Sulukule from Fatih Pınar on Vimeo.
Fatih Pınar'ın İstanbul'un en eski semtlerinin "kentsel dönüşüm" projeleri kapsamında geleneksel sakinleri kovularak "soylulaştırılması" sürecine tanıklık eden kamerası bu kez Sulukule'de. Neşe Ozan'ın Sulukule'nin "dönüştürülmesi"ni değerlendiren makalesi, Pınar'ın tanıklığına kent plancılığı bakış açısından bir arka plan sunuyor. Pınar'ın Perşembe Pazarı, Tarlabaşı ve Süleymaniye fotoröportajlarını izleyen Sulukule bir yıl boyunca devam edecek programlı fotoröportaj dizisinin dördüncü ayağı.
Video'yu izlemek için üstteki fotoğrafa tıklayabilirsiniz
Surdibi’nin tarihi Roman mahallesi Sulukule geçtiğimiz Mayıs ayı ortasında yaşanan yıkımla ömrünün sonuna geldi. Her yaz sokaklarında düğün ve sünnet alaylarının 9/8’lik ritimlerle geçit yaptığı mahallenin yerinde, koskoca bir enkaz yığını yükseliyor. Yıkıntılar üzerinde hurda toplayıcıları hummalı bir faaliyet içinde; bu evlerde tüketilmiş hayatların demirini kapısından çerçevesinden, bakırını kablosundan ayırıyor. İnsanlardan, kültürden ve tarihten para eden ne kalmışsa, bir bir kamyonların üzerine istifleniyor.
Kentsel dönüşüm neredeyse herkesin birbiriyle akraba olduğu bu mahallede genç, yaşlı, kadın, erkek, kiracı, ev sahibi bütün insanların hayatını etkiledi. Burada herkes bir şeyini kaybetti; kimisi evini, kimisi işini, kimisi çocukluğunu, kimisi ömrünün en güzel yıllarını… Yine de bu hoyratlık mahallenin zenginlerine başka, yoksullarına başka türlü değdi. Yeryüzünden silinen tarihi semt ile birlikte, yaşlıları, yalnızları ve muhtaçları esirgeyen, koruyan mahalle dokusu da yok oldu gitti; insanlar birbirini kaybetti.
Sulukule’den zorla tahliye edilen yoksullar, ne kadar süreceği ve nereye varacağı belirsiz bir göç yoluna ilk adımı attılar. Aslında yoksulların büyük “dış göç”ünün öncesinde mahalle içinde iki yıl süren bir “iç göç” dönemi vardı.
“Acele kamulaştırma” ve yıkım, Belediye’nin soylulaştırma için ihtiyaç duyduğu “mıntıka temizliğini” sağlayan araçlar oldu. Kamulaştırmadan duyulan endişe, yerli mülk sahiplerinin büyük bölümünün varını yoğunu satıp mahalleyi terk etmesine yol açarken, yoksulları alandan söküp atan şey yıkımlar oldu. Çaresiz yoksullar, Belediye’nin sebep olduğu insanlık dışı yaşama koşullarına rağmen, mahallede kalmak için iki yıla yayılan bir zaman dilimi boyunca çabaladı durdu.
İlk göçler
2006 yılında Bakanlar Kurulu tarafından ilan edilen “acele kamulaştırma”, 2008 yılı sonuna dek hiç uygulanmadı. Her ne kadar uygulanmasa da, sadece ilan edilmesi bile, mülk sahiplerini kıskaç içine almaya yetmişti. Belediye evleri hem ucuza kapatmak, hem de yapacağı lüks evler için halkı senelerce borçlandırmak istiyordu. Mülk sahipleri açısından Belediye’nin dayattığı koşulları çok riskliydi. Lüks konut alacağım derken, borcun altından kalkamamak, üstelik eldeki evden de olmak vardı. Onlar mahallelerinden de, küçük, mütevazı evlerinden de çok memnundular aslında; Belediye’nin “sözde” medeniyetinin heveslisi değildiler.
