* Fotoğraf: Boğaziçi Direnişi / Twitter
Yazının İngilizcesi için tıklayın
|
“Boğaziçi Üniversitesi’nde yeni provokasyon girişimi! Kampüse çadır kurup LGBT paçavrası astılar” (Takvim, 3 Temmuz 2021)
“Boğaziçi Üniversitesi'ndeki Kâbe provokasyonuna soruşturma: 4 LGBT sapkını gözaltına alındı” (Yeni Şafak, 30 Ocak 2021)
“CHP'liler devrede! Boğaziçi'ndeki LGBT eylemlerinin finansörleri ortaya çıktı” (Yeni Akit, 10 Şubat 2021)
Bunlar, Boğaziçi Üniversitesi protestoları sırasında LGBTİ+'ları hedef alan ayrımcı ve nefret dolu onlarca haberden yalnızca birkaçı...
Hükümete yakın medyanın ayrımcı nefret söylemlerini daha fazla yaymamak adına -tabiri caizse- 'en hafiflerini' seçmeye çalıştığımız bu birkaç haberin başlığı bile Boğaziçi’nin atanmış rektörlerine yönelik protestolar sırasında LGBTİ+ toplumunun nasıl bir nefret söylemi, ayrımcılık ve hedef gösterme ile karşı karşıya kaldığını anlatmaya yetiyor da artıyor.
Üstelik, tüm bu haberler öğrencilerin sırf gökkuşağı bayrağı açtığı için karşı karşıya kaldığı gözaltı, soruşturma ve davaların peşi sıra geliyor, hatta bazen haberlerin kendisi -siyasilerin hedef gösteren açıklamaları da eklenince- öğrencilerin tutuklanmasına giden yolu açabiliyor.
Peki, bu sürecin farklı paydaşları Boğaziçi protestoları bağlamında LGBTİ+’ların medyadaki temsili hakkında ne düşünüyor?
Tüm bu olumsuz haberler LGBTİ+’ları nasıl etkiliyor?
Peki olumlu örnekler? Haberlerini hak odaklı bir perspektiften vermeye çalışan gazeteciler nasıl bir yol izliyor? Yani aslında LGBTİ+ haklarını ve varoluşunu gözeten bir haberin nasıl olması gerekiyor?
Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Olcay Atik, gazeteci Dilek Şen, gazeteci ve LGBTİ+ aktivisti Yıldız Tar, akademisyen ve belgesel sinemacı Can Candan ve avukat Levent Pişkin ile konuştuk...
“Yok saymanın aksine düşmanlaştırma”
“Medyanın büyük bir çoğunluğu aslında artık gelenekselleşen LGBTİ+ düşmanlığını sürdürdü Boğaziçi protestoları sırasında da…”
Kaos GL’den Yıldız Tar, Boğaziçi protestoları bağlamında LGBTİ+’ların Türkiye medyasındaki temsilini anlatmaya bu sözlerle başlıyor.
Derneğin her yıl yayımladığı medya izleme raporlarına atıfta bulunan Tar, “Son yıllarda özellikle hükümet yanlısı medyanın LGBTİ+ düşmanlığını yayın politikasının merkezi bir parçasına dönüştürdüğünün, yani gündem oldukça haber yapmanın ötesine geçip LGBTİ+’ları hedef göstererek gündemleştirdiğinin” altını çiziyor. Tar’a göre protestolar sırasında olan da bu:
“Hükümet yanlısı medya hem LGBTİ+’ları hem de Boğaziçi Üniversitesi protestolarına katılan öğrencileri, akademisyenleri hedef gösterdi.
“LGBTİ+’ların hak ve eşitlik mücadelesinin karalandığını, LGBTİ+ ifadesinin kimlikleri işaret etmesine rağmen başlı başına bir örgütmüş gibi, hatta yasadışı bir örgütmüş gibi lanse edildiğini gördük.
