Görseller: Buğday Derneği
Yarın TBMM’de halk sağlığı, gıda güvenliği, beslenme ve ekoloji açısından vahim sonuçlar doğuracak bir kanun teklifi görüşülecek.
Görüşülecek kanun gıdalar hakkında açıklama yapmayı, yazı yazmayı, konuşmayı ya da özetle söylemek gerekirse söz söylemeyi engelleyici hükümler içeriyor.
Kanun geçerse ilgili Bakanlık bünyesinde kurulacak bir bilim kurulu gıda ile ilgili konularda yapılmış yazılı ya da görsel herhangi bir açıklamanın doğru veya yanlış olup olmadığına karar verecek tek merci olacak.
24.06.2020 tarihinde Meclis gündemine giren “Gıda, Tarım ve Orman Alanında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Teklifi” başlıklı torba yasa tasarısının 28., 29. ve 30. maddeleri ifade özgürlüğünü, kamuoyunun bilgi edinme hakkını kısıtlayıcı bir içeriğe sahip. Yasada, “her türlü yazılı, görsel, işitsel ve dijital iletişim araçları ile gıda güvenliği ve güvenilirliği hususunda tüketicide endişe, korku ve güvensizlik yaratarak tüketicinin tüketim alışkanlıklarını olumsuz etkileyen gerçeğe aykırı yayınlar” yanıltıcı yayın olarak tanımlanıyor ve bu yayınları yapanlara 20-50 bin TL para cezası verilmesi öngörülüyor.
Bilgiye erişimimiz tehlikede
Yasa teklifi kabul edildiğinde gıda güvenliği başta olmak üzere insan ve doğal hayatın sağlığı ile ilgili her türlü açıklama, haber, yazı ya da yorum suç olarak görülebilecek. Bu yasa teklifi kabul edilirse kamuoyunun bilgi edinme hakkı büyük bir zarar görecek.
Örneğin pestisitler, zehirli kimyasallar, tohumlar, kimyasal kirlilik, ormansızlaştırma, obeziteye yol açan gıdalar, su kirliliğine yol açan sektörler vs. gibi gıda güvenliği ve halk sağlığı ile ilgili sorunlar üzerinde söz söylemek imkânsız hale gelebilecek. Amaçlanan da bu.
Yani bağımsız ve güvenilir bilgiye erişim hakkımız tehlikede.
Gıda ile ilgili bir bilimsel kurul oluşturulabilir elbette. Ancak bu kurulun bağımsız ve geniş bir temsil gücüne sahip olması, aldığı kararların sadece tavsiye niteliğinde olması ve bir yaptırım içermemesi şart. Hangi açıklama, haber, yazı ve yorumun kamuoyunu yanıltıcı, korku veya güvensizlik yaratıcı vs. olup olmadığına bir kurul karar veremez, vermemeli.
İçeriği itibariyle nefret suçu oluşturmayan ya da şiddeti özendirmeyen açıklamalar bir suç olarak görülemez. Bu konuda gazetecilik meslek örgütleri başta olmak üzere diğer meslek örgütleri tarafından da belirlenen çeşitli etik ilkeler var. Örneğin Türk Tabipler Birliği’nin Beslenme ve Gıda Güvenliği ile ilgili etik bildirgesinde hekimlerin gıda ve beslenme ile ilgili konulardaki ödev ve sorumlulukları aşağıdaki ilkelerde belirtilmiştir.
a) “Gıda güvencesi ve güvenliği konularında faaliyet gösteren kamu kurumlarının yaptıkları çalışmalara dair bilgileri kamuoyu ile paylaşmaları kamusal faaliyetlerin denetimi ve şeffaflığı için bir gerekliliktir. Hekimler, gıda üretim-tüketim süreçlerinde insanların bilgi edinme hakkının korunması ve ihtiyaç duyulan her bilgiye serbestçe erişimini benimserler.”
b) “Hekimler, medyada yer alan sağlıklı beslenmeye yönelik önerilerin, haber ve programların kamusal çözümlere öncelik tanıyacak şekilde sunulmasını, ele alınan sorunların sorumlularına ve çözümlerine işaret eden bir haber ve yorum dilinin tercih edilmesini, insanların sorunların farkına varma ve doğru önlemler alabilme konusundaki yeteneklerinin artırılmasını savunurlar.”
TTB tarafından açıklanan bu ilkelerin özü, halkın haber alma ve bilgilenme hakkının korunmasıdır. Bu etik ilkelere aykırı davrananlar ile ilgili yaptırımlar ise etik kurullarda ele alınır. Bilgi kirliliği yaratma, kamuoyunu yanıltma vb. gibi sorunların çözüm yeri konu ile ilgili meslek odalarının etik kurullarıdır.
Bilgi kirliliği gerçek bir sorun mu?
Yasa değişikliğini savunanlar ülkemizdeki en önemli meselenin gıdada bilgi kirliliği olduğunu ve kurulacak gıda bilim kurulu ile bu bilgi kirliliğinin önüne geçilebileceğini dile getiriyor. Oysa ki bilgi kirliliğini değil, bir başka sorunu öne çıkarmak gerekiyor.
Temel meselemiz gıdada bilgi kirliliği değil, kamuoyunu bilgilendirme, anlaşılır, doğru ve güvenilir bilgi içeriği oluşturma sorumluluğunu taşıyan kurumların olağanüstü sessizliği. Bu kurumların başında ise sayısı yüzlerce olan (ve aslında her biri gıda ile ilgili bir bilim kurulu olan) akademik kurumlar ve konu ile ilgili kamu kurumları geliyor. Örneğin merak edenler YÖK sayfasına girip gıda, beslenme, veteriner hekimlik ve ziraat alanlarındaki akademik kurumların sayısına bakabilir. Yine merak edenler sadece Glifosat isimli kanserojen tarım kimyasalının ülkemizde ne kadar kullanıldığını öğrenmek için yıllardır verilen mücadeleye bakabilir.
Dolayısıyla bilgi kirliliğine değil bağımsız olmayan, bağımsız olmak gibi bir derdi de olmayan, kamu refahı, sağlıklı beslenme, halk sağlığı, çevre sağlığı ile konularda zerre kadar toplumsal sorumluluk hissetmeyen kurumları, bu kurumların yokluğunu öncelikli sorun olarak görmek gerekir.
Türkiye’de kurumlar konuşmaz, kişiler konuşur. Kurumsal bürokrasi egemen siyasi güce yapışık düşünür. Kurulacak gıda bilim kurulunun işlevi de farklı olmayacaktır. İktidarın istek ve arzularını yansıtacaktır. Gıdada sansür yasası olarak görülebilecek yasa teklifi ile mevcut olan sessizlik hali daha da derinleşecektir. Ama her ne yapılırsa yapılsın insanların söz söyleme imkânı yasa ile ortadan kaldırılamaz…
Aşağıda bu konuda başlatılan bir imza kampanyası var. İçinde olduğumuz şartlarda imza kampanyalarının işlevi çok tartışmalı elbette. Ancak yine de kamuoyunu sansür niteliği taşıyan bir yasadan haberdar etmek, bu konuya dikkat çekmek için paylaşmak da bir gereklilik.
Bildiri metnine ve imzacılara buradan erişebilirsiniz: https://www.change.org/GidadaSansureHayir
Dayanışmayla kalın.
(BŞ/NÖ)