Gerçekten de çok sayıda ev hiç de kötü durumda değildi. Belediye Başkan’ının “halkı teneke evlerden kurtarıyoruz” sözleri tamamen gerçek dışıdır. Sulukule hiçbir zaman teneke evlerin olduğu bir yer olmamıştır. Evlerin bir bölümünün bakımsız olduğu doğruydu ve elden geçirilerek sağlıklılaştırılması pekala mümkündü. Özellikle Hatice Sultan bölümünde evlerin tamamı çok katlı yapılardı ve oldukça yeniydi.
Kamulaştırmanın ciddi bir tehdit haline gelmesi, bütün itirazlara son verdi. Çoğu mülk sahibi risk almamayı seçerek, malını Belediye’nin verdiği fiyatın üstünde teklif veren üçüncü şahıslara sattı ve bölgeden göç etti. Gidenler, kendine iyi kötü bir konut satın alarak, daha çok Karagümrük ya da Balat civarına, mahallenin yakınlarına yerleşti.
Mülk sahipleri kendi içinde homojen bir topluluk değildi tabii. Dönüşüm fırtınası herkesi farklı etkiledi. Birden fazla yapının sahibi olan görece zengin kesim için “dönüşüm” belki kira gelirini kaybetmek demekti. 90’lı yılların “eğlence evleri”nden iyi kazanan Romanların bir bölümü mahalle içinde yatırım yapmıştı. “Evler” polis zoruyla kapatılınca, herkes gibi, bu insanlar da ekonomik bir açmaz içine düşmüş, kira geliri, esas geçim kaynağı haline gelmişti.
Dar gelirliler çok çaresizdiler. Bütün zenginliği, bir ömür boyu çalışıp didinerek satın aldığı ve halen içinde oturduğu konuttan ibaret olanlar adeta şok geçiriyordu. Çoğunlukla yaşlı emeklilerden oluşan bu talihsiz grup, kentsel dönüşüme ömrünün sonbaharında yakalanmıştı. İçlerinde 75 yaşında, istemeye istemeye 15 sene sürecek bir borç yükünü kabullenenler oldu. Bazısı daha yeni evin temeline kazma vurulmadan son nefesini vermişti bile.
Yatırımcılara ballı fırsatlar
Belediye projesinin Sulukuleli’ye riskli gelen koşulları, malların yeni sahipleri için altın fırsattı. Zaman ilerledikçe, mahalleye üşüşen rantçıların önemli bir bölümünün AKP içinden ve çevresinden geldiği açığa çıktı. Milletvekili yakınları, AKP ilçe teşkilatı yöneticileri, AKP’li belediye başkan yardımcıları, muhtelif belediye meclisi üyeleri, İSKİ müdürleri ve partiye yakın işadamlarının çekilişsiz, peşinatsız, 15 sene boyunca ayda 400 TL civarındaki sudan ucuz taksitlerle İstanbul’un göbeğinde lüks konut sahibi olacağı anlaşıldı.
Belediye proje kapsamında Taşoluk’ta kiracılara verdiği hakları 2005 yılında alanda oturanlarla sınırlı tutuyordu. 2005’ten sonra bölgeye yerleşen kiracılara hiçbir hak tanımadı. Mülk sahipliğine tanınan koşullara ise asla zaman sınırı koymadı. Sulukule’de 2005’ten sonra mülk edinen yatırımcılara yerlilere özel olduğu söylenen “avantajların” aynısı tanındı. “Dönüşüme veren” Sulukuleli emekli yoksul ne ödüyorsa, rantçı belediye meclisi üyesi de onu ödeyecekti.
İç ve dış kamuoyundan yükselen eleştiriler rant projesinde en küçük bir yumuşama yaratmadı. Fatih Belediyesi eleştirileri demode medya stratejileriyle geçiştirmeye çalışıyordu. Yerel halk zorla tahliye edilirken, Başkan “dünyanın en sosyal projesini yaptığını” anlatıp duruyor, projenin beyin takımı, ürününü “romantik ve insani” olarak tanımlıyordu. Belediye’nin basın danışmanları uzunca bir süre Başkan’ın elini sıkan herkesi projenin hayranı ilan etmeyi sürdürdü. Kamuoyunu aptal yerine koyan bu stratejiler vicdanları ikna edemedi. Belediye projesinin sağladığı rant dillere düştü; mafya dizilerindeki repliklere, lise öğrencilerinin ödevlerine kadar girdi.
Kiracıların “iç göç”ü
Bölgede ikamet eden nüfusun yaklaşık yarısı kiracılardan oluşuyordu. Sulukule’de doğup büyümüş, ya da uzun yıllardır mahallede yaşayan kiracıları tahliye eden şey 2007 yılında başlayan yıkımlar oldu. Belediye’nin bir zaman ve mekan planı açıklamadan, gelişigüzel yaptığı yıkımlarla hayatları kabusa dönmüştü.
Bir gün o sokağa, bir gün bu sokağa yollanan dozerler enkazı olduğu gibi yerinde bırakıyordu. Molozlar arasında aylar geçirildi; çocuklar yaralandı, kanalizasyonlar patladı, ortalığa her türlü haşerat yayıldı. Dilekçeler, şikayetler hiçbir işe yaramıyordu. Belediye, ortamı her geçen gün biraz daha yaşanmaz hale getirerek, dışarıya göçü zorluyordu. Sulukule’nin yoksul kiracıları ise dışarıya gitmek yerine, mahalle içinde evden eve göç etmeye başladı. Önde kiracılar arkada Belediye’nin dozeri aylarca adeta köşe kapmaca oynandı. Belediye yıkınca, her şeyini bir el arabasına yükleyen kiracı boş bulduğu başka bir eve sığınıyordu. İki sene içinde bu şekilde dört-beş ev değiştiren aileler oldu.
Köşe kapmaca en çok çocukları ve yaşlıları yıprattı. Tahammül etmek çok zordu; ancak ailelerin Sulukule’deki 50-150 TL arasında değişen kira bedelinden fazlasını kaldıracak gücü yoktu. Mahalle dışında kirası bu kadar düşük yer bulmak mümkün değildi.
Bu haneler açlık sınırında yaşayan, hayatın olağan dalgalanmalarına bile dayanacak gücü olmayan hanelerdir. Aile ekonomisi o kadar kırılgandır ki, hesapta olmayan her durum bütçelerinde kara delikler açar. İşin kötü tarafı, kör talih onları hiç yalnız bırakmaz; bir deliği kapatmakla boğuşurken, bir bakarsın üç-dört tane daha açılır. Yoksulun giderlerindeki en önemli kalem olan kira ne kadar düşükse, ayakta kalma şansı o kadar yüksektir.
Belediye tahliyeyi hızlandırmak için 2007 baharında “dönüşüm” için anlaştığı ev sahiplerine yazılı tebligat gönderdi ve evlerin elektrik ve suyunu kestirmelerini istedi; aksi takdirde sözleşmeyi iptal etmekle tehdit ediyordu. Halen içinde kiracı oturan evler, borçlu olmasalar dahi, insafsızca karanlıkta ve susuz bırakıldı. Evler su ihtiyacını mahalledeki iki sokak çeşmesinden karşılamaya başladı.
Yeni bir dinamik: Hak verilmeyen kiracılar
Belediye’ye göre, projeyi “dünyanın en sosyal projesi” yapan şey, mahallenin kiracılarına borçlanma karşılığında Taşoluk’ta konut hakkı vermesiydi. Gerçekten de kiracıların düşünülmüş olması olumlu bir yaklaşımdı. Ne var ki, Belediye meseleyi kiracıların gözünden bakarak anlamaya hiç çalışmadı. Birincisi, kiracılar Sulukule’de yaşamaya devam etmek istiyor; merkezde yaşamanın avantajlarından mahrum bırakılmayı kabul etmiyordu. İkincisi, Taşoluk kiracılara hiçbir geçim olanağı sunmadığı gibi, o kadar uzaktı ki, insanlar mevcut işlerine de gidemiyordu. Üçüncüsü, konutların ne taksitleri ne de yan giderleri, yoksulluk ile açlık sınırı arasında yaşayan ailelerin karşılayabileceği düzeydeydi. Bütün bu nedenler Taşoluk konutlarının daha altı ay geçmeden elden çıkarılmasına neden oldu. Böylece projenin “sosyal” yönü çöktü; geriye, çırılçıplak rant kaldı.
Yeniden mahalleye dönecek olursak; Taşoluk’ta ev hakkı kazanan 303 kiracının anahtar teslimi beklediği günlerde, ortaya başka bir gerçek çıktı: Mahallede hiç hak verilmemiş çok sayıda kiracı vardı. Belediye bölgedeki kiracı sayısını doğru tespit etmemişti.
Böylece kiracıların hak arayışı başladı. Sulukule’yi son bir senesinde ayakta tutan temel dinamik, kiracıların mücadelesi oldu. 400’ü aşkın aile, Bilgi Edinme Yasası’na dayanarak Belediye’ye “neden hak sahibi yapılmadığını” soran dilekçeleri topluca götürdü.
Kiracıların büyük bölümü dilekçelere cevap gelene kadar mahallede kalmayı sürdürdü. Evlerini, pencerelere astıkları “Dozer dikkat! Bu evde insan yaşıyor” yazılarıyla korumaya çalıştılar. Sık sık gruplar halinde Belediye’ye giderek kendilerini unutturmadılar.
Bir seneyi bulan çok zahmetli bir süreç sonunda, 120 aile Belediye’nin şart koştuğu belgelere emsal teşkil edecek evrak bulmayı başardı ve konut hakkı kazandı. Bu kitle, hâlâ kazandığı hakkın sözleşmeyle tescil edilmesini bekliyor ve konutlar teslim edilene dek projenin vaat ettiği ayda 300 TL kira yardımının yapılmasını talep ediyor.
Kiracı olduğunu kanıtlayacak belge temin edemeyen, ya da mahalleden ayrılmak zorunda kalıp, hak peşine düşemeyen bir o kadar yoksul ise hiçbir kazanım elde edemedi.
“Dış göç”
Arkasında hiçbir kamu yararı bulunmayan bir rant projesi uğruna iyi kötü barındıkları evlerinden, memleketlerinden atılan yoksul Romanlar dört bir tarafa dağıldı. Hiçkimseyigörmez’ler, Yamanatıcı’lar, Yandımalamadım’lar, Taşpatlatan’lar, Hergünkoşar’lar şimdi tarihi duvarların dışında ayakta kalma savaşı veriyor. Genel eğilim zorunlu göçün ilk duraklarının Karagümrük, Balat, Gaziosmanpaşa ve benzeri yakın semtler olduğunu gösteriyor.
Kentsel dönüşüm eğer gerçekten birilerinin hayat kalitesini yükseltiyorsa, bu “birileri”nin Sulukuleliler olmadığı kesin. Mahalledeki müstakil, avlulu evlerinden, yeni semtlerinin en kötü durumdaki konutlarına, rutubet içindeki karanlık bodrumlara ve damı akan derme çatma çatı katlarına düştüler. Sulukule’deki yerlerine ise zenginler geçecek.
Rant mağdurları sık sık kira ödeyemez duruma düşüyor ve kirayı takıp bir evden diğerine göçe devam ediyorlar. Kısa bir zaman sonra, bir evsizler kitlesinin ortaya çıkacağını görmek için kahin olmaya gerek yok.
Yeni mahallelerinin muhtarlıklarında kaydolurken yaşadıkları muhtelif zorluklar, evsizliğe bir de kağıtsızlığın eklenebileceğinin ilk işaretlerini veriyor. Her şey kentsel dönüşüme yakalanan hayatları çalkantılı günlerin beklediğini gösteriyor.(NO/EÜ)