“Sıklıkla LGBTİ+’larla ilgili ‘sapkın’ gibi ifadelerin kullanıldığını, hükümet yanlısı medyada bir tür ‘bu eylemlerin esas amacı belli’ gibi bir komplo haberciliği yapıldığını ve 'bu komployu yürüten düşman unsuru olarak’ da LGBTİ+’ların gösterildiğini gördük.
“Yani, bir tür yok saymanın aksine bir düşmanlaştırma…”
“Bazen ilk taşı onlar atıyor, siyasiler ardından”
Gazeteci Beyza Kural’ın Sivil Alan Araştırmaları Derneği için hazırladığı “Haberlerdeki Üniversite-II: LGBTİ Öğrenciler” raporunun ortaya koyduğu veriler de bu noktada Tar’ın sözlerini birebir destekliyor.
A Haber, Akşam, Yeni Şafak, Takvim, Sabah, Yeni Akit ve Akit TV’de LGBTİ+ öğrencilerin yer aldığı haberleri analiz eden rapora göre, bu yayın organlarında 4 Ocak-31 Mart 2021 tarihleri arasında çoğu Boğaziçi protestoları ile ilgili olmak üzere toplam 86 haber çıkıyor.
Bu haberlerin tamamı “olumsuz” ve haberlerdeki en baskın tema “sapkınlık”. Bunu provokasyon, terör, saygısızlık ve suç temaları izliyor.
Gökkuşağı bayrağının haberlerde değersizleştirilerek ve kriminalize edilerek yer aldığını vurgulayan rapor, 65 haberde LGBTİ+’lara yönelik nefret söyleminin öne çıktığını, bu söylemlerin 15’inin siyasetçilerden alıntılandığını, en çok haberlere taşınan ve nefret söylemi içeren açıklamaların ise İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya ait olduğunu ortaya koyuyor.
Protestoları başından beri yakından takip eden gazeteci Dilek Şen de Boğaziçi Üniversitesi’nde bounsergi öğrenci kolektifinin düzenlediği ve “Kâbe görseli” ile gündeme gelen serginin “önce hükümetçe fonlanan ya da hükümete yakın sermaye sahiplerince işletilen kanallarda, gazetelerde, haber sitelerinde, bilhassa da Yeni Şafak’ta hedef gösterildiğini” hatırlatıyor.
Şen’in de altını çizdiği üzere, “sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan, İçişleri Bakanlığı’ndan ve o dönemdeki atanmış rektör Melih Bulu’dan gelen açıklamalar öğrencilerin tutuklanmasına giden yolu döşüyor.”
Yani, yine Dilek Şen’in sözleriyle ifade etmek gerekirse: “Bazen de ilk taşı onlar atıyor, siyasiler ardından geliyor.”
BÜLGBTİ+’nın kapatılması ve dezenformasyon
Boğaziçi Üniversitesi protestolarının hem bir akademisyen hem de belgesel sinemacı olarak en yakın tanıklarından biri de şüphesiz Can Candan. Candan aynı zamanda LGBTİ+’ların ebeveynlerinin hikayelerine odaklanan “Benim Çocuğum” belgeselinin yönetmeni ve Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Aday Kulübü’nün (BÜLGBTİ+) de akademik danışmanı.
Candan, “Türkiye medyası” dediğimiz kavramın aslında “ikiye ayrılmış durumda” olduğunu, bir tarafta “gerçekleri yansıtan bir medya” varken diğer tarafta “şu anki hükümetin ve siyasi iktidarın kontrolünde olan, onların propaganda aleti şeklinde bir medya” olduğunu vurguluyor.
Kâbe görselinin üzerine Şahmeran, dört köşede LGBTİ+ bileşenlerinin bayraklarının olduğu kolaj çalışmasının söz konusu medyada “dini değerlere saygısızlık” şeklinde lanse edildiğini söyleyen Can Candan, “Halbuki orada o anlamda bir saygısızlık yok” diyor.
