Dünyanın gözü yine memleketin üzerindeydi.
Birbirini takip eden uluslararası projelere bir yenisi eklenmiş, enerji sektörünün devasa bir uygulaması yalnız ülkenin değil, gayet geniş bir coğrafyanın çıkarlarına uygun olarak yürürlüğe konmak üzereydi.
Gezegenin dört bir yanından davet edilmiş, aralarında devlet başkanları, başbakanlar, bakanlar ve muhtelif hükümet temsilcilerinin bulunduğu yüzlerce misafir Boğaz'ın kıyısındaki Osmanlı yadigârı saraya resepsiyon için akın etmişti.
Temmuz ayının akşam güneşi tarihî binanın denize nazır bahçesini altın rengine boyarken usul usul esen poyraz klima vazifesi görüyordu.
Davetliler protokole fazlasıyla uygun olarak yerlerini aldıktan ve çakı gibi garsonlar her birinin tabağına birer zeytinyağlı enginar bıraktıktan kısa bir süre sonra ana masaya yakın bir masada hareketlenme gözlendi.
Akdeniz ülkelerinden birinin muameleci tavırlı bir bürokratı bakanına yanaşıp usulca kulağına bir şeyler fısıldamış, akabinde bakan ve yanındaki tercüman yerlerinden kalkıp resepsiyonu veren devlet erkânının masasına doğru ilerlemişti.
Muhtelif kaş göz işaretleri güvenlikten sorumlu memurlar arasında şimşek hızıyla gidip gelirken birazdan doğaçlama gerçekleşecek ayaküstü görüşmenin altyapısını düzenleyenler kulaklara telaşlı sufleler vermeye devam ediyordu.
Ardından ev sahibi ülkenin başbakanı da gecikmeli olarak yerinden kalktı ve kocaman yuvarlak masaların ortasındaki nispeten dar boşlukların birinde, protokol yok sayılma pahasına görüşmeye can atan dost ülkenin bakanıyla yüz yüze geldi.
Misafir bakan İngilizce bilmediği için konuşmasını ana dilinde yapacak, tercüman söylenenleri Türkçe'ye çevirecekti; önce gözlerini ona dikmiş başbakana görüşmeyi kabul ettiği için ne kadar müteşekkir olduğunu ifade etti ve böylesine nezih bir ortamda bulunmaktan duyduğu memnuniyeti ifade etti.
Ardından gayet yavaş ve tutuk bir ritimde Türkiye'ye aslında ilk gelişinin bu olmadığını, daha önceki yıllarda başka bir görev çerçevesinde buraya geldiğini konuşmasına muhtelif ayrıntılar katarak anlattı.
Bakan vazifesiyle ilk defa Türkiye'ye gelmekten dolayı içinin mutlulukla dolduğuna dair kısma gelirken konuşmayı yakından takip edenlerin sıkıntısı çoktan belirgin hale gelmeye başlamıştı.
Zaten tekrarlarla dolu konuşmasında tıkanıp söyleyecek pek bir sözü kalmadığını anladığında bakan susmuş, tercüman devreye girmiş, söylenenleri Türkçe'ye azami hızda ve harfiyen çevirmişti.
Bunu kısa bir sessizlik takip etti; ev sahibi hükümet başkanı havayı şöyle bir koklar gibi oldu ve otoriter bir sesle, "Geç bunları, geç!" dedi ve sustu...
Söz sırası tercümandaydı, fakat misafir bakanın diline çeviri birkaç saniyeliğine de olsa gecikmişti. Sarayın tavanındaki nişancıların yanından havalanan bir karganın gaklaması beyninde yankılandı.
Osmanlı döneminde kellesi alınmış ne kadar da çok tercüman vardı...
"Bazı mevzular üzerinde uzun uzadıya durmaya gerek yok" cümlesi ağzından dökülüverdi tercümanın, temkinlice...
Misafir bakan ve yanındakiler donakalmıştı.
Tercüman elinden geleni yapmış, yine de çevirisi ortaya bir bomba gibi düşmüştü. Krizin müsebbibi ise sanki bu durumdan zevk alıyormuşçasına sessizliğini sürdürüyor, dudaklarındaki müstehzi gülümseyiş sıkıcı ve kifayetsiz konuşmanın intikamı alınırcasına yüzüne yayılıyordu.
