Alkaloitler bitkilerde bulunan, insan vücudunda çeşitli fizyolojik etkilere yol açan bazik karakterli organik bileşiklerin tümüne verilmiş genel bir isimdir ve “alkaliye benzer” anlamını taşır.
Pirolizidin alkaloitleri farklı bitki türleri tarafından üretilen, kimyasal yapıları benzer çok sayıda zehirli maddeye verilen ortak bir isimdir. Tüm çiçekli bitkilerin yaklaşık yüzde 3'ünü temsil eden yaklaşık 6 bin bitki türü pirolizidin alkaloitleri oluşturabilmektedir. Bitkilerin tohum ve yaprak gibi yenilen kısımlarında (bitki merkezli düşünürsek, zararlılar tohumlarını ve yapraklarını yemesin diye) daha çok bulunurlar.
Pirolizidin alkaloitlerini içeren bitkiler insanlar tarafından genellikle doğrudan gıda olarak tüketilmemektedir.
İnsanlar için doğrudan risk oluşturan gıdalar ise bitki çayları, bazı baharatlar, bal ve polen gibi çiçekli bitkilerden elde edilen arıcılık ürünleridir.
Sadece bitki çayları üretiminde kullanılan bitkiler değil kimyon, kekik gibi baharatlara da pirolizidin alkaloitleri içeren bitkilerin karışması olasıdır.
Bu alkaloitleri içeren bitkilerin arıcılık ürünleri dışarda bırakılırsa gıda zincirine kazara ya da dikkatsizlik sonucu karıştığı düşünülmektedir. Pirolizidin alkaloitlerini içeren bitkiler besin olarak tüketilen bitkilerle aynı ortamda bulunabildikleri için gıda maddesi olarak tüketilecek bitkilerin dikkatle toplanması ya da hasat edilmesi önemlidir. Tabiattaki pirolizidin alkaloiti üreten çiçekli bitkileri bal toplamak için ziyaret eden arılar bu bitkilerden topladıkları polenler vasıtasıyla pirolizidin alkaloitlerini de bala bulaştırmaktadır.
Kanaryaotu ya da yakupotu (ragwort)
Bitki çayı ya da baharat olarak kullanılacak bitkiler toplanırken pirolizidin alkaloitlerini içeren bitkiler de onlarla birlikte toplanabilmektedir. Örneğin doğada çok sayıda papatya çeşidi bulunur ve bu çeşitlerin çoğu pirolizidin alkaloiti içerir. Bitki çayı olarak kullanılacak papatyanın pirolizidin alkaloiti içermeyen papatya çeşitlerinden toplanmış olması gerekir.
Pirolizidin alkaloitleri karaciğerde belli bir doz aşıldığında ciddi hasarlara neden olabilen, karsinojenik (kanser yapıcı) ve genotoksik (genetik malzemede hasar oluşturucu) etkili kimyasal maddelerdir.
Kanserojen etkiye kıyasla daha az bilinen genotoksik etki meselesini biraz açmak gerekiyor.
Genotoksik etki gösteren kimyasalların olumsuz etkisi doza bağımlı değil; yani teorik olarak olasılığı düşük de olsa tek bir pirolizidin molekülü bile bir gen hasarına yol açabilir. Gen hasarı zaman içinde kanser hastalığının ortaya çıkmasına yol açabilmektedir.
Günlük hayatımızda genotoksik etki gösteren çeşitli kimyasal maddelere maruz kalırız ama maruz kalan herkes hastalanmaz. Çeşitli etkenlere bağlı olarak ya da çeşitli etkenlerin bir arada olmasının bir sonucu olarak bir takım hastalıklar bazı kişilerde ortaya çıkar. Ancak etken sayısının bolluğu, yaş, cinsiyet, gelir gibi faktörler ve bireysel hayatlarımızın farklılığı dikkate alındığında kimlerin ya da kaç kişinin hastalanacağını net olarak söylemek imkânsızdır. Bu belirsizlik nedeniyle koruyucu sağlık çalışmalarında bireylere değil de toplumun bütününe yönelmek bir gerekliliktir. Toplumsal hayat içinde yer alan daha kırılgan grupları çalışmaların odak noktasına koymak ve hiç gözden kaçırmamak da işin esasını oluşturur. Ve çocuklar en kırılgan gruplardan birini oluşturur.
Bir toplumun toksik, karsinojenik veya genotoksik etkili kimyasallara maruz kalma yollarını azaltmanın ya da ortadan kaldırmanın halk sağlığını koruyucu çalışmaların en önemli hedeflerinden birini oluşturduğunu söyleyebilirim. Bu hedefe ulaşabilmek ise çevre kirlenmesine yol açan süreçlerle mücadele etmek ve sağlıklı gıda maddeleri üretimini teşvik etmekle mümkündür ancak.
Yaş küçüldükçe genotoksik ve karsinojenik kimyasal maddelere karşı duyarlılık artış göstermektedir. Bir başka deyişle bu tip maddeler en çok bebek ve çocukların sağlığını olumsuz etkilemektedir. Dolayısıyla beslenme yolu ile pirolizidin alkaloitlerine ne kadar maruz kaldığımızı ve bu maruziyetin ne gibi önlemlerle azaltılacağını bilmek çok önemlidir.