Söz konusu kolaj çalışması sebebiyle beş öğrencinin gözaltına alındığı günün gecesi BÜLGBTİ+ odasının polis baskını ile aranıp oradan üretilen videonun da dolaşıma sokulduğunu ve bu süreçte “Ankara çıkışlı bir nefret söylemi ve suçu kampanyası başlatıldığını” hatırlatan Candan’a göre, tüm bunlar olurken BÜLGBTİ+ da iki kere hak gaspına uğratılıyor:
“Nefret kampanyası zaten bir hak gaspı kendi içinde, bir de öğrenci kulübü özelinde de kulübün kapatılması bambaşka bir hak gaspı oldu.”
İşin ‘ilginç’ yanı, kapatma kararını Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun sosyal medya hesabından duyuruyor ve kararı duyurmadan saatler önce 159 öğrencinin gözaltına alınmasıyla sonuçlanan protestoların “bundan ibaret” olduğunu iddia ediyor.
Diğer bir deyişle, nefret söylemi ve propaganda çoğu zaman olduğu gibi burada da dezenformasyon ile el ele gidiyor.
Yeni Şafak’ın haberi davada ‘delil’ oldu
Peki, tüm bu olumsuz haberler LGBTİ+’ları nasıl etkiliyor? Öncelikle bu sorunun hukuki boyutuna bakmakta fayda var.
Boğaziçi Üniversitesi protestoları kapsamında Güney Kampüs’te düzenlenen sergideki “Kâbe görselli” kolaj çalışması ve söz konusu çalışmanın “yere serilmesi” gerekçesiyle yedi öğrenci hakkında açılan davada o dönemde 2’si tutuklu olmak üzere 7 öğrenci hakkında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasıyla 1’er yıldan 3’er yıla kadar hapis cezası isteniyor.
Söz konusu davaya temel olan iddianamede ise Yeni Şafak gazetesinin haberi üzerine soruşturma başlatıldığı ifade ediliyor.
Öğrenciler duruşmalar sırasında beyanda bulunarak söz konusu gazetenin haberinde hedef gösterildiklerini ve atılı suçun bu haberde aranması gerektiğini söyleyedursun haklarında ağır ceza mahkemesinde açılan dava 15 Kasım 2021 tarihi itibariyle halen devam ediyor.
Avukat Levent Pişkin de “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları ve standartları uyarınca bu haberlerin birer nefret söylemi olduğunu, halkı LGBTİ+’lara yönelik kışkırtması bakımından ise Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 216. maddesi bağlamında suç teşkil ettiğini” belirtiyor.
Fakat buna rağmen Adalet Bakanlığı da Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuru kapsamında verdiği yanıtta söz konusu Yeni Şafak haberinin çıkış noktası olduğu iddianameyi birebir alıntılayıp bir kez daha LGBTİ+’ları “haram” diyerek hedef gösterebiliyor.
Dahası, Pişkin’in de altını çizdiği üzere, BÜLGBTİ+ odasına yönelik baskınla ilgili yürütülen soruşturma da aslında aynı yerden çıkıyor.
LGBTİ+’ları hedef alan propaganda ve nefret dolu haberlerin etkisi ise soruşturmalar, davalar ve duruşma salonları ile sınırlı kalmıyor.
Gündelik hayatta nefret ve cezasızlık
Protestolar sırasında gözaltına alınan, onlarca kez kolluk kuvvetlerinin darbına, özel güvenlik biriminin şiddetine maruz kalan kişilerden biri de Boğaziçi Üniversitesi Kimya bölümü öğrencisi Olcay Atik.
“Yandaş medyanın kayyum rektörün fobik uygulamaları sonucunda LGBTİ+ öğrencilerin gördüğü zarardan bahsetmek yerine Erdoğan ve Soylu'nun nefret dolu söylemlerini tekrar tekrar yayınlayarak medyanın propaganda özelliğini kullandığını” vurgulayan Atik, “bu medyayı normalleştirmenin inanılmaz derecede yıkıcı hasarlar bırakabildiğini” ifade ediyor.
