SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nin, Operation 1325 iş birliğiyle kadınların sesini sosyal medyada yükseltmek amacıyla gerçekleştirdiği “Kadın SES’i" projesinin 3. Elçiler Buluşması gerçekleşti.
Proje, sosyal medyada daha çok kadının aktif olmasını sağlamak ve “Kadın SES’i”nin yükseltilmesi yoluyla karar mekanizmalarındaki kişiler üzerinde etkin olmayı, toplumsal cinsiyet, toplumsal barış ve sürdürülebilirlik, kadın yoksulluğunun azaltılması, kadına yönelik şiddet, kadının politikaya katılımı, iklim adaleti, medya özgürlüğü, kadın ve kız çocuğu mültecilerin sorunlarının giderilmesi gibi acil konulara ilişkin aksiyon alınması yönünde yaratıcı sosyal medya kampanyalarıyla farkındalık oluşturmayı amaçlıyor.
Kadın SES’i Elçilerinin her ay farklı bir konuyu tartışmak ve içerik önerileri geliştirmek için bir araya geldiği buluşmaların bu aykinde, Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Şiddet Eski Özel Raportörü, sosyolog Prof. Dr. Yakın Ertürk, “Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Covid-19” başlık bir konuşma yaptı.
“Kadının ücretsiz emeği….”
Covid-19’un kadınlar üzerindeki etkisini 5 başlıkta inceleyen Ertürk’ün konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:
Bakıma etkisi: Tecritle birlikte kurumların kapanması, kamu, özel sektör hizmetlerinin yapılamaz hale gelmesi, enformel yardımlaşma ağlarının sekteye uğraması nedeniyle bakım konusu temel bir sorun haline geldi. Bakım hem kadın hakları ve kadın hareketi açısından, hem de devlet politikası açısından senelerdir üzerinde tartıştığımız bir konu. Bakımı nasıl örgütlersek, bunun doğrudan kadın haklarına ve kadın-erkek arasında iş bölümüne etkisi olacaktır. Dolayısıyla bizim gibi çok fazla ilerleyememiş toplumlarda, bakım hizmetleri zaten pazar ve devlet bağlamında çok sınırlı yürütülmekte. Kreş konusu, Türkiye’de senelerdir kadınların gündeme getirdiği ve bir türlü çözülemeyen bir konu. Şimdi bu bakıma yönelik var olan tüm hizmetler kapatıldı ve hepsi eve devredildi. Eve devredilince evde ne oldu?
Mayıs ayında İpek İlkkaracan, zaman kullanım anketlerine dayanan bir araştırma yaptı ve bazı erkeklerin ev için ücretsiz emeklerinde beş kat artış olduğunu ortaya koydu. Zaman kullanım anketleri çok önemlidir. Kadın hareketi bunu senelerdir yaparak, kadın emeğini görünür kılmaya çalışır. Ancak Covid-19 ie ilişkili şöyle bir sorun görüyorum. Zaman kullanım anketleri kimin ne zaman ne iş yaptığını gösteriyor, tamam. Fakat “acaba yapısal olarak ev içi cinsiyete dayalı iş bölümünün dönüşmesine ne kadar etkisi vardır?” sorusunu sormadan, yanıltıcı sonuçlar alabiliriz. Nitekim, başka çalışmalar da gösteriyor ki, eve devredilen işlerin çoğunu, kadınlar yapıyor. Neden kadınlar yapıyor?
Çünkü cinsiyete dayalı iş bölümünde bunlar kadının işleridir. Yani yapısal olarak bunlar kadınlarla özdeşleşmiş işlerdir, ve kırk yıllık kadın hareketinin mücadelesi sonucu, özellikle orta sınıf kadınlar, bu hizmetleri satın alarak ya da enformel ağları kullanarak bu angaryadan kurtulup meslek sahibi olabilmişlerdir. Aynı zamanda da evde kadın-erkek arasındaki gerilimi azaltmışlardır. Bizim bugün kadın haklarında eriştiğimiz noktada, aslında bakımda yapısal bir dönüşüm yaşandığı için değil, biz bunları dışarıdan satın alabildiğimiz için bu angaryadan kurtulduk.
Deniz Kandiyoti bu konuda çok güzel bir ikili kavram kullanmıştır. Diyor ki, kadınlar eskiden bu işlerin icracısıydı, sonra satın alarak koordinatörlüğünü yaptılar, şimdi tekrar icracılık onların üzerine yıkılmış vaziyette. Yani biz koordinatörlükten, gerçek anlamda bir özgürlüğe erişmeden, tekrar icracılığa itilmiş durumdayız. Bunu göz ardı edersek, o zaman olayları çok kopuk görmüş oluruz. Dolayısıyla, zaman kullanım anketlerinde erkeklerin paylaşım alanlarının ve zamanlarının artmış olması, çok güzel olsa da, bunların belli sınıf ve kategorideki erkeklerle ilgili olduğunu bilmemiz gerekir ve şunu da bilmemiz gerekir ki, bu erkeklerin pek çoğu kadın koordinasyonu altında bu işleri yapmaktadır. Bunları ayrıca irdelemek gerekir ki bu zaman kullanım anketleri bize yanlış sonuçları çıkarmasın.
