Öğretmendim. 1969'da Ordu'da fındık mitingi yaptık. Fikri Sönmez ve Ziya Yılmaz da vardı bu eylemde. Sabahın onundan gecenin 12'sine kadar yolu kestik. O kadar kalabalığız. Radyodan durmadan anons ediliyor yol açılmadı diye.
Bu eylemden sonra siyasi çalışma gereği duyuldu. Ertan Saruhan'la o zaman tanıştık. zaman... Saruhan düzenli olarak gelirdi. Öğretmenler akşamları buluşurduk. Sonra durumlar sertleşti. Elrom olayından sonra Ertan "araba gerektiğinde bulabilir miyiz", "ev müsait mi", "birkaç kişinin kalacağı evler var mı" gibi sorular soruyordu.
Bu konuşmalardan Mahirlerin Maltepe'den kaçış planları yaptıklarını anlıyordum. Tabii bana açıkça söylemiyordu.
Ertan illegalde
Ulaş vurulduktan sonra Ertan illegale kayma gereği duydu. Bizde de kaldı. Annem babamla birlikte bizim köyde, Ünye'nin Nurettin köyündeydim, öğretmenlik yapıyordum. Kahvaltıyı beraber yapardık, sonra okula giderdim.
Akşamları beraber olurduk. Ertan anneme, "teyze sen yemeği kapıya bırak ben alırım" dermiş. Yüzü hep sarılıydı, kamufle ederdi kendini, yüzü tanınmasın diye.
Babamla sohbet ederlerdi. Bir gün bana "babana din konusunda fazla yüklenmişsin" dedi. Babam ona dert yanmış da.
Bana Kamboçya'daki devrimcilerden söz ederdi. Yakalananlar ifade vermemek, konuşmamak için intihar hapı içer, kendilerini öldürürlermiş.
"Dağda da bana yemek ulaştırabilecek misin?"
Çok dikkatliydi. Kırda kalacak diye çok az yemeye çalışırdı. Kendini uzun bir mücadeleye hazırlıyordu. Anneme ayrılırken , "teyzem yemeğimi hiç eksik etmiyorsun, dağda da bana yemek ulaştırabilecek misin" demişti.
O yıllarda Karadeniz bölgesindeki toplantılarda, mitinglerde konuşmaları kaydederdim. Ziya Yılmaz'ın yakalanmasından sonra evdeki kasetlerin üzerine Tokat havaları kaydetmiştim.
Ertan de evde bu kasetleri dinlemiş... Dinlerken birden kendi sesini duyuyor, Ziya Yılmaz ile Ertan'ın kaydettiğim konuşmaları bunlar. Demek ki, kayıtların üzerine yeniden kayıt yaparken atlamışım orayı.
Mahirler Hapishaneden kaçtılar. Ertan Mahir'i görmek için Ankara'ya gitti.
Sabahattin Kurt geldi
Sabahattin Kurt herkesten bir hafta önce geldi, bizim evde kalıyor. Çok sempatik biriydi. Annem ona "çatık kaş" derdi. Daha sonra resimlerine bakınca ne kadar haklı olduğunu anladım, kaşları birbiriyle birleşmiş gibiydi.
Sabahattin'le uykudan önce mırıl mırıl konuşuyoruz. "Arkadaş, acaba devrimi görmek bize nasip olacak mı," dedim. "Ne diyorsun sen" dedi, "biz yaşasak yaşasak altı ay yaşarız".
"Şu altı ayı bir savuşturabilsek," dedi. Bu sözler aklımda.
Yarım dakikada jipte
Bir akşam Sabahattin, arkadaşların ihtiyacı vardır diyerek beni Ünye'ye gönderdi. Avukat Şener Şadi beni görünce sevindi, "seni arıyorduk, üç arkadaş göndereceğiz," dedi.
Ahmet Atasoy beni aldı, jiple yarım saatte Tekkiraz-Niksar-Ünye yolu üzerinde Kırmakaya mevkiine gittik. Ömer Ayna, Sinan Kazım Özüdoğru ve Saffet Alp sırt çantaları ve silahlarıyla bekliyorlardı.
Yani bir dakika bile değil, yarım dakikada sırt çantaları ve silahlarıyla jipe atladılar.
Böyle güçlü bir örgütümüz var!
Şoför Nihat Yılmaz, ben yanında oturuyorum, benim sağımda da Ömer Ayna. Tabii bütün bu isimleri bilmiyorum o zaman, sonradan öğreniyorum.
Ömer Ayna karakola iki üç kilometre kalmıştı ki, bana Tekkiraz Jandarma Karakolunda kaç jandarmanın olduğunu sordu.
Ben de beş altı jandarma vardır herhalde, dedim, "30 olsa ne yazar" dedi. O zaman kendimi çok daha fazla güvende hissettim, moral buldum. Böyle güçlü bir örgütümüz var diye düşündüm.
Saffet'i Mahir sandım; öyle yakışıklı
Bizim köye vardık. Ormanın içinde dolaşırken kardeşimi bizim evin oraya gönderdim, evi kolaçan etsin diye. Döndü geldi, "tamam" dedi. İsimleri bilmiyorum ama Saffet Alp'i Mahir sanıyordum.
O zamanlar, Mahir'in gazetelerde fotoğrafları çıkıyor, her yerde "Mahir o kadar yakışıklıymış ki bütün burjuva kızları Mahir'e aşıkmış" diye konuşuluyordu. Hatta daha sonra cezaevinde, "Mahir bütün burjuva kızları devrimci yaptı" diye konuşulduğuna şahit oldum.
Ben de gelenlerin içinde en yakışıklı olarak Saffet'i gördüğüm için herhalde, Saffet'i Mahir sanıyorum. Onun için de önemli soruları ona soruyorum.
Avukat Ali Kaynar'la konuşuyoruz; "Hüseyin" diyor, "bunlar geldi, boş duracak değiller ama ben hala yazıhanemde oturuyorum, bize ne yapacağımızı da söylemiyorlar, bilgi de vermiyorlar."
O zamanlar deseler ki bırakın işinizi çekilin illegela, hepimiz hazırız. Böyle bir ruh vardı o zamanlar....
Nereden kamyon bulacağım?
Ahmet Atasoy "biri gelecek bu arkadaşları götürmek için" deyince Perşembe günü okulda bekledim. Bir de bana gerekirse kamyon bulup bulamayacağımı sordu, bulurum dedim ama nereden kamyon bulacağım, şimdiki gibi değil ki...
Kimse gelmedi. Nahiye üç kilometre, yürüdüm gittim. Yolda bir arkadaş, "Hüseyin seni biri arıyor," dedi. Anladım tabii.
Yüncü'yüm dedi bu gelen. 100 lira alacağın varmış, onu getirdim deyip bana 100 lira verdi. Ahmet Atasoy da saat altıya kadar gelecekti, gelmedi.
Yüncü'yle yürüye yürüye bizim köye gidiyoruz. Yolda, evde nereli olduğunu sorarlarsa Orduluysa Giresunlu, Samsunluysa Ordulu demesinin iyi olacağını anlatıyorum.
Babam beni bu mücadelede çok yalnız sanıyor, bunalıyor, o yüzde Yüncü'ye "bu mücadele bizim halkımızın mücadelesidir" dersen babama iyi bir mesaj olur diyorum.
Yüncü, bunun üzerine "ben bu işlere girecek değildim, Ahmet'in hatırı için girdim" demesin mi? O günlerde böyle kişilerle bu eylem gerçekleşti.
Kamyoncuya "tarihe geçeceksin" deyip...
Akşam evde oturuyoruz. Onlar kendi aralarında gizli gizli konuşuyorlar. Denizlerin idamını Meclis onaylamış, idamlar cumhurbaşkanına gitmiş, her an infazlar olabilir. Cumhuriyet Halk Partisi idamların durdurulması için Anayasa Mahkemesi'ne itiraz yapılmış diye konuştuklarını duyuyorum. Reisicumhur hemen idamları imzalayabilir düşüncesiyle "bunlar her an cinayet işleyebilir" diye endişelendiklerini anlıyorum.
Bana "sen bizi bir an önce gönder" diyorlar. Ben de "bir gece daha misafirimiz olsanız" diyorum. Benim derdim kamyon, nasıl bulacağım?
En sonunda bir kamyoncu arkadaşa gittim. "Bak," dedim, tarihi bir olay olacak, sen de tarihe geçeceksin. Tamam, dedi. Ben zafer kazanmış gibi seviniyorum.
O sırada Yüncü, "Niksar'dan öte yaya yolumuz var" diye açıklamalar yapıyor. Halbuki benim bilmemem gerekiyor ama söyledi işte. Kamyoncu, "şoför mahalline almam, arkaya otururlar, uzaktan gelen görürlerse kamyon çadırının altına saklanırlar," diyor.
Evde iz kalmasın
Eve gittim, müjdemi veriyorum. Hemen hazırlanıyorlar. Hepsiyle kucaklaşıyoruz. Babamla da, annemle de kucaklaşıyorlar.
Giderlerken, Saffet Alp'e "arkadaşlar göreve devam edecek miyiz" diye soruyorlar dedim.
O ise, evde bizden hiçbir iz kalmasın, en ufak bir iğne bile görsen imha et, sakın hatıra falan diye saklama, diye beni tembihledi, "biz gerekirse size bildiririz, şu an devam edin," dedi.
Pazartesi günü saat 10.00 haberlerinde İngiliz teknisyenlerin kaçırıldığı söyleniyor. Onları Cuma akşamı gönderdim, bu olay Pazar günü oluyor.
Cemseler geliyor
Bekliyorum, illegale geç haberi gelmiyor bana. Her şeyi sakladık. Nahiyedeki kulüpte okulun beş öğretmeni briç oynuyoruz. Cemseler geliyor. Beni götürüyorlar. Tekkiraz Jandarma Karakolunda bildiğini saklama diyorlar.
Sonra Ünye jandarma'ya götürdüler. Yumruklar geliyor bir o yandan bir bu yandan... Bodruma attılar. Her türlü işkence.
Ölmek istiyorum. Kafamı taşlara vuruyorum, ölmüyorum, insan kolay ölmüyor. Kulağıma elektrik veriyorlar.
Arkadaşlarımızı öldürdüklerini söylediler
İsim soruyorlar, nereye gittiklerini soruyorlar. O sırada gözaltındaki arkadaşlardan biri işkencede "ben konuşacağım" dedi... Bana, "senin isimleri bilmen gerekir, sana dört senin kişi gönderilmişti" deyince... Bizde kalanların isimlerini bilmiyorum zaten. Maltepe'den kaçanların isimlerini ezberlemişiz, sayıyorum.
Konuşmalardan anlayabildiğim kadarıyla Kütahya'dan, Eskişehir'den asker getiriliyor, komutanlar gelmiş.
Gece 12'ye doğru on arkadaşınızı öldürdük dediler. Sonraki gün de Ertuğrul'un ele geçtiğini söylediler.
Ünye'den 40 kişiyi Ankara'ya götürdüler. Bir ay kaldık, sonra İstanbul'a. THKP-C davasıyla birleşti bizim dava da.
Yılmaz Güney Karadeniz'de film çekecekti
Yılmaz Güney'in tutuklandığını Ankara'dayken duyduk. Çok sevindim. Sonra kendi kendime niye seviniyorum dedim. Böyle bir insanın aramızda olması beni sevindirmişti.
Selimiye'de bir gün volta atarken biri sırtıma vurdu, "merhaba dost" dedi. Baktım Yılmaz Güney. Hasan Aslan, Fikri Sönmez ve beni çaya davet etti.
Af gündemde olduğu için dışarıyı konuşuyoruz. Yılmaz Güney, gittiğimiz yerlerde dikkatli olmamızı söyledi, bizi çekemeyecekler dedi. Sonra, her yerde film çektiğini ama Karadeniz'e karşı kendini suçlu hissettiğini, borçlu hissettiğini söyledi.
Çıkar çıkmaz Karadeniz'de fındık sömürüsü üzerine film yapacağını anlattı. Çok sevindik. Hekimoğlu olayını da araştırıyordu; bizden bu konuda bilgi toplamamızı istedi.
Öğretmenliğe dönemedim
Cezaevinden 74 affıyla çıktık. Yılmaz Güney'i bekliyoruz Karadeniz'e gelecek diye. Bizi o kadar uyardı ama ne yazık ki kendisi provokasyona geldi.
Biz hapisteyken öğretmenlikten ihraç edildik. Daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi'nden Milli Eğitim Bakanı Mustafa Üstündağ zamanında ihraç edilenler öğretmenliğe döndü.
Bizim Ankara ve İstanbul'daki avukatlarımız itiraz yapmadığı için öğretmenliğe dönemedik. Biz avukatlar müracaat etti zannediyorduk... Böyle bir müracaat bizim aklımızdan bile geçmemişti. Biz o sıra sadece Mahirlerin emaneti bayrağı taşımayı düşünüyorduk.
Şimdi aileden kalan birkaç dönüm toprakla uğraşıyorum, Özgürlük ve Dayanışma Partisi Ünye ilçe başkanlığı yapıyorum. (HG/NM)