tınaz ateş de ettiklerini söylüyor ve şöyle diyordu:
"1. Şubenin beyaz Renault otosuyla yaralıların bir kısmını bizzat ben gördüm. Bu arada hastaneye giderken, beş kişilik bir grup Sıraselviler Caddesi, Alman Hastanesi önünde ellerindeki sopalan bizim arabaya attılar. Bu sırada, benim ve yaralıların korunmaları için müdürümüzün yanımıza verdiği makineli tüfek taşıyan bir arkadaşımız hücum edenlere, 'çekilin yanımızdan, vururum' ikazıyla birlikte havaya beş el ateş etti."
Pek çok kişinin alandan hızla geçerken ateş ettiğini ileri sürdüğü beyaz Renault'nun 25 kişinin yaşamını yitirdiği Kazancı Yokuşu'ndan sıktığını gören sivil tanık Fevzi Karadeniz Cumhuriyet Savcılığı'na verdiği ifadede Renault'nun esrarını şöyle anlatıyordu:
"Panik başladı, halk Kazancı'ya doğru hücum etti. Millet Kazancı Yokuşu'ndan aşağı doğru kaçışırken, Pamuk Eczanesi'nin arkasındaki garaja park edilmiş bulunan beyaz renkli Renault'dan otomatik silahlarla ateş açıldı. Ve otomobil Sıraselviler istikametinde kaçtı." Beyaz Renault'daki tomsonu ve içindeki yaralı polisi gören bir diğer görgü tanığı ise Türkiye Emekçi Partisi Genel Başkanı Mihri Belli'ydi.
"Bir panzerden yaylım ateşi şeklinde ve Kazancı Yokuşu istikametine doğru ateş edildiğini gördüm, Beyaz Renault'yu da gördüm. Ancak içinde bir yaralı polis vardı. Ki bu polisin ölen polis olduğunu sanmaktayım. Bu arabaya yol açmak için halka doğru ateş ediyorlardı. Ve otomatik silahla ateş edilmekteydi."
Hazırlık soruşturması sırasında alınan bu ifadeler iddianamede yer almıyor, duruşmalar sırasında da gündeme gelmiyordu. Aradan geçen 9 yıl, beyaz Renault'nun esrarı konusunda ilk ifadelere yeni bir açıklama da getirmiyordu.
Panzerler meydana girince... 1 Mayıs'ın ardından basın ve görgü tanıkları ortak bir suçlamada bulundular: "Panzerler de ölüm kustu!"
Cumhuriyet gazetesinden Şükran Ketenci olayı otelin önünden izlemişti:
"Taşkışla yolundan hızla iki panzer alana girdi. Sıkışmış olan kalabalığı, yeniden kürsüye doğru kaçmaya yöneltecek şekilde ucundan tarayarak ve otelin önünden geçerek Atatürk anıtına doğru hareket ettiler. Net olarak renkli giysili acık renk saçlı bir kadının panzer altında kaldığım gördüm. Panik ile kalabalığın dağılışı bundan sonra daha da süratlendi. Panzerler, aynı yöntemle birkaç kez geçtiler."
Hürriyet gazetesi muhabiri Kasım Gence de hazırlık soruşturması sırasında verdiği ifadede, şunları söylüyordu: "Dışarı fırladığımız sırada, tam Kazancı Yokuşu'nun başında yatmakta olan kadın cesedini panzerin ezerek geçtiğini, halk ağlayarak dehşet içinde söyledi. Panzerin çarpmış olduğu kadını da gördüm. Gazetemizde resmi çıktı. Bu kadın Meral Özkol'du."
Görgü tanıkları, panzerlerin ileri geri alanı dolanarak su sıktıklarını, gürültü bombası attıklarım ve panik yarattıklarını söylemekteydiler. Aslında, panik içindeki mitingcilerin dağıtılması için emir alan panzer şoförlerinin ifadeleri de farklı değildi.
