Fotoğraf: HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, TBMM Kürsüsünde
AKP ve MHP'nin "dezenformasyonla mücadele" gerekçesiyle hazırladığı, muhalefetin ve basın meslek örgütlerinin "sansür yasası" olarak nitelendirdiği "Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin yasa teklifi", TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilerek yasalaştı.
Kanun teklifinin dün gece TBMM'de tamamlanan görüşmeleri sırasında tartışmalar özellikle 29. Madde etrafında yoğunlaştı. Maddenin oylamaya sunulması öncesinde muhalefet partilerinin sözcüleri son kez iktidara yönelik eleştiri ve uyarılarını dile getirdiler.
İYİ Partili Usta: Bu zulüm yasasını
kabul etmemize imkan yoktur
Bu 29'uncu maddenin kanunlaşması durumunda [...] ENAG'ın yetkilileri tutuklu olarak yargılanacaklar ve üç yıla kadar ceza alabilecekler; böyle bir şey olabilir mi arkadaşlar. "Türkiye'de yoksulluk var, yolsuzluk var.", "Yetim hakkı yeniliyor." denildiği zaman bunun delilleri bile ortaya konulmuş olsa tutuklu yargılanacak ve üç yıla kadar insanlar ceza alacaklar[...] Bu, bir zulüm yasasıdır. Bu sansür yasasını hiçbir şekilde kabul etme imkânımız yoktur.
Şunu söylemeye çalışıyorum: Şimdi, Türkiye'de bir korku iklimi var; bu yasa, bu korku ve baskı iklimini daha da artıracak bir yasa teklifidir, özellikle 29'uncu maddesi bu anlamda son derece -maalesef yani- kötü bir maddedir. Bu anlamda, ben, iktidar grubunu ve hatta daha doğrusu, Cumhur İttifakı'nı sağduyuya davet ediyorum bu maddenin çekilmesi konusunda.
Şimdi, Hükûmet gerçeklerin konuşulmasına, gerçeklerin gün yüzüne çıkarılmasına tahammül edemiyor maalesef. Bu yasayla, özellikle bu maddeyle vatandaşın temel hak ve hürriyetlerine devlet tarafından müdahale edilecektir. Çok net bir şekilde bakın, bu 29'uncu maddenin kanunlaşması durumunda -örnek olsun diye söylüyorum- bu bağımsız akademisyenler, ENAG enflasyon rakamı açıklayamayacak çünkü oradaki bütün şartları buraya çok kolay bir şekilde uydurma imkânı var ve ENAG'ın yetkilileri tutuklu olarak yargılanacaklar ve üç yıla kadar ceza alabilecekler; böyle bir şey olabilir mi arkadaşlar. "Türkiye'de yoksulluk var, yolsuzluk var.", "Yetim hakkı yeniliyor." denildiği zaman bunun delilleri bile ortaya konulmuş olsa tutuklu yargılanacak ve üç yıla kadar insanlar ceza alacaklar; bu, doğru bir şey değil. Dolayısıyla Türkiye'yi bulunduğu demokratik ligden daha da aşağılara indirmenin bir gereği yoktur. Bu, bir zulüm yasasıdır. Bu sansür yasasını hiçbir şekilde kabul etme imkânımız yoktur.
Biz İYİ Parti Grubu olarak bu yasanın çıkmaması için, bu kanun teklifinin yasalaşmaması için elimizden gelen bütün mücadeleyi yapacağız ve buna karşı olduğumuzu bir kez daha ifade etmek istiyorum. Tekrar, ben, bu kanun teklifini veren arkadaşları ve bu kanun teklifini destekleyen arkadaşları sağduyuya davet ediyorum. Yarın bir gün bunlar, iktidarlar değişir, bu sıkıntıyı herkes çeker. Bu yasaya olumlu oy verecek arkadaşlar -çocukları olanlar için söylüyorum- evlerinde çocuklarının yüzüne nasıl bakacaklar sorusunu da kendilerine yöneltmek istiyorum.
CHP'li Altay: Yasayı Anayasa'nın bize verdiği bir ödev
olarak yüksek mahkemeye götüreceğiz
Daha bir ay önce Anayasa Mahkemesi [...] demiş ki: "Basın İlan Kurumu tarafından verilen cezalara bakıldığında Kuruma tanınan yetkinin basının etik değerlerini düzenleme amacından öteye giderek artık kimi basın mensupları açısından caydırıcı etki yaratabilecek bir cezalandırma aracına dönüştüğü ve bu durumun sistematik bir soruna neden olduğu gözlemlenmiştir.
Sayın Başkan, uyarı ve ikazlarımız dikkate alınmadı ancak bizim bu yasadan dolayı Cumhuriyet Halk Partisi olarak zerre geri adım atmamızı kimse beklemesin. [...] Bu yasayı buraya getirenler, bu yasayı buraya getirenlere bu talimatı veren her kimse Türkiye'de bir nefret objesi olacak ve Türkiye diktatör ve adamlarının yönettiği bir ülke olarak dünyada anılacak. Bu yasa iç barışı bozacak, kutuplaşmayı besleyecek.
Ancak, bu yasayı buraya getirenlerin Anayasa Mahkemesinin 10 Ağustos 2022'de yani bir ay önce verdiği şu kararı da bilerek bir inat uğruna bu yasayı buraya getirmelerini de anlamak mümkün değil. Daha bir ay önce Anayasa Mahkemesi -çok kısa, müsaadenizle okuyayım- demiş ki: "Basın İlan Kurumu tarafından verilen cezalara bakıldığında Kuruma tanınan yetkinin basının etik değerlerini düzenleme amacından öteye giderek artık kimi basın mensupları açısından caydırıcı etki yaratabilecek bir cezalandırma aracına dönüştüğü ve bu durumun sistematik bir soruna neden olduğu gözlemlenmiştir." Anayasa Mahkemesi söylemiş. Bu ki, Anayasa Mahkemesinin bu kararına bu yasa rahmet okutur. Hâl böyleyken Anayasa Mahkemesine buradan sesleniyorum: 10 Ağustos 2022 kararına rağmen bu yasa Resmî Gazete'de yayımlandığı günün ertesinde biz bu yasayı Anayasa'nın bize verdiği bir ödev olarak yüksek mahkemeye götüreceğiz.
HDP'li Oluç: Bu yasa, uluslararası
sözleşmelere, Anayasaya aykırı
Siz bunu seçimler için çıkarıyorsunuz, toplumsal ve siyasal muhalefetin sesini kesmek için çıkarıyorsunuz. Emin olun, toplumsal ve siyaset muhalefet, tek tek yurttaşlar gerçekleri konuşmaktan, gerçekleri haykırmaktan ve bütün yalanları dolanları, talanı, yolsuzluğu kirliliği ortaya dökmekten vazgeçmeyecekler bu çıkardığınız yasalara rağmen, bunu bilin.
Sayın vekiller, maalesef bir ortak akla ulaşamadık ve 29'uncu madde gerçekten bu yasanın en vahim maddelerinden biri olarak kabul edilmiş oldu. Yasanın toplamı vahim fakat 29 özellikle. Yani anlatmaya çalıştık, anlatamıyoruz. Türkiye'nin imzalamış olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı, Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı; bunların hiçbirini dinlemiyorsunuz, peki. Fakat şunu bilin: Siz bunu seçimler için çıkarıyorsunuz, toplumsal ve siyasal muhalefetin sesini kesmek için çıkarıyorsunuz. Emin olun, toplumsal ve siyaset muhalefet, tek tek yurttaşlar gerçekleri konuşmaktan, gerçekleri haykırmaktan ve bütün yalanları dolanları, talanı, yolsuzluğu kirliliği ortaya dökmekten vazgeçmeyecekler bu çıkardığınız yasalara rağmen, bunu bilin.
Kanun teklifinin diğer maddeleri de görüşüldükten sonra AKP ve MHP'lilerin oylarıyla "Sansür Yasası" TBMM'den geçti. Genel Kurul, Perşembe gecesi 22.54'te kapandı.
Totaliter ülkeler ailesine doğru
Yasanın bütün baskıcı hükümlerinin yanı sıra muhalefetin, basın meslek örgütlerinin, uluslararası insan hakları ve ifade özgürlüğü kuruluşlarının yanı sıra Türkiye'nin uluslararası anlaşmalarla üye olduğu kuruluşlar tarafından "ifade özgürlüğünün tamamen ortadan kaldırılması" olarak nitelenen "halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçunu" düzenleyen 29'uncu maddenin geldiği şekilde ve hükümet dışındaki bütün paydaşların itirazlarına karşın hiçbir değişikliğe uğramadan TBMM'den geçirilmesiyle birlikte Türkiye "totaliter" rejimler ailesine katılmak üzere büyük bir adım atmış oldu.
Yerbilimci Prof. Naci Görür'ün yasanın "hayatın olağan akışı" içinde nasıl işleyeceği konusunda gündeme getirdiği kaygılar, Türkiye'nin toplumsal ve düşünsel hayatının geleceğine ilişkin olarak da bir bilim insanının öngörüsünü ifade ediyor.
Prof Naci Görür: Bu yasa
yerbilimciler için son derece tehlikeli
Sözcü Gazetesine "Sansür Yasası"nın akla getirdiklerine ilşikin düşünelerini açıklayan Prof Görür "İşin siyasi yönü beni ilgilendirmez ama, böyle bir yasa özellikle yerbilimci bilim insanları için son derece tehlikeli." diyor. "Bu bilim insanlarının özellikle depremle ilgili uyarı ve öngörüleri çoğu kez kimi çevrelerce korkutucu ve panikletici olarak algılanıyor.
"Üstelik bilim insanlarının uyarılarını somut olarak kanıtlaması da mümkün değil. Bu yasayı çıkartmak isteyenler umarım işin bu yönünü düşünmüşlerdir. Unutmayın ki, 1999 17 Ağustos depreminden sonra 'Düzce'ye dikkat edin' diye 3 ay önceden bağıran bilim adamları bir bakıma bu kentin depreme gafil avlanmasını önlemiş ve binlerce can kurtarmışlardır.
"Çıkacak bu yasa ile bazı kötü niyetli ve bilim dışı zihniyetler, 'halkı korku ve paniğe sevk ediyorlar' diye bilim insanlarını hapse göndermek isteyebilirler. Deprem konusunda halkı bilinçlendirme ve bilgilendirme konusunda yıllarını vermiş bir bilim adamı olarak siyasileri uyarıyorum. Umarım sesimi duyarlar."
29. Madde ne diyor?
Türk Ceza Yasası'na "halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu"nun eklenmesini öngören ve "sansür düzenlemesi" olarak nitelendirilen 29'uncu maddede "suç" ve "ceza" şöyle tanımlanıyor
"Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır."
İHOP'un ilkesel değerlendirmeleri
Kanun teklifinin tartışıldığı dönemde "Sansür Yasası"nın getireceği hukuksuzluk ve ihallere yönelik olarak kamuoyuna açıklamada bulunan İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) Bileşenleri İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Yurttaşlık Derneği, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Hak İnisiyatifi Derneği'nin, dün gece görüşmeleri tamamlanan ve kanunlaşan tasarıyla ve özellikle 29. Madde'yle ilgili eleştirileri, teklife karşı çıkan bütün milletvekilleri için yol gösterici nitelikteydi. İHOP 29. Madde'yle ilgili eleştirisinde şu noktalara dikkat çekiyordu:
Teklifin üzerinde hassasiyetle durulması gereken en önemli düzenlemelerinden biri ise teklifin 29. Maddesi ile Türk Ceza Kanununa eklenen 217/A maddesi ile ihdas edilen "Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma" suçudur. Buna göre sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimsenin, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması öngörülmüştür.
Sansür ve baskı aracı
Bu düzenlemenin "yalan haber" ile mücadele söylemi altında meşrulaştırılmaya çalışılsa da ifade özgürlüğüne yönelik ciddi bir tehdit oluşturduğu ve bir sansür ve baskı aracı olarak kullanılmaya elverişli olduğu açıktır.
Çeşitli hedefleri gerçekleştirmek amacıyla hakikatin çarpıtılması, asılsız haberlerin türetilmesi ve çeşitli manipülasyon ve propagandalara başvurulması insanlık tarihi kadar eski olmakla birlikte iletişim teknolojileri ve internetin gelişmesi ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla manipüle edilmiş bilgi ile siyasal, sosyal, ekonomik ve psikolojik sonuçlar elde etmek çok daha yaygın hale gelmiştir.
Ancak manipüle edilmiş bilginin yayılmasına müdahale etmek aynı zamanda demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru olan bilgi ve haberlerin özgürce elde edilmesi ve yayılması hakkına müdahale teşkil edecektir. Bu nedenle yapılacak düzenlemelerin ifade özgürlüğüne ilişkin uluslararası insan hakları hukukunun temel ilkelerine uygun olması zorunludur. İfade özgürlüğü sadece, hoşa giden, herkesçe kabul edilen görüşleri değil, toplumun bir kesimi ya da kamu otoriteleri için hoşa gitmeyen ya da şok edici, düşünce ve bilgilerin ifade edilmesini de güvence altına alır.
Açık toplum, her türlü bilginin özgürce yayılması ve tartışılmasını, kamusal meselelerde farklı bakış açılarının özgürce ifade edilmesini ve siyasal konularda hükümete ve politikalarına yönelik eleştirilerin en geniş şekilde korunmasını gerektirir. Demokrasinin dördüncü kuvveti olan medyanın ve vatandaş gazeteciliğinin kamusal gözetleyici rolünü hakkıyla yerine getirebilmesi için görünen gerçeğe uygun olarak her türlü haber ve düşünceyi herhangi bir baskı ve yaptırım tehdidi altında kalmadan yayınlayabilmesi gerekir. Bu çerçevede değer yargılarının ispatlanması ya da doğrulanması talep edilemez.
"Yalan haber" kavramının içeriği belirsiz
Yalan haber (gerçeğe aykırı bilgi) kavramının içeriği belirsiz olup, yalan haberin cezalandırılması, hakikati tanımlama yetkisini iktidarın eline verir. Böyle bir yetki, iktidarın kendi aleyhine olduğunu düşündüğü, istemediği ya da hoşuna gitmeyen her bilgiyi gerçeğe aykırı olarak nitelendirmesine ve muhaliflerini cezalandırmasına imkân verir. Yargı bağımsızlığının ciddi tehdit altında olduğu bir ülkede bu tür bir düzenleme sansür mekanizması işlevi görecektir. Bu risk dolayısıyla demokrasi için oluşturduğu tehditlere rağmen hiçbir demokratik ülkede yalan haber suç olarak düzenlenmemiştir.
Gerçek çok boyutludur
Zira gerçek çok boyutludur ve bu çeşitli boyutların farklı perspektiflerden dile getirilmesi ifade özgürlüğünün özünü ve demokratik çoğulculuğun esasını oluşturmaktadır. Gerçeğin hükümetin hoşuna gitmeyen bir boyutunun dile getirilmesi kolaylıkla "gerçeğe aykırı bilginin yayılması" olarak nitelendirilebilecektir.
Türkiye'nin yargı pratiği ceza normlarının uluslararası insan hakları standartlarına aykırı olarak çok geniş yorumlandığını ve ifade özgürlüğünün sürekli ihlal edildiğini göstermektedir. AİHM son yıllarda TCK'nın pek çok hükmünün öngörülemez olduğuna ve yasada bulunması gereken belirlilik koşulunu taşımadığına karar vermiştir. Ayrıca pek çok bağımsız gözlemci ceza ve terör mevzuatının muhalifler üzerinde yargısal taciz amacıyla kullanıldığı tespitinde bulunmuştur.
Yargı ifade özgürlüğü için bir güvence değil
Türkiye'nin erişim engelleme deneyimi, yargının ifade özgürlüğü için güvence teşkil etmediğini ortaya koymuştur. Anayasa Mahkemesinin verdiği ihlal kararları da bu durumu teyit etmektedir. Aynı şekilde RTÜK muhalif medyayı cezalandırma aracı haline gelmiştir. Ana muhalefet partisi başkanının konuşmasını yayınlayan kanallara verilen ceza son örneklerden biridir. Bu durum, teklifin yasalaşması halinde nasıl uygulanacağının kanıtıdır. Yeni kanun, seçim sürecine girerken toplumsal muhalefeti susturma ve sosyal medyayı kontrol altına alma aracı olarak kullanılacaktır.
Teklif edilen düzenleme
pek çok bakımdan Anayasaya aykırı
Öncelikle gerçeğe aykırı bilgi kavramının içeriği belirsiz olup suçların ve cezaların kanuniliği ilkesine ve temel hakların yasayla sınırlandırılması ilkesine aykırıdır. Gerçek çok boyutlu olup, farklı bakış açılarından gerçeğin ifadesi "yalan haber" olarak nitelendirilemez. Ayrıca paylaşılan içeriğin doğru olup olmadığı ve paylaşanın içeriğin doğruluğunu bilip bilmediği ve niyeti göz önüne alınarak farklı kavramlar türetilmiştir (dezenformasyon, mezinformasyon, malinformasyon vb). "Yalan haber" bu kavramlar arasındaki farkı göz ardı ettiğinden belirsizdir. Ayrıca "yayma" kavramı da içeriği üretme, başkasının ürettiği içeriği paylaşma, ya da beğenme, başkası tarafından üretilen içeriği olumlayan bir ilave ile ya da eleştirel ilave ile paylaşma, veya salt ifşa amaçlı paylaşma gibi farklı durumlar arasında ayrım yapmaksızın kullanıldığında öngörülemez ve belirsiz sonuçlar doğuracaktır.
Hiç kimse öğrendiği bir bilgiyi başkaları ile paylaşmadan önce ne ölçüde gerçeği yansıttığını bir savcı gibi araştırma zorunda bırakılamaz. Uluslararası insan hakları standartları bilginin görünen gerçeğe uygunluğunu yeterli görmektedir. Görünen gerçeğe uygun bir bilginin paylaşılması suç haline getirilemez. Teklifte cezalandırma için bilginin gerçeğe aykırı olduğunu bilme koşulu aranmadığı gibi, yayma kavramının içeriği de belli değildir. Siyasi manipülasyon amaçlı olarak üretilmiş ve bot hesaplarla yaygınlaştırılmış yanıltıcı içeriklerin bu düzenleme kapsamına girip girmediği açık değildir.
Düzenlemede bir güvence olarak gerçeğe aykırı bilginin yayılmasının "kamu barışını bozmaya elverişli" olması koşulu arandığı görülmektedir. Ancak bunun gerçek bir güvence teşkil etmediği TCK'daki benzer hükümlerin uygulamasından görülmektedir.
Çıkarılan yasanın Alman
Sosyal Medya Kanunu'yla ilgisi yok
Hükumet çevreleri öngörülen yasal değişikliğin Almanya'da benzerinin olduğunu iddia etmektedir. 2017 tarihli Alman Sosyal Medya Kanunu (NetzDG) sadece hukuka aykırı içeriğin çıkarılmasını öngörmektedir. Hukuka aykırılık konusunda yeni bir tanım yapmamakta mevcut ceza kanunu hükümlerine atıf yapmaktadır. Dolayısıyla teklifte yer alan yeni düzenlemenin Alman Sosyal Medya Kanunu ile bir ilişkisi bulunmamaktadır.
Singapur'da 2019 yılında çıkarılan "Online Yalan ve Manipülasyondan Koruma Kanununda" yer alan düzenlemeler uluslararası insan hakları standartlarına aykırıdır ve ağır bir şekilde eleştirilmektedir
"Yalan haber" ile mücadele ancak
paydaşlarla yürütülebilir
Dünyada yalan haber ile mücadele teknoloji şirketleri, sosyal medya kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, hükümetler gibi tüm paydaşların katılımı ile çok yönlü ve çok boyutlu bir şekilde yürütülmektedir, böyle kapsamlı bir mücadele yerine, doğrudan cezai yaptırım öngören bir düzenleme yapılmasında ısrar edilmesi, hükumetin amacının yalan haberle mücadele değil, sosyal muhalefeti susturmak olduğunu göstermektedir.
Yasanın genel hedefi: Sosyal iletişimi
iktidar kontrolü altına almak ve susturmak
İHOP yasanın bütünüyle ilgili değerlendirmesinde de teklifi "Türkiye yeni bir seçim sürecine girerken hükumet[in] her türlü haber ve bilginin yayılımını kendi kontrolü altına alması"yla ilişkilendirmişti.
"Pek çok kanunda değişiklik öngören ve toplam 40 maddeden oluşan teklifte görünürde bazı olumlu düzenlemeler bulunmakla birlikte özünde internet medyasının ve sosyal medyanın yanı sıra internet iletişimini de iktidarın kontrolüne alma ve her türlü aykırı sesi ceza tehdidiyle susturma amacı güdüldüğü anlaşılmaktadır".
Yasa basın kartı almayı zorlaştırıyor
Öncelikle internet haber sitelerinde çalışan gazeteciler basın kartı alabilecek ve basın çalışanlarının tâbi olduğu mevzuata tabi hale gelecektir. Bu, gazetecilerin sosyal hakları ve iş güvenceleri açısından önemli bir kazanım olarak nitelendirilmelidir. İkinci olarak internet haber sitelerinin devlet ilanlarından yararlanmasına imkân tanınmaktadır ki bu, bu mecraların gelirlerinin artırılmasına önemli bir katkıda bulunacaktır.
Yasa muhalif gazeteciler
için ciddi bir tehdit
Ancak bu avantajların hayata geçirilmesi için yasanın öngörülen hükümlerinin tarafsız ve bağımsız organlarca uygulanmasının güvence altına alınmış olması gerekir. Ne var ki, teklifte yer alan kurumsal hükümler bu güvenceleri sağlamaktan uzak gözükmektedir. Zira hem basın kartı alma koşullarını düzenleyen teklifin 12. Maddesi basın kartı almayı aşırı zorlaştırmıştır.
Hem de teklifin 14. Maddesinde basın kartı başvurularını değerlendirmek, kartları iptal etmek gibi yetkilerle donatılmış olan Basın Kartı Komisyonu'nun dokuz üyesinden beşinin doğrudan İletişim Başkanı tarafından atanması öngörülmüştür. Bu hüküm bile başlı başına Basın Kartı Komisyonunun bağımsız olmayacağını ve tarafsız hareket etmeyeceğini, muhalif gazetecilerin başvurularının tarafsız bir şekilde değerlendirilmeyeceğini göstermektedir.
Bu yapı aynı zamanda teklifin 15. Maddesinde yer alan basın kartının iptaline ilişkin hüküm açısından da temel bir sorun oluşturmaktadır. Yani, İletişim Başkanının kontrolü altındaki bir komisyonun "basın ahlak esaslarına aykırı davranışlarda bulunma" gerekçesiyle basın kartı iptali yetkisiyle donatılmış olması muhalif gazeteciler açısından ciddi bir tehdittir.
Ayrıca teklifin 16. Maddesinde basın kartı iptal edilenlerin yeniden başvuru için öngörülen bekleme süreleri de tartışılmalıdır.
5651 sayılı Kanunda yapılan değişiklikler hakkında
Teklifte yer alan hükümlerden bir kısmı 5651 sayılı Kanunda değişiklik yapılmasını öngörmektedir.
Teklifin 31. Maddesi ile 5651 sayılı Kanunun 6/A maddesinde yapılan değişiklikle Erişim Sağlayıcıları Birliğinin (ESB) yetkisi konusunda açıklık sağlandığı belirtilmektedir. ESB'nin yetkisi 8 ve 8/A maddeleri dışındaki tüm erişim engelleme kararlarının uygulanması şeklinde düzenlenmiştir.
Teklifin 32. Maddesi ile 5651 sayılı Kanunun 8. Maddesinde yapılan değişiklikle hem erişimin engellenmesi kararı verilebilecek katalog suçların kapsamı genişletilmekte9 hem de BTK Başkanının idari erişim engelleme kararı verme yetkisinin sitenin yurt içi ve dışında olmasına bağlı olmaksızın tüm katalog suçları içerecek şekilde genişletilmiştir. Böylece Anayasa Mahkemesinin daha önce müstehcenlik suçları bakımından verdiği iptal kararı da sonuçsuz bırakılmaktadır.
Ayrıca Başkanın kararlarına karşı temyiz yolu öngörülmemiştir.
Teklifin 33. Maddesi ile 5651 sayılı Kanunun 9. Maddesinde yapılan değişiklikle sadece dokuzuncu fıkra yönünden itiraz mercii düzenlenmektedir. Oysa Anayasa Mahkemesi bu maddenin pek çok bakımdan anayasaya aykırı olduğunu tespit eden bir pilot karar vermiş ve kararı gerekli düzeltmeyi yapmak üzere TBMM'ye tebliğ etmiştir. Ancak teklifte bu yönde herhangi bir öneri bulunmamaktadır.
Teklifin 34. Maddesi ile 5651 sayılı Kanunun EK 4. Maddesinde köklü değişiklikler yapılmaktadır. Bu çerçevede sosyal ağ sağlayıcıların Türkiye'de temsilci bulundurma yükümlülüğünü fiilen hayata geçirmelerini sağlamak için tüzel kişi temsilcinin sermaye şirketi olması zorunlu hale getirilmekte ve sosyal ağ sağlayıcıların yükümlülükleri artırılmaktadır.
Rapor verme yükümlülüğünün kapsamı genişletilmektedir.
Belli suçlar bakımından yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli veya sanıkların kimlik bilgilerini kamu makamlarına verme yükümlülüğü getirilmektedir.
Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi ya da erişim engelleme kararlarının uygulanmaması halinde reklam yasağı ve %90 bant genişliğini daraltmaya kadar varan yaptırımlar öngörülmektedir.
Kanun kapsamında verilen idari para cezalarının uygulanmaması halinde de bant genişliğinin daraltılması yoluna başvurulabilecektir.
Sosyal ağ sağlayıcılara çocuklara özgü ayrıştırılmış hizmet sunma yükümlülüğü öngörülmektedir.
Sosyal ağ sağlayıcıların belli koşullar altında içerikten sorumlu tutulmaları öngörülmektedir.
Temsilcilerin idari mali ve cezai sorumluluğunun kapsamı genişletilmektedir.
Sosyal ağ sağlayıcıların suç teşkil eden içeriği kolluğa bildirmesi zorunluluğu getirilmektedir.
Sosyal ağ sağlayıcıların bilgi verme yükümlülüğünün kapsamı genişletilmekte ve kamu otoritelerine sosyal ağ sağlayıcıların tesislerinde inceleme yapma yetkisi tanınmaktadır. Bu Türk kullanıcılara ait bilgilerin Türkiye'de tutulması yükümlülüğü ile birlikte değerlendirildiğinde ciddi sonuçlar doğuracaktır.
Teklifin 36 ve devamı maddeleriyle 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanununda yapılan değişiklikle "şebekeler üstü hizmet" ve "şebekeler üstü hizmet sunucu" kavramları tanımlanmakta ve WhatsApp vb uygulamalar bu kapsamda kanunun kapsamına alınmaktadır. Bu hizmetleri sunan firmalara Türkiye'de temsilcilik açma zorunluluğu getirilmekte ve ancak yetkilendirme çerçevesinde bu hizmetleri sunabilecekleri öngörülmektedir. Bu kurumlar için bilgi verme yükümlülüğü öngörülmektedir. Ayrıca bu hizmetlere ilişkin düzenleme yapma yetkisi kamu otoritesine verilmektedir.
Hizmet sağlayıcıların temsilcilik açmamaları ya da diğer yükümlülükleri yerine getirmemeleri halinde idari para cezası verilmesi ve internet bant genişliklerinin tedrici olarak %95'ine kadar daraltılması öngörülmektedir.
Bir bütün olarak teklif değerlendirildiğinde fikir ve ifade özgürlükleri ile haberleşme özgürlüklerinin kamunun sıkı denetimi altına alınmasının amaçlandığı görülmektedir.
(AEK)