* Fotoğraf: AA
Rusya'nın dün sabah saatlerinde başlayan Ukrayna işgali bu sabah itibariyle Belarus’tan güneye doğru, Kırım’dan kuzeye doğru, Rusya topraklarından da batıya doğru olmak üzere üç yönden devam ediyor.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’nin açıkladığı son rakamlara göre, Rusya hem askeri hem de sivil hedeflere yönelik saldırı gerçekleştirirken bu saldırılarda 137 asker ve sivil hayatını kaybetti.
Zelenski, bugünkü son açıklamasında “Etkili uluslararası yardıma ihtiyacımız var” dese de işgal karşıtı ülkeler Rusya’ya yönelik yaptırım kararı açıklamaktan ileri gitmedi.
Kökü 2014’teki iktidar değişimine kadar uzanan bu kriz, Ukrayna’nın NATO üyeliğinin gündeme gelmesiyle tırmanırken savaş karşısında ülkelerin duruşları ve savaştaki payları, savaş karşıtı hareketler, bir üçüncü dünya savaşı endişesi en çok tartışılan konular oldu.
İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hakan Güneş ile Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini, savaşın bittiği noktada dünyayı neler beklediğini, Avrupa ve ABD’nin tavrını, Türkiye’nin duruşunu ve savaş karşıtı hareketleri konuştuk.
"Tablo oldukça karamsar"
Sürecin gidişatından bir üçüncü dünya savaşı beklemeli miyiz?
Hemen yarın değilse bile daha yakın bir zamanda bir üçüncü dünya savaşı bekleyebiliriz. Evet, nükleer çağda büyük devletlerin doğrudan tüm askeri kapasiteleriyle savaşa girmesi mümkün değil çünkü bu bütün dünyanın yok olması anlamına geliyor ama dünyanın sadece bir bölgesi değil çok geniş kesimlerinde son 10 yılda, daha önceki 30 yılda olmadığı kadar yüksek bir militarizasyon var. Yani askeri bütçe harcamaları ve silahlanma artıyor. Hemen örnekleri vereyim; en iyi bildiğimiz yerlerden başlayalım: Türkiye, Yunanistan, Suudi Arabistan, İran, Hindistan, Çin, Japonya, Avustralya, bütün Orta ve Doğu Avrupa diye gidiyor, Amerika’yı saymamıza gerek yok.
Şimdi bu bize birinci ve ikinci dünya savaşları öncesindeki büyük silahlanma yarışını, militarizasyonu anımsatıyor. Elbette koşullar aynı değil ve elbette otomatik olarak savaş çıkacak değil ama bölgesel ya da bir dünya savaşını mümkün kılacak en önemli nokta olan sert rekabet ve militarizasyondur. Birinci ve en önemli maddedir. Bu anlamda da tablo oldukça karamsar. O yüzden de bugün yarın değil, önlenemez değil ama dünya, bölgesel ve daha ciddi ve daha büyük savaşların eşiğine düne oranla daha yakın rahatlıkla diyebiliriz.
"Ankara temkinli davranıyor"
İki ülke arasındaki çatışma Türkiye'nin Rusya ve Ukrayna ile savunma anlaşmalarını da gündeme getiriyor. Öte yandan Ukrayna'nın Ankara Büyükelçisi Vasyl Bodnar, Rusya'nın Ukrayna'yı işgali durumunda Türkiye'den boğazları Rus gemilerine kapatmayı değerlendirmesini isteyeceklerini söyledi. Türkiye bu savaşın neresinde duruyor?
Türkiye uzun zamandır aslında bir parçası olduğu Batı ittifakının önemli merkezleriyle anlaşmazlıklar yaşıyor. Fransa ile Libya konusunda, ABD ile Ortadoğu’nun pek çok başlığında, Almanya ile mülteciler konusunda ve benzeri giden bir dizi anlaşmazlık var ve bunu da pek yoluna koymuş değil. Şu anda da bir ekonomik krizi var. Dolayısıyla gördüğümüz kadarıyla çok daha riskli adımlar atmaktan imtina ediyor.