“Özellikle yalanlar söyleyerek, toplumun ahlak algısı ve dini görüşleri üzerinden suiistimal edilmesi suretiyle yapılan haberler, fobik saldırılara, akran tacizine, intiharlara yol açıyor” diyen Atik, bazen polisler bazen ise halk tarafından, bazen evlerinin önünden geçerken bile sevgilisi ile normalde güvende hissettikleri alanlarda artık daha kolay tacize uğrayabildiklerini aktarıyor:
"Bunda, mutlaka bu nefretin üzerimize bu kadar kolay saçılabileceği bir dönemde olmamızın bir katkısı vardır.”
Yani Yıldız Tar’ın da altını çizdiği gibi, tüm bu nefret söylemi “doğrudan LGBTİ+’ların gündelik hayatında da karşısına çıkan bir şeye dönüşüyor.”
2021’in ilk çeyreğinde geçmiş yıllara kıyasla LGBTİ+’ları konu alan haberlerin de nefret söylemi içeren haberlerin de iki katına çıktığını söyleyen Tar, bu noktada özellikle cezasızlığa vurgu yapıyor:
“Düşünün ki, hükümetin en tepesinden en altına kadar bütün bir siyaset sizin ‘sapkın’ olduğunuzu söylerken gazeteler bunu onayladığında, hatta bazen onaylamanın da ötesine geçerek LGBTİ+’ları bir düşman figürü olarak yansıttığında bu, Türkiye’nin ufak bir köyünde yaşayan bir eşcinsel çocuğun kendisini güvensiz hissetmesine, endişe ve korku duymasına da yol açacak.
“Türkiye gibi nefret suçlarında cezasızlık rejiminin çok hâkim olduğu bir yerde faillere bu cinayetleri, bu saldırıları gerçekleştirme yönünde bir teşvik olduğunu da görebiliriz. Çünkü aslında LGBTİ+’lara saldırmanın kendisinin meşru bir şey olduğu algısı yaratılıyor.”
Dayanışma
Tüm bu nefret söyleminin beraberinde getirdiği tehditler ve tehdit algısının da haliyle LGBTİ+’ların görünürlüğü üzerinde olumsuz bir etkisi oluyor.
Gazeteci Dilek Şen, LGBTİ+’ların “bunların sonucunda medyaya açık isimle söyleşi vermekten dahi çekindiklerini” söylüyor. “LGBTİ+ görünürlüğü açısından çok önemli bir tehdit bence bu” diyor Şen.
Can Candan da bu konuda benzer bir noktaya vurgu yapıyor.
“LGBTİ+’ların yaşam alanlarında hissettikleri ‘Benim de başıma bir şey gelebilir’ hissinin çok tedirgin edici” olduğunun altını çizen Candan, bunun LGBTİ+’ların kendilerini rahat ifade etmemelerine ve heteroseksüel görünme mecburiyeti hissetmelerine yol açabileceğini, açılma süreçlerini engelleyip kısıtlayabileceğini ya da erteleyebileceğini söylüyor.
Diğer yandan, tüm bu kasvetli tablonun tıpkı gökkuşağı gibi rengarenk, gökkuşağı gibi umut veren bir tarafı da var elbette.
Dayanışmanın gücünü Can Candan’dan dinleyelim:
“Birlikte durmak, dayanışma göstermek ve ‘Size rağmen biz buradayız’ demek... Zaten LGBTİ+ hareketinin meselesi bu, yani bir varoluş meselesi...
“‘Biz sizin transfobinize ve homofobinize ve her türlü ayrımcılığınıza karşı, şiddetinize karşı varız ve buradayız.’ LGBTİ+ hareketi zaten bunun üzerine inşa edilmiş bir hareket.
“Dolayısıyla, bütün bu saldırılara rağmen BÜLGBTİ+’lar ve BÜLGBTİ+ hak mücadelesi içinde olan kişiler bundan bezecek değiller. Dolayısıyla, mücadeleye devam ediliyor, var olmaya devam ediliyor...”
Bu noktada LGBTİ+’ların görünürlüğü konusuna atıfta bulunan Olcay Atik de “Görünürlüğümüzün amaçladığı şey, utanmamızın istendiği yerlerde utanmaya karşı koruduğumuz onurumuz” diyor.