Şunu vurgulamak istiyorum: Her ne kadar bazı erkekler bazı hanelerde daha fazla evdeki işlere katkı sağlamaya başlamışlarsa da, bu artış, aile içi cinsiyete dayalı iş bölümünün yapısal eşitsizliğini ortadan kaldırır nitelikte değildir. Kadının bu yöndeki ücretsiz ve gönüllü emeği gözden kaçmamalıdır. Burda “gönüllünün” altını çizmek istiyorum, çünkü partriarki her zaman kaba kuvvetle değil, rıza faktörüyle de kendisini sürdürür ve kadının bu gönüllü emeği her zaman için patriarkinin el atabildiği bir nimet oldu.
“Kadına şiddet tam bir pandemi”
İstihdama etkisi: İstihdam konusunda da önemsediğim iki nokta var, ilki kadınların yoğun olarak çalıştığı sağlık sektörüyle ilgili. Yüzde 70 oranında kadınlardan oluşuyor bu sektör. Buradaki işler kapanmadı, Türkiye’de bu işlerde çalışan insanların izin alması ya da çalışmak istememeleri bir seçenek değil. Ve herhangi bir düzenleme olmaksızın bu insanlar, Covid’in yayılma riskinin en fazla olduğu alanlarda çalışıyorlar. Türkiye’de böyle bir çalışmaya rastlamadım ama mesela İspanya’da, Covid’e yakalanan sağlık sektörü çalışanlarının yüzde 70’e yakını kadın.
Kadına yönelik şiddete etkisi: Her ne kadar İçişleri Bakanlığı şiddetin azaldığını beyan ettiyse de, bunun aksi yönünde veriler karşımıza çıkıyor. Her şiddet kaleminde, bir önceki yıla göre artış saptadıklarını gördüm. İlginçtir ki, dünyanın her yerinde, Covid döneminde adi suç oranlarında bir azalma olmuşken, kadına yönelik şiddette her yerde bir patlama oldu. Ben şiddeti, raportörlüğümün ilk yıllarında pandemi olarak tanımlamıştım, o zaman AIDS kapsamında bunu yazmıştım, bugün başka bir pandemiyle karşı karşıyayız. Kadına şiddet tam bir pandemi. Üzerine gidilmezse, katlanarak artan ve normalleşen bir şey. Covid’le mücadelemizde, ne yazık ki Covid sadece bir sağlık sorunu olarak ele alındı ve kadına yönelik şiddet pandemisini artıracak koşullar, tecritle birlikte neredeyse yaratıldı.
Kız çocuklarına etkisi: Başka kriz dönemlerinde bildiğimiz, mesela EBOLA döneminde, kız çocuklarına yönelik cinsel tacizleri katlanarak arttığını biliyoruz. Covid döneminde de bunun bir sorun olduğunu tahmin ediyorum. Bazı vakalar gündeme geliyor ama pek çoğunu da bilmiyoruz. Kız çocuklarının hem ev içindeki yükleri arttı, hem de cinsel taciz.
Bunların yanı sıra, okulların kapanmasıyla birlikte, uzaktan eğitimin eşitsizlik üzerine dayanması, kız çocuklar eğitimin dışında kalacaklar. Erkek çocuklarının işçiliğe yöneleceğini ILO ilan etmiş durumda. Kız çocukları için de aynı şey söz konusu ama buna ilaveten, çocuk yaşta evlilikler sorunu var. Bu kız çocuklarının okullar normalleştikten sonra pek çoğunun okula geri dönmeyip erken evliliklere yönlendirileceğini düşünmek çok da fantezi olmasa gerek.
“Sözleşme’ye yönelik saldırılar da sular durulmadı”
İstanbul Sözleşmesi ve kadın hareketi: Kadın hakları açısından kazanımlarımız tehdit altında. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma girişimi bunun en büyük göstergesi ve bütün bu karamsar tabloya rağmen, kadın hareketi son derece başarılı bir sınav vermiştir bu korona sürecinde. İstanbul Sözleşmesi ile ilgili durgun sulardayız, fakat bu sorunun bittiği anlamına gelmez.
Ben iki şeye bağlıyorum. İlki, kadınlarla baş edemediler, kadınlar tüm yerel ağları güçlendirerek, Türkiye’nin her yerinde, her şekilde aktivizm yaptılar, sokakları işgal ettiler, sayısız mesajlarla, milletvekillerini, siyasileri bombardıman ettiler. Sosyal medya patladı. İstanbul Sözleşmesi’ni duymamış olan kalmadı Türkiye’de.
Küresel kadın hareketi, şimdiye kadar liberal bir çizgide savaş verdi. Yani mevcut olan erkek egemen sisteme kadını entegre etme, anaakımlaştırma üzerinden gitti. Bu yaklaşım birçok şey kazandırdı bize, küçümsemiyorum. Ama bu sonuna geldi. Bununla artık daha ileri gidemeyiz. Bundan sonraki hamle, feminist bir bakış açısıyla anaakımı dönüştürmektir. Bunun için de yeni bir feminist vizyon ve örgütlenme modeline ihtiyacımız var. Bu model için de “multilateralism” çok merkezi bir yerde durmak zorunda. (EMK)