Yani, Ankara’nın temkinli davrandığını görüyorum son günlerde ama AKP’nin bugüne kadar çok şaşırtıcı zikzaklar çizebilmiş bir dış politika izlediğini bildiğimiz için önümüzdeki günlerde hangi sürprizleri yapacağını bilmiyoruz. Pek çok toplum kesimi ve muhalefet partileri Türkiye’nin dengeli bir noktada kalmasını, savaşa dahil olmamasını, savaşı daha da büyütecek adımlar atmamasını ve Türkiye’ye de maliyet getirecek adımlardan uzak durması gerektiğini söylüyor. Ben de katılıyorum bunlara.
"Batı ve NATO çözüm değil, sorunun sebeplerinden biri"
Resmi olarak konuşulmasa da gerek Türkiye’den gerek Ukrayna halkından Batılı ülkelerin “sessiz” kaldığı yönünde eleştiriler var. ABD başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi her gün yeni yaptırımlar açıklıyor. Bu yaptırımlar savaşı durdurmak için yeterli mi ya da eleştiriler haklı denilebilir mi?
Rusya’nın askeri tek taraflı adımlarının kabul edilebilir hiçbir tarafı yok ve Birleşmiş Milletler düzeyinde buna itiraz etmek ve Rusya’yı attığı adımlardan caydırmak için yaptırımların konuşulması gayet yerinde. Ancak tam da bu bölgeyi bir cephaneliğe çeviren ve savaşın çıkmasına tek neden olmasa da başlıca neden olan NATO genişlemesi konusunda hiçbir şey söylemiyorlar, Ukrayna’yı yalnız bırakıyorlar ve "Ukrayna’yı NATO’ya almayacağız" gibi bir cümle etmekten uzak duruyorlar. Dolayısıyla büyük bir çelişki içindeler ve uzaktan seyretmeyi tercih ediyorlar.
Ekonomik yaptırımlarla süreci idare ettirebileceklerini düşünüyorlar; belli bir etkisi de mutlaka olacaktır ama sorun hala orada. Diyelim ki Rusya’yı Ukrayna’da savaştan caydırmış olsaydı ve mesela diyelim ki dört ay önce çok kapsamlı yaptırımlar yapmış olsaydı bile Gürcistan’da, Moldova’da ne olacak? Yani bu silahlanma ve rekabetin can alıcı sınır tartışmalarıyla beraber sürdüğü birden fazla bölge var. Dolayısıyla total olarak bir askeri kuvvet indirimine gitmeksizin bu sorunun çözülmesi olanaksız. Zaten Batı ve özelikle NATO burada bir çözüm olarak görülmüyor, sorunun başlıca sebeplerinden birisi.
"Barış, kuvvet indirimi silahsızlanma görüşmelerine dönüşle mümkün"
Rusya ile Ukrayna arasında 2014’teki Rusya yanlısı hükümetin değişmesinin ardından yükselen bir gerilim var. Öte yandan Ukrayna NATO üyesi değil, ancak aralarında ileride ittifaka üye olabileceğine dair olan mutabakat son aylarda tekrar konuşulmaya başlamıştı. İzlediğimiz savaş 2014’ten beri süren gerginliğin NATO meselesiyle birlikte somutlaşmış hali diyebilir miyiz?
Diyebiliriz çünkü daha uzun bir gerilimin patlaması olarak ortaya çıktı. NATO’nun genişlemesi Rusya’nın askeri hareketını meşrulaştırmayacağı gibi Rusya’nın askeri harekatı da NATO’nun genişlemesini meşrulaştıramaz. İkisi de halklara zarar veren ve bölgeyi bir cephaneliğe çeviren niteliktedir. Dolayısıyla birisini atarak diğerini meşrulaştırma çabalarını eşit derecede savaşa hizmet eden yaklaşımlar olarak değerlendiriyorum. Çünkü gerçekten şu son birkaç haftaya ya da aya değil biraz daha uzun bir zamana baktığımızda, burada NATO’nun agresif politikalar izlediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak bir yanıyla öncelikle reaksiyon düzeyinde başlayan ama artık yayılmacı eğilimlerle bu reaksiyonu da gerekçe göstererek saldırgan politikalar izlemeye başlayan Rusya’yı görebiliyoruz. Yani birine bakarak diğerini meşrulaştırmak doğru değil.