“Mikrofon uzatmak dahi hak odaklı yaklaşım oldu”
Peki, en başta sorduğumuz soruya geri dönecek olursak, LGBTİ+ haklarını ve varoluşunu gözeten bir haber nasıl olur?
Burada herkesin hemfikir kaldığı nokta şüphesiz şu: Yapılması gereken, LGBTİ+’lar yerine konuşmak değil, onların haklarına dikkat çekmek, kendi seslerini, mücadelelerini ve varoluşlarını görünür kılmak.
Boğaziçi Üniversitesi protestoları sırasında “habercilikte ısrar edenler, sorgulayanlar, gazeteciliği gazetecilik gibi yapanlar dışında bu haberleri yapan” olmadığının altını çizen gazeteci Dilek Şen de bu süreçte nasıl bir yaklaşımla hareket ettiğini kısaca şu sözlerle özetliyor:
“Görünmez olmaları için uğraşılan – zira varoluş yok edilemez, bu nafile bir çaba olur – bir toplumun öznelerine daha çok ‘mikrofon uzatmak’ dahi hak odaklı bir yaklaşım oldu bugün Türkiye’de. Medyanın yüzde 90’ının görmeyeceği özneler LGBTİ+’lar.
“Olayları ‘hedef gösterildiklerini’ söyleyerek haber yapmak ve LGBTİ+’ların kendilerini ifade etmeleri için alan açmaktı yaptığımız.
“Boğaziçi protestolarında özellikle hedef gösterildikleri için de adlarını/soyadlarını vermekten çekinmeleri halinde bunları saklı tuttuk. Görsellerde yasaklanan gökkuşağı bayrağını daha çok kullandık. Bazen tasarımda renklere yer verdik. Başlıkları LGBTİ+ güçlendirici ve destekleyici bir yerden verdik.”
Diğer yandan, Yıldız Tar’ın da vurguladığı gibi, “LGBTİ+ haberciliği LGBTİ+’lara sadece LGBTİ+ hakları ile ilgili mikrofon uzatmaktan” ibaret değil. “Hak haberciliğinin bu grubu sadece kendi sorunları hakkında konuşmaya hapsetmek olmadığını” söyleyen Tar’dan dinleyelim:
“Aksine, o grubun bu toplumun içinde yaşamasından ötürü bütün toplumsal sorunlarda hem toplumun geneli kadar hem de var olan o sisteme ilaveten de bir sorunla karşılaştığı bilinciyle ilerlemek gerekir.
“Boğaziçi Üniversitesi protestolarında da aslında ‘Peki bu durum LGBTİ+ öğrencileri nasıl etkiliyor, kayyum rektör atanması nelere yol açıyor’ gibi bir soru üzerinden çok çok az haber yapıldığını gördük.”
“Yalanları ortaya çıkarmak gerek”
Haberlerde LGBTİ+’ların seslerinin ve varoluşunun görünür kılınması kadar önemli bir diğer konu ise şüphesiz kullanılan dil.
LGBTİ+’ların karşı karşıya kaldığı hak ihlallerinin basında yer almasının önemini vurgulayan Can Candan’ın da ifade ettiği üzere, hala sıklıkla kullanılan “LGBTİ+ bireyler” ve “cinsel tercih” gibi kavramlar hak odaklı haber yazımında kaçınmamız gereken ifadeler olarak karşımıza çıkıyor.
Olcay Atik’e göre ise, LGBTİ+ hakları ve varoluşu konusunda toplumda yeterince eğitim ve diyalog olmadığından yeri geldiğinde bir duruşma savcısı bile “LGBTİ+ nedir” diye sorabiliyor. Atik, bunun çözümünün haberleri daha açıklayıcı yazmaktan geçtiğini söylüyor.
Ayrıca, nefret söylemi ve propagandanın dezenformasyon ile el ele gittiği böyle bir ortamda “bu insanlık suçlarına yol açanlara karşı, etik ilkelere, özgürlük bilincine sahip habercilerin” yalan haberlerin doğrularını ortaya koymaya çalışması da hayati önem taşıyor.