Su panzerinin içinde bulunan panzer yedek şoförü Yıldırım Özkaraca halkı dağıtma yöntemlerini anlatıyordu:
"Ben su panzerindeydim. Olay başladıktan sonra, halkın sel halinde gelmekte olduğunu gördüm. Toplum Zabıta Müdürü emir verdi. 'Alana girin, su sıkın' dedi. Bunun üzerine alana girdim. Girdiğimizde bir kısım halk, abidenin etrafında çimene yatmışlardı. Bir grup insan da, ortadaki durakta mevzilenmiş Tarlabaşı tarafına doğru ateş ediyorlar, oradan da bu ateşe cevap veriyorlardı. Biz iki ateşin arasına girdik. Ve durağın oradakilere su sıkıyorduk. Su sıkmamız üzerine, bu gruplar dağıldı."
Mehmet Emin Kayabal da telsiz emri üzerine harekete geçen 5 nolu panzerin yedek şoförüydü:
"Tarlabaşı'ndan alana gireceğim sırada küçük küçük grupların birbirleriyle sopalarla dövüştüklerini görünce, bu toplulukların dağılması için sis ve göz yaşartıcı bomba attık. Ben ön tarafta olduğum için kaç bomba atıldığını bilmiyorum."
Panzerlerin ölü ve yaralı sayısını artırması konusunda önemli bir etken oluşturduğu gözlerden kaçmıyordu. İlk günlerde panzerlerin kimden emir aldıkları merak konusu olmuştu. Ancak bu da bir sır değildi.
Panzerlere telsizle emir veren Emniyet Müdür Muavini Salih Bora'ydı. Bora, "Öylesine silah atıldı ki can güvenliği söz konusuydu... Birkaç panzeri çatışmanın devam etmesi üzerine alana ve Continental Oteli'nin önüne hareket ettirdim. Panzerler, su sıkarak, ses bombaları atmak suretiyle çatışan grupların dağılmalarını teminen alanda harekete geçtiler."
Emniyet Müdür Muavini Zeki Tamay, çatışmayı Inter Continental Oteli'nin 713 numaralı odasından Hükümet Komiseri Mustafa Tütüncü ile birlikte izlemişti. Görevi telsiz ve telefonla Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü'ne alanda olup biteni haber vermekti.
Tamay katliam anını şöyle anlatacaktı: "3 el silah sesi duydum. Bunu müteakip otelin önünden ve Pamuk Eczanesi'nin civarındaki topluluklardan bir anda silahların arka arkaya patladığı ve bazılarının makineli tabanca şeklinde arka arkaya otomatik olarak ateş ettiği duyuldu... Abidenin civarında bulunan Toplum Zabıtası panzerleri harekete geçerek silah atanların bulunduğu zabıtaya yardım etmeye çalıştı. Şiren çalarak, su sıkarak, anıtın etrafı da dönmeye, grubu dağıtmaya başladı. Bu esnada da, gürültü bombası atmak suretiyle topluluğu ikiye böldü... Bu esnada telsizden Kazancılar Yokuşu'nda ve Sıraselviler'de silahların patlamakta devam ettiğini ve bazı vurulmalar olduğunu, hastaneye taşınan yaralılara da ateş açıldığını söylüyorlardı. Bu kısmı sevk ve idare eden arkadaşlar, bu mukavemeti kırmaya çalıştılar."
Şaibeli otel. 1977 yılının en şaibeli oteli kuşkusuz beş yıldızlı İnter Continental Oteli'ydi. İddialar alana otelin üst katlarından ateş edildiği üzerinde yoğunlaşıyordu. Otelin bazı katlarının basına kapalı olduğu, olayı otelden izleyen basın mensuplarının ifadelerinden ortaya çıkıyordu.