Burada ancak barışın nasıl sağlanabileceği, ne olursa barışın en azından belirli ölçülerde nasıl mümkün olacağı sorusunu sorduğumuzda savaşan, militarist tarafları görmemiz daha mümkün olur. İki taraf da kuvvet indirimi konusunda yeterince yapıcı davranmamıştır. Ama özellikle NATO bu konuda çok daha saldırgan bir tutum izlemiştir. Son dönemde de en az onun kadar sert tutumlar içine Rusya’nın da girdiğini görüyoruz. Burada ancak kapsamlı bir kuvvet indirimi ve silahsızlanma görüşmelerine dönüş ile barış mümkün.
Bu süreç 1963’ten sonra başlamıştı. 80’lerde biraz kesintiye uğradı ama 90’larda yeniden önemli adımlar atıldı. Dünya barışını sağlayacak kadar yeterli adımlar değildi ama en azından belirli bir tansiyon düşürücü ve güven arttırıcı önlemler içeriyordu bu süreçler. Son 10 yılda taraflar birbiri ardına bu süreçlerden, yani silahların denetimi ve silahların azaltılması, kuvvet indirimi anlaşmalarından çekildiler. Zaten şu an yaşadığımız tablo da bu ortamın ürünü.
"Kiev'i kontrol etme noktasına kadar savaş sürebilir"
Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski bugünkü açıklamasında Zelenski, Rusya'nın eninde sonunda savaşı ve saldırıyı durdurmak için Ukrayna'yla görüşeceğini söyleyerek bir nevi ateşkes çağrısı yaptı. Ancak Rusya’dan bir yanıt gelmediği gibi saldırılar da devam ediyor. Rusya savaşı hangi noktaya kadar götürmeyi planlıyor?
Putin’in açıklamalarından ve askeri harekatın yönünden anladığımız bu harekatın sadece basınç altına almak değil Kiev’i de kontrol etme noktasına kadar ilerleyeceğini gösteriyor. Sadece Donetsk ve çevresiyle sınırlı bir harekat olarak kalmadığı ikinci günde çok net anlaşıldı. Ve bu süreci tamamlamadan, Ukrayna ordusunun büyük ölçüde teslim olduğunu görmeden de sanıyorum harekata son vermeyecek. Görüşme masasına ise harekata son vereceği noktada oturacak gibi görünüyor.
"NATO sorunu askeri ve jeopoitik zemine taşıdı"
ABD'nin Afganistan’dan sonra Ukrayna siyasetinin değiştiğini gördük. Şu noktada bu savaşı ABD’nin Avrupa üzerinde hüküm kurma aracı olarak yorumlayanlar da var. Öte yandan Avrupa’da Britanya'nın Avrupa Birliği'ne tavrından başlayıp devam eden çalkantılı bir süreç de var. Batı’da sistem mi değişiyor?
Avrupa’nın kendi içindeki anlaşmazlıkları, iç rekabetleri de Britanya’nın Avrupa Birliği’nden çıkması da Trump dönemindeki dağınıklıklar da Avrupa’nın ortak davranışlarının oldukça sınırlandırmıştı. Biden hem Amerikan hegemonyasını doğrudan tesis etmek hem bu ülkeleri kendi şemsiyesi altında bir güç haline getirmek için ciddi çabalar sarf etti. Ama bu "Rus tehdidine" karşı olduğu kadar Amerika’nın bu ülkeler üzerinde hegemonyasına da hizmet eden bir süreç oldu.
Şöyle özetleyebiliriz; ABD ya da Avrupa’daki merkezler bir ekonomik yayılmayla sınırlı kalmış olsalardı, çoktandır kapitalist sistemin bir parçası ve Avrupa sermayesiyle de bir hayli içli dışlı olan Rus oligarkları burada bir orta noktaya gelebilirdi. Ama sorun NATO tarafından jeopolitik ve askeri zeminlere taşındı ve ABD ile İngiltere de bunu özellikle son bir yıldır bir hayli tırmandırdı. Dolayısıyla konuşulamayacak, ekonomik ilişkilerin iç içe geçmişliğinin kurtaramayacağı kadar karmaşık bir jeopolitik ikilik içine girdi bu bölge. Ve işte yaşadığımız süreç de bunun bir ürünü, tekrar aynı yere geliyoruz.
Bu büyük bir gerilim ve özellikle gerilimin ekonomik araçlardan çıkarılıp askeri araçlarla sürdürülüyor olması ve Rusya’nın da bugüne kadar yapamadığı ama şimdi askeri gücünü yeniden toparlamış olarak bu güç birikimini göstermesiyle durum artık iyice kontrolden çıkmış görünüyor.
"Putin, Sovyet sembollerini yayılmacı emeller için kullanıyor"
Putin operasyona başlandığını duyururken “Ukrayna'nın Nazizm'den ve militarizmden arındırılması için çaba göstereceğiz” dedi. Rusya’nın dün geceki saldırılarının ardından bu defa Ukrayna Dışişleri Bakanı Dimitro Kuleba, saldırılar “Nazi Almanyası” saldırılarına benzetti. Karşılıklı bu Nazi benzetmelerinin temelinde ne var?
2013 sonu 2014 başı Ukrayna’da yaşanan iktidar değişimindeki Rusya yanlısı seçilmiş hükümetin devrilmesi sırasında bir halk hareketi başladı ancak bu hareket çok ciddi şekilde Neo-Nazi grupların süreçte aktif olmasıyla devam etti. Özellikle Rusya yanlısı hükümetin kaçmasıyla beraber sokaklarda insan avlayan ve kollarında da Nazi amblemleri taşımaktan çekinmeyen çok sayıda grubun Avrupa tarihinde 1945’ten sonra görülmüş en yüksek sayıda Neo-Nazi grubunun Ukrayna sokaklarına hakim olduğu bir dönem yaşandı. Anti-Rus, Anti-Sovyet ve bildiğimiz Nazi insanlardır bunlar. Seçimlerde yüksek oy alamadılar ama sokak hakimiyetleri çok yüksek oldu.
Amerika da bu grupları destekledi. Hatta bu gruplarla sürdürülen ilişkilerin tapeleri de sızdı. Ancak bu şu anda Ukrayna’daki yönetimin Nazi yönetimi olduğu anlamına elbette gelmez. Ukrayna ordusunda Nazi amblemleri taşıyan tugaylar milis kuvvet olarak, yani ordunun entegre bir parçası olarak var; bu da doğru. Yani Avrupa’daki hiçbir ülkede olmadığı kadar açık bir Neo-Nazi, yani kendini saklamayan Neo-Nazi grupların, milislerin olduğu bir gerçek.
Fakat Putin tam da aslında Rusya’da yaptığı gibi bazı Sovyet sembollerini bu yayılmacı emeller için kullanıyor. Örneğin, “İkinci dünya savaşında nasıl yendiysek burada da yeneceğiz” diyor. Arada da Sovyet liderlerine selam ediyor, bazen de onları eleştiriyor ama yine de Sovyet nostaljisini kullanıyor. Bunu da günün sonunda Ukrayna’nın işgaline yöneldiği son adımında ortaya çıktığı gibi yayılmacı emellerine ve adımlarına meşruiyet kazandırmak için kullanıyor. Bu, Avrupa’daki en çok Neo-Nazi grubun bulunduğu ülkenin Ukrayna olduğu gerçeğini değiştirmiyor, bu bir vaka. Fakat buradan hareketle bütün Ukrayna’yı işgal gerekçesi de doğrusu çok inandırıcı değil. Öte yandan Zelenski ve Ukrayna’daki partiler de Putin’i bir diktatör olarak resmeden Batı’daki hakim görüşü kullanarak kamuoyuna sesleniyorlar. Onlar da “İkinci dünya savaşında Nazilerin yaptığını yapıyor Putin” diyorlar. Yani böyle bir propaganda savaşı olduğu ortada.
"Savaş karşıtı hareketler Putin'in işini zorlaştırıyor"
Rusya’da dün akşam “savaşa hayır” eylemleri yapıldı. Ayrıca aralarında gazeteciler, yazarlar ve tanınmış kişilerin olduğu onlarca kişi de Putin'in Ukrayna'ya karşı başlattığı işgale karşı durdu. Putin yönetimindeki bir ülkede bu hareketler Rusya’nın iç politikasında nasıl karşılık bulur?
Bu hareketler insanların savaş karşıtı hareketi ve çok onurlu bir hareket. Çünkü insanın başka ülkelerin savaşına itiraz etmesi kolaydır ama kendi ülkesinin yurtdışına asker göndermesi, askeri harekat yapması, işgal hareketlerine girdiği dönemlerde ’savaşa hayır’ demesi çok zor bir iştir ve bunu çok az ülkede halklar yapabiliyor. Rusya’nın belirli kesimleri bunu yapabildiler. Keşke aynı şey Ukrayna’da 3 ay önce örneğin “Ülkemizde NATO’yu istemiyoruz, ülkemizi cephaneliğe çevirmeyin, savaşa hayır” diye yapılabilseydi. Her ikisine de itiraz etmek gerekiyordu fakat maalesef orada öyle bir ses çıkmadı. Çünkü Neo-Naziler böyle gösterilere saldırıyorlar. Ukrayna’da ağzını açanı bildiğiniz fiziken yok ediyorlar. Şimdi, Rusya’daki hareket bu açıdan önemli. Ayrıca bu, Putin’e büyük bir itiraz.
Gösterilere katılan savaş karşıtı bir grup var, belki katılmayan ama kendileri de Rus milliyetçisi olduğu halde Putin’e muhalif olanlar var, onların da bu süreçte hareketlendiğini söyleyebiliriz. Üçüncü bir grup olarak Rus burjuvazisinin de önemli kesimleri uluslararası sermayeyle iç içe, yaptırımlarla çok büyük yaptırımlar yaşayacaklar ve hem kendileri hem politik temsilcileri durumdan rahatsızlar. Dördüncü olarak da sol hareketteki partilerin itirazını görüyoruz. Bu partiler NATO genişlemesine itiraz ediyorlar ama Rusya’nın işgaline de karşılar. Yani çok katmanlı, birbirinden farklı motifleri olan geniş bir Putin ve savaş karşıtı ya da Ukrayna’nın işgaline karşı bir hareket olduğunu ve bunun küçümsenmeyecek bir büyüklükte olduğunu söyleyebiliriz. Bu da Putin’in işini zorlaştırıyor.
Putin, 2014 Kırım sürecinde epey bir destek bulmuştu ancak şu anki durum öyle değil. Kırım her şeye rağmen defansif görülüyordu, yüzde 90’ının Rusya yanlısı olduğu, yüzde 80’inin Rus olduğu, özerk bir bölgeydi, referandum yaptı vesaire. Fakat şu andaki durum öyle olmadığı için Kırım’daki desteği alamayan Putin’in işinin de kolay olmadığını söyleyebiliriz.
Son olarak savaşanlar Ukrayna ve Rusya olsa da bu savaşa örtülü bir NATO-Rusya savaşı diyebilir miyiz?
Diyebiliriz tabii. Sorunun asıl büyük kaynağı NATO’nun genişlemesi ve Rusya’nın özellikle Ukrayna’da bunu yaşamsal çıkarlarına vurulan bir darbe olarak görmesi. Fakat günün sonunda savaşanlar Ukraynalılar ve Rusya ordusu.
(TP)