Bu noktada hükümete yakın medyanın hem LGBTİ+’lara hem de genel olarak Boğaziçi Üniversitesi protestocularına karşı tepki çekmeye çalıştığını hatırlatan Atik, bu çabaların karşılık bulmadığını söylüyor:
“İşin en önemli kısmı burada başlıyor sanırım. Bu sürekli kullandıkları formül artık insanları sıkmış olacak ki, başlarda çok ilgi görmesine rağmen zamanla bu konuyu ne kadar kötü ele aldıkları bizlerin, Boğaziçi Direnişçilerinin üstün çabalarıyla çok daha net gösterildi.
“Dolayısıyla medya ve yandaş medya arasında bir sınır var ise, normalde muhafazakâr/hafif fobik görüşlü fakat iktidar karşıtı medya kanallarında bile LGBTİ+ haklarına sıcak tavırlar görebildik.
“Bu, iktidarın tüm çabalarına rağmen LGBTİ+ özgürlüğünün hem basında hem halkta yankı bulduğunu gösteriyor.”
“Medya da siyaset de toplumun gerisinde”
Peki, günün sonunda, bu süreçte LGBTİ+ haklarının ve varoluşunun medyada yeterince yansıtıldığını söyleyebilir miyiz?
Yıldız Tar bu görüşte değil.
O zaman gelin Boğaziçi Üniversitesi protestoları bağlamında LGBTİ+'ların Türkiye medyasındaki temsilini ele almaya çalıştığımız bu yazıyı, "daha alternatif medya diyebileceğimiz yerlerde LGBTİ+'ların yaşadığı sorunların ya da eylemdeki varlıklarının yeteri kadar yansıtılmadığı, LGBTİ+'ların görünmezleştirildiği" eleştirisinde bulunan Yıldız Tar'ın – deyim yerindeyse – hepimizin kulağına küpe olması gereken sözleriyle noktalayalım:
“Bütün bu çabaya, bütün bu düşmanlaştırmaya rağmen biz Boğaziçi Üniversitesi protestoları sürecinde bir yandan da toplumda aslında LGBTİ+’ların haklarını savunmak, hak eşitliği ve özgürlüğü konusunda güçlü bir birlikteliğin olduğunu da gördük.
“Bu noktada medyanın da siyasetin de aslında toplumun gerisinde olduğunu söyleyebilirim. Yani, biz her daim sanki orada bir toplum var ve onu eğitmekle görevli bir medya varmış gibi düşünüyoruz.
“Oysa ki tam tersi… LGBTİ+ hakları açısından medyadan ve medyanın bakış açısından fersah fersah ileride.
“Gazeteciler yapmaları gerekeni yapıp toplumda olan bitene baktığında, araştırdığında ve meselenin öbürlerine mikrofon uzattığında aslında kendi geri kalmışlıkları ile de yüzleşebilirler diye düşünüyorum.”
Avrupa Birliği tarafından finanse edilmiştir "DİRENÇ: Batı Balkanlar ve Türkiye'de nefret propagandası ve bilgi kirliliğinin önlenmesi, medya özgürlüğünün yeniden tesisi için sivil toplum hareketi" isimli bölgesel proje Avrupa Birliği'nin mali desteğiyle, partner kuruluşlar SEENPM, Arnavutluk Medya Enstitüsü, Mediacentar Vakfı Sarajevo, Kosovo 2.0, Karadağ Medya Enstitüsü, Makedonya Medya Enstitüsü, Novi Sad Gazetecilik Okulu, Barış Enstitüsü ve bianet ortaklığında uygulamaya konuluyor. Bu makale Avrupa Birliği'nin mali desteği ile üretilmiştir. İçeriğinden yalnızca bianet sorumludur ve hiçbir şekilde Avrupa Birliği'nin görüşlerini yansıtmamaktadır. Proje hakkında buradan bilgi edinebilirsiniz. |
(SD/NÖ)
1- Nefret söylemi ne yana düşer, ifade özgürlüğü ne yana? / Nazan Özcan