Gerilim birkaç saniye daha muhafaza edildikten sonra, "Canım, futbol millî takımınızın geçen haftaki zaferinden bahsetsek ya!" deyiverdi ve ortalık bir anda gevşedi, kıkırdamalar eşliğinde ufacık kriz tatlıya bağlanmış oldu.
İki ülke arasındaki münasebetlerin sürdürülmesi ve derinleştirilmesi yönündeki beylik laflardan sonra görüşme hızla sona erdi ve kısa bir süre sonra misafir heyet, yine protokole aykırı biçimde, sarayın heybetli merdivenlerinden herkesin göreceği şekilde ortamı memnun mesut terk etti.
Kelimelerin akışında
Dünyanın en mühim belgesel etkinliklerinden IDFA'nın bu seneki Best of Fests kısmında yer alan Kelimelerin akışında (In flow of Words) adlı belgeselde bir tercümana kulak kesiliyoruz:
"Beni duyabiliyor musunuz?"
Tekrar:
"Beni duyabiliyor musunuz?"
Ve ardından:
"Hiç kimse herhangi bir konuşmada söylenenlere benim kadar dikkat kesilmez."
Eliane Esther Bots imzalı 23 dakikalık ödüllü belgesel, 2021 Hollanda yapımı kısa bir film.
Tercüman şöyle devam eder:
"Doğru çeviriden feragat etmeden, sesimi kullanarak ve seçtiğim kelimelerle bir cümledeki meydan okumayı yumuşatabilirim".
Tercümanların cefası
ABD'nin Ortadoğu çıkarmalarında televizyon ekranlarını işgal etmiş savaşa eşlik eden sesleriyle geniş halk kesimlerinin dikkatini çekmiş tercümanların cefası devam ediyor.
Filmin ana mevzusu insanlık suçlarının yargılandığı bir mahkemedeki tercümanlığın ta kendisi ne de olsa.
Lahey'de Yugoslavya savaşı sırasında işlenen suçlar için adalet arayışı sürerken davanın içeriği tercümanları acaba nasıl etkiliyor?
Mahkemede görevli üç tercüman aralarında işlerinin ruhlarında ne gibi tesirler bıraktığını, profesyonelliklerine zarar vermeden yoğun duygusal anları nasıl bertaraf etmeye çalıştıklarını tartışıyorlar.
Filmde aralarından birinin video izleyerek çeviri yaptığını ve aniden durduğunu öğreniyoruz.
Görüntülerde Sırplar'dan müteşekkil bir grup katil, Müslüman bir adamı zorlamaktadır; talepleri adamın ormanda saklanmış bir grup Müslüman'a seslenerek saklandıkları yerden çıkmalarını, güvende olduklarından korkmamaları gerektiğini söylemesi.
Bir diğer tercüman, Müslümanlar'ı yok edilecekleri Srebrenitsa'ya götüren Sırp şoförün tanıklığını dinledikten sonra bir ay boyunca sarhoş gezmiş.
Tercümanın en çok etkilendiği bölüm şoförün gecenin ortasında bir oğlanla baş başa kalıp komutanı araması ve komutanın uykusundan uyanıp çocuğu öldürmesi olmuş: "Kim sabahın üçünde, dördünde veya beşinde bir çocuk öldürmek üzere yatağından kalkar?"
Filmde yürek parçalayan konuşmaları dinlerken ruhsuz mahkeme salonu görüntüleri izliyoruz. Bu sayede tercümanların mesafeyi ayarlayarak profesyonel davranma çabaları ile onları derinden vuran duyguların arasındaki uçurum layıkıyla aktarılıyor.
Kelimelerin akışında belgeseli, tercümanlığı iki dile hâkim olmaktan ibaret sananlara sağlam bir ders.
Fakat suni gündemlerin mütemadiyen yaratılıp temcit pilavı gibi önümüze konduğu günümüzde dünya liderlerine "Geç bunları geç" gibi cümleleri soğukkanlılıkla ve belki de yumuşatmadan tercüme etmekte fayda var!
(MT/PT)