Pirolizidin alkaloitlerini içeren bitki çaylarının ve bal, polen gibi arıcılık ürünlerinin çocuk sağlığı için bir risk oluşturduğu söylenebilir. Sadece bitki çayları üretiminde kullanılan bitkiler değil kimyon ve kekik baharatları ile rezene ve anason içeren ürünlere de pirolizidin alkaloitleri içeren bitkilerin karışması olasıdır. Bu ürünleri çok tüketen kişilerin bir sağlık riski ile karşı karşıya oldukları açıktır.
Pirolizidin alkaloitlerinin halk sağlığı açısından bir sorun oluşturup oluşturmadığı meselesi Avrupa Birliği’nin Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) tarafından da ele alınmıştır.
EFSA’nın konu ile ilgili açıklamaları
EFSA 2011 yılında gıda ve yemde pirolizidin alkaloitlerinin varlığına ilişkin riskleri değerlendirmiş ve bal tüketimi yüksek olan küçük çocuklar ve çocuklar için olası bir sağlık sorunu olduğu sonucuna varmıştı.
EFSA bu sorun hakkında yaptığı daha detaylı bir incelemeyi ise 2016 yılında yayınladı. Bu yayında gıdalarda ve yemlerde varlığının araştırılması gereken 17 pirolizidin alkaloiti olduğu belirtildi. Buna ek olarak, gıdalara istenmeden ya da kazara bulaşan bu alkaloitlerin toksik etkilerini, gıdalara bulaşma yollarını, besinlerle ne düzeyde bir maruziyetin söz konusu olduğunu ve kontrol faaliyetlerine esas oluşturacak analiz yöntemlerini belirlemek için ileri çalışmalar yapılması gerektiği de dile getirildi.
Ne yapacağız?
Ülkemizde üretilen bitki çayları, baharatlar, bal ve polen gibi gıda ürünlerindeki pirolizidin alkaloitleri kalıntılarının ne olduğuna ve beslenme yoluyla ne düzeyde maruz kaldığımıza dair bir bilgimiz yok.
Sağlıklı bir tartışma zemini oluşturabilmek için öncelikle bilgilerimizi çoğaltmak gerekiyor.
Ülkemizdeki bitki örtüsü dikkate alınarak gıdalara bulaşması muhtemel pirolizidin alkaloitleri belirlenmeli (EFSA tarafından belirtilen 17 adet pirolizidin alkaloiti de dikkate alınarak) ve önem arzeden gıda ürünlerinde pirolizidin alkaloitlerinin ne düzeyde bulundukları araştırılmalıdır. Dolayısıyla konudan sorumlu kurum olan Tarım ve Orman Bakanlığı’nın halk sağlığı ama özellikle de çocuk sağlığı açısından önem arzeden bu meseleyi kontrol ve izleme çalışmalarının gündemine almasını sağlamak gerekli. Bu konuda düzenlenecek bir araştırma ile birkaç ay içinde bir genel durum tespiti yapmak olanaklıdır.
Bu araştırmadan elde edilecek bilgiler karşı karşıya olduğumuz sağlık riskinin boyutları ve bu kimyasal maddelere ne düzeyde maruz kaldığımız hakkında net bir fikir verecektir. Bu bilgiler edinildikten sonra beslenmeye dair önerilerde bulunmak mümkün. Bu aşamada sürekli bitki çayı içmenin ve arıcılık ürünlerini sık tüketmenin sakıncalı olduğu, bu sakıncanın çocuklar için daha büyük olduğu söylenebilir ancak.
Ama tam da bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: Halk sağlığını koruyucu çalışmalar bakanlıklar tarafından yapılmadığında ya da savsaklandığında ne olacak?
İçinde olduğumuz mevcut durumun ortaya çıkardığı bir sorun bu.
Bu sorunun yanıtı başka bir yazıda ele alınmayı gerektirecek kadar uzun. Sadece şu kadarını söyleyebilirim: Yerel yönetimlerin sağlıklı beslenme ile ilgili çalışmalara müdahil olması gerektiğini düşünüyorum. Mevcut gidişat değişmezse müdahil olmayı sağlayacak kurumları oluşturmak bir tercih değil de zorunluluk olarak ortaya çıkacaktır zaten. Dolayısıyla birer yurttaş olarak gıda ve beslenme sorunlarının yerel yönetimlerin ilgi alanına girmesini sağlayacak baskıyı kurmak gerekiyor.
Kısa vadede ne yapacağız sorusuna yanıt olarak ise en azından şunu söyleyebilirim: Olabildiğince çok çeşitlilik içeren gıda ürünlerinin yenilmesine dayalı bir beslenme tarzı sağlık açısından risk oluşturabilecek pek çok bileşenin seyrelmesini yani daha az maruz kalmamızı sağlar.
Bitki çaylarının doğal olduğu için güvenilir olduğu ya da bal ve özellikle de polenlerin çok sağlıklı olduğuna dair yaygın bir kanaat var. Ama pirolizidin alkaloitleri “doğal olan sağlıklıdır” şeklinde özetlenebilecek bu kanaatin yetersizliğine ya da sınırları olduğuna işaret eden iyi bir örnek. Bunları söyleyerek doğal olana dair bir kuşku yaratmak istemiyorum aksine doğal olana da bir bilgi çerçevesi içinden bakmanın ve fayda/zarar ilişkisi üzerinde düşünmenin bir gereklilik olduğunu söylemeye çalışıyorum.
Doğal olan ve olmayan ayrımını yapmak bile bir bilgi çerçevesi içinden konuşmak değil midir?
Tam da burada durmalı ve üzerinde düşünmeye değer bu soru ile yazıyı bitirmeli. (BŞ/HK)