Türkiye'de birkaç gündür gazetelerin gelir modelleri konuşuluyor. Reklam, abonelik, devlet desteği (resmi ilan) ve 'fon'. Görüş ayrılıkları ve tartışmalar...
Tartışılan ise; fon alınan kuruluşlar, bunların yayın politikalarını şekillendirip şekillendirmediği, iktidarın medyaya yaklaşımı, eşit olmayan desteği, sermayenin medya sahipliği, daralan basın özgürlüğü, reklam gelirinin medya üzerinde eşitsiz dağılımı, okur desteğinin zayıflığı gibi birçok açı.
Kimi kişiler reklam almakla, fon almak arasında bir fark olmadığını savunuyor. Kimi isimler ve kurumlarsa 'fon'a karşı çıkarak 'yerli ve milli gazeteciliği' savunuyor, 'fon' alan gazeteleri dışlayan, suçlayan haberler yapıyor. Öyle ki bu süreçte sosyal medyada 'fon alan' bağımsız yayıncılara karşı bir linç kampanyası dahi başlatıldı.
Peki, 'muhafazakâr' gelir modelleri Türkiye'de gazeteciliği kurtarabilir mi? Tartışma neyden kaynaklanıyor? Bilgi Üniversitesi'nde medya yönetimi üzerine dersler veren Dr. Sarphan Uzunoğlu cevapladı.
TIKLAYIN - 23 örgüt "bağımsız medya"yı hedef alan düzenlemelerden endişeli
TIKLAYIN - Türkiye'de medya sahipliği
Gelir kalemleri
Abonelik, reklam veya fon almak dışında gazetelerin gelir kalemi var mı?
Yakın zamanda Türkiye’deki haber odalarının gelir modellerine ilişkin bir araştırma yayınladık. Bu araştırmaya göre Türkiye’de hâlâ reklam, ilan ve satış gelirleri piyasadaki dominant gelir modelleri olarak görünüyor. Yine de uluslararası STK’ler, elçilikler gibi kurumların fon programları da gelir modelleri arasında yer alıyor.
Basılı gazeteler ya da yaygın yayın yapan televizyonlar için ilanlar, satış ve reklamlar önemli gelir kalemleri. Dijital alana kayınca Google’ın başını çektiği sağlayıcılar üzerinden gelen reklam gelirleri de devreye giriyor. Tüm bu modellerin dışında bağış esasına dayalı modeller de var. Kitle fonlama kampanyaları üzerinden gelir elde eden ve bunları geliştirme, borç kapama ya da maaş ödeme gibi amaçlarla kullanan gazeteler görmek mümkün. Birkaç gazete ve gazetecilik girişimi de abonelik modelleri deniyor. Ama geçmişin Türkiye’sinin basılı gazete tirajlarına karşı da abonelik deneyen gazetelerin reel tirajlarına karşı da mevcut abone sayıları çoğunlukla gülünç denebilecek bir seviyede kalıyor. Burada tabii abonelik karşısında ne sunulduğu gibi bambaşka bir tartışmanın konusu olan detaylar da mevcut.
Özetle dört ana gelir kalemi kategorisi var. Reklam ve içerik iş birlikleri (sponsorluklar vs.), fon ve hibeler, abonelik ve üyelik, kitle fonlaması ve bağışlar. Ama ne reklam deyince artık eskisi gibi yalnızca ilanlardan ibaret bir endüstrisinden bahsediyoruz ne de abonelik deyince sabahları evinizin kapısına bırakılan basılı bir yayından. Gelir modelleri de kendi içinde çeşitlenmiş durumda.
"Diplomaside olduğu gibi..."
Peki bu aralar sık sık tartışılan fonlar nedir, kim neden alır, ülkeler, STK’ler neden fon dağıtır?
Sivil toplum kuruluşlarının da ülkelerin de gündemleri vardır. Örneğin bir STK’nin gündemi faaliyet gösterdiği ülke ya da coğrafyada çocuk haklarının güçlendirilmesiyse, çocuklara ve ebeveynlere ulaşma kapasitesi olan bir medya inisiyatifine fon vermek isteyecektir. Çünkü bu onların gündemi ile ortaklaşır. Söz konusu devletler olduğunda burada da benzer bir mantık vardır. Her ülkenin bir dış politika gündemi vardır. Bu bazen toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasıdır, bazen demokratik hayata katılımın artırılması veya bir coğrafyada ifade özgürlüğünün güçlendirilmesi.
Burada bu gündem ve niyetlerle ilgili farklı okumalar yapmak elbette mümkün. Sonuçta hiçbir şeyi ideolojiden, ekonomiden ve politikadan ayrı olarak okuyamayız. Tıpkı kamu diplomasisinde olduğu üzere fon verme faaliyeti basit bir hayırseverlik faaliyetinden ibaret değildir. Kalkındırma veya sosyal gelişime katkı sağlama gibi çok sayıda ek gündemi olabilir.
"İçişleri Bakanlığı zaten denetleniyor"
Reklam almakla fon almak arasında etik olarak bir fark var mı sizce?
“Fon almak reklam almaktan daha etiktir” diyenler de “reklam almak fon almaktan daha etiktir” diyenler de büyük bir yanılgı içerisindeler. Çünkü bu ilişkilerde esas olan para aldığınız kurumun çikolata firması da olsa büyükelçilik de olsa sizden beklentileridir. Bu beklenti bir ilan yayınlamak (reklam) ya da “x tarafından desteklenmektedir” şeklinde bir metin yayınlamak olduğunda farklı; klientelizm dediğimiz, para veren tarafın patronlaştığı ve yayın politikasına müdahale edebilecek ya da otosansüre yol açabilecek bir mantık devreye girdiğinde farklı bir etik işleyiş gerektirir.
Türkiye’deki medyaