Kamu emekçilerinin meydanlarda toplanıp toplu iş sözleşmesi ve grev haklarının tanınması için eylemde oldukları sırada, Başbakan Yardımcısı Hüseyin Çelik de Ankara'da bir günlük grevi karalamaya çalışıyordu.
Çelik'in temel savı şuydu: "Vatandaşımızın hayatını cehenneme çevirmeyelim. Herkes Anayasa'da kendisine tanınan hakları kullanmalıdır. Bugün yapılan eylem o kadar masum bir hak arama eylemi değil."
Grev neden yapılır?
"Grev" sözcüğünü kullanmayan Çelik, adet olduğu üzere, kamu çalışanlarının bir günlük "uyarı grevi"ni üstü örtülü bir şekilde "kanunsuz" ilan etmeye, halkın gözünde de karalamaya çalıştı.
Bunun hayatta pek karşılığının olmadığını, haberler gösteriyor. Birçok ilden gelen haberlere göre, yürüyüşler yüzünden trafikte sıkışanlar, hizmet alamayanlar da dahil olmak üzere, halk kamu çalışanlarının hak arayışına alkışlarla destek verdi. Yani Çelik'in bu ucun propaganda/ikna girişiminden yarar ummaması yerinde olur. Ayrıca, bugünkü eylemler Başbakan'ın da iddiasının tersine sonun kadar yasal. Bu hem Türkiye'deki yargı hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından defalarca onandı.
Daha da önemlisi, Çelik'in "Ben grevin hayatı etkilemeyenini severim" benzeri sözü. İyi ama, grev bunun için yapılır. Duran üretimin hayatta ne kadar esas olduğunu, üretenlerin aslında ne kadar güçlü olduğunu göstermek için.
Anlaşılan, mesaj yerine ulaşmış
Geçen yıl Almanya ve İtalya'daki, bu yıl İrlanda'daki geniş katılımlı kamu emekçileri grevlerinin ardından hiçbir politikacı çıkıp "Halka hizmet gitmiyor. Bu grev kötü niyetli" demeye cesaret edemedi. Neden acaba?
Gerçi buradan iyi bir haber de çıkarabiliriz: Çelik bu sözleri etmeye mecbur kalmışsa, bu gücü görmüş, mesaj yerine ulaşmış demektir.
İç hukuk, dış hukuk kalmadı artık
Çelik, bildiğini bilmezden gelip yanıltmayı sürdürdü. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmeleri'ni, örgütün kendi tavsiyelerini anımsatan ve Türkiye'yi bir an önce toplu pazarlık ve grev hakkını tanımaya çağıran sendikalara "İşimize gelince iç hukuk, işimize gelince ILO sözleşmeleri mi" dedi.
Ama yanıldı. Anayasa'nın 90. maddesindeki değişiklikle, Türkiye'nin onayladığı uluslararası sözleşmeler, iç hukukun bir parçası. İhtilaf halindeyse, iç hukukun üstünde. Yani ortada iç hukuk-dış hukuk ayrımı kalmamış durumda.
Çelik AİHM kararlarını görmezden gelmeyi sürdürüyor
Bir de, Çelik'in adını bile anmadığı, Türkiye'nin yasalarını değiştirmesini gerektiren AİHM kararları var. Mahkeme sendikacı Erhan Karaçay'la ilgili kararında sendikal eyleme katıldığı için ceza verilmesini haksız bulurken, memurların grev ve iş bırakma hakkının olduğunu belirtmişti.
AİHM, geçen yıl da, Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikası'yla ilgili aldığı kararında, "toplu sözleşme hakkı yoksa, sendikal haklar işe yaramaz" diyerek, Türkiye'de memurların toplu sözleşme hakkının olduğunu ortaya koymuştu.
Çelik bu iki karardan hiç söz etmedi. Gerçi, burada bir tutarlılık var. AİHM'nin zorunlu din derslerinin insan hakları ihlali olduğunu saptayan kararı da gözardı etmeyi başaran, "Müfredatı değiştirdik, gerek kalmadı" diyebilen de dönemin Eğitim Bakanı Çelik'ti. (TK)