Günaydın gazetesinden Necati Doğru, "5. katta bir odanın kapısı açıktı. Odanın camlarında alanı seyreden kişiler ve masa üzerinde teleobjektifli makineler gördüğüm için gazetecilerin bu odada olduğunu sanarak içeri girdim. Adımımı atar atmaz oldukça mütecaviz bir biçimde ve itilerek durduruldum. Garsona bu odadakilerin kim olduklarını sordum. 'Polisler' yanıtını aldım" diyordu.
Emniyet mensupları ve İdari yetkililerin anlatımına göre, otelin Taksim Alanına bakan odaları, emniyet görevlilerine tahsis edilmişti.
Gazeteci Necati Doğru'yu "mütecaviz" biçimde geri çeviren kişilerin ise MİT mensupları oldukları Inter Continental Oteli Baş Dedektif Muavini Kudret İnal tarafından mahkemeye bildiriliyordu.
"510 numaralı odada MİT mensupları vardı. 19.30 sıralarında terasa çıktığımda sauna ve plaj kısmının yanındaki havuzda zemin betonlarını yapan iki amele, işçi elbisesiyle çalışıyorlardı, öteki odalarda kimler olduğunu bilmiyorum."
Otelin yedinci katındaki 713 numaralı odada ise Hükümet Komiseri Mustafa Tütüncü İle Emniyet Müdür Muavini Zeki Tamay ve l. Şube Müdür Muavini Sezai Yalçın görevliydi.
Ayrıca otelin alana bakan tüm odaları boşaltılmış ve istihbarat mensuplarına ayrılmış. Oteldeki emniyet görevlileri camdakilerin kendileri olduklarım açıklıyor, böylece perde arkalarındaki esrarengiz kişilerin kimliği sorusu yanıtlanıyordu.
Ne var ki, görgü tanıklarının ifade ettikleri gibi, otelden alana ateş açılıp açılmadığı konusu tam anlamıyla gün ışığına çıkmıyordu. Nokta, olaydan hemen sonra hazırlık soruşturmasında otelin camlarının tetkik edilip edilmediğini araştırdı. Tetkik ertesi günü yapılmıştı.
Belediye Başkanı İsvan, bekçi Aslan, film çeken Öztürk, başkomiser Mete Altan Sular İdaresi duvarlarında siviller mi, tomsonlu siviller mi, tomsonlu polisler mi vardı sorusunu tartışıyor. Duvarların üzerinden ateş açılmış mıydı? Silüetler kime aitti?
Sonuçların ortaya çıkardığı gerçeklerden biri de şuydu: Otelin Taksim Alanına bakan birinci katında soldan sağa sıralanan camların 7, 9, 10, 11, 12 ve 16. bölmelerinde kurşun delikleri görülmüştü. 2, 3 ve 4. katlarda ise kurşun deliğine rastlanmıyordu.
Ayrıca MİT görevlilerine ayrılan beşinci kattaki 510 numaralı odanın camıyla, bunun bir üstündeki 613 numaralı odanın camlarında kurşun giriş deliği tesbit edilmişti. Üst katlarda kurşun deliği bulunan bir başka odadan ise söz edilmiyordu.
Sular İdaresi'nin Tomsonluları
1 Mayıs katliamının tartışmasız en çok suçlanan odağı Sular İdaresi'ydi. Alanın Tarlabaşı çıkışının hemen sağında yer alan Sular İdaresi duvarı üzerinden ateş açılmış mıydı? Duvarın üzerinde görülen siluetler kimlere aitti?
Dönemin Belediye Başkanı Ahmet İsvan Nokta'ya "Herkes kaçışırken Sular idaresi duvarının üzerinde dolaşan insanlar gördüm. Kürsünün etrafında bulunanlar olarak, çoğumuz gördük. Siluet halindeydiler. Birinin elinde silueti tüfeğe benzeyen bir şey gördüm " diyordu.
1 Mayıs mitingini Sular İdaresi duvarının üzerinden izlemekte olan Metin Öztürk ise şunları anlatıyordu:
"Ben duvarın üzerinde film çekiyordum. Çatışma başladıktan sonra film çekmeyi sürdürdüm. Benim çevremde elinde silah olan kimse yoktu. Ahmet İsvan Bey'in tüfek olarak gördüğü benim film makinem olabilir. Çatışma başladıktan bir süre sonra polisler geldi, beni ve çevremdekileri alarak aşağıya indirdi. Üstlerimizi aradı, sıra dayağından geçirdi filmlerimizi aldı ve bıraktı."
Miting günü su deposunun güvenliğini sağlamakla görevli olan bekçi Haydar Aslan'ın tanıklığı da Metin Öztürk'ü doğrulamaktaydı.
"Amirim emrettiği için su deposunun üzerine kimseyi çıkartmıyorduk. Ancak saat 17.00'den itibaren 50-60 kişi depo önündeki ağaçtan su deposunun üstüne tırmandı. Hepsine mani olamadık."
Bekçinin ifadesine göre, deponun üzerindekiler çatışma çıkınca yere yatmışlardı.
"Saat 20 sularında bir grup polis gelerek görevli elemanlarımızı ve diğer şahısları aşağıya indirdiler, üzerlerini aradılar, bir şey bulamadılar."
Mahkeme olayla ilgili olarak bir film izlemiş ve "Sular İdaresi binası üzerinde bulunan reklam panolarının demir ayakları önünde ellerinde tomson makineli tüfek olduğu görülen beş sivil"i tespit etmişti.
Makineli tüfek taşıyan sivil şahısların kimler olduklarını şu anda İstanbul Emniyet Müdürü olan, dönemin Emniyet 1. Şube Başkomiseri Mete Altan şöyle anlatıyordu:
"Sular İdaresi'nin üst katında kendilerini gizlemiş insanlar gördük. Sular İdaresi'nin kapısından içeri girdiğimizde toplum polislerini gördük. İlk basamakları çıkmışlar orada bekliyorlardı. Bizi görünce damda insanlar var, çıkamıyoruz, çelik yelekli polisler yukarı çıksın dediler. Ben ve arkadaşlarım dama çıktığımızda dip tarafta uçta birkaç kişi gördük. Ellerimizdeki tomsonlarla atışa hazır vaziyette onlara doğru yürüdük. 15 kişiydiler. Arama yaptık, bir silah bulamadık. Biz çatıya olaydan tahminen 20-25 dakika sonra çıktık. Ellerimizde ise uzun namlulu tomsonlar vardı."
Aralanmayan perde
Nokta'nın 1977 1 Mayıs'ının tartışılan kısımlarına getirdiği açıklamalar bunlardı. Ne var ki, bunlar da olayın tümüyle aydınlanmasına yetmiyordu. Kanlı Bayram çok tartışılmıştı ama 9 yıl önceye bakıldığında tartışmadan öte bir çabanın gösterilmediği hemen ortaya çıkıyordu. Günün yetkilileri vardı, yetkileri daha sonra eline alanlar vardı. Olayın üzerindeki sis perdesinin kıpırdamazlığı o andaki ve sonraki yetkililerin katliamın üzerine gitmediğini gösteriyordu.
1 Mayıs günü, 98 kişi, olayın sorumlusu olarak tutuklanmıştı. Ancak, 1 Mayıs davası sanıklarının birinci derecede olmadığı ve katliamın bir tertip olduğu konusunda mahkeme heyetinden basında yer alan MİT raporuna kadar herkes hemfikirdi. Ancak, karanlıktaki sorular yanıt bekliyor, kanlı perde bir türlü aralanmıyordu.
Oysa ki, yetkililer ısrarlı suskunluklarını terk etmedikçe, katliamın üzerine inen kanlı perde kaldırılmadıkça, 1977 1 Mayıs'ı Türkiye tarihinde kara leke olarak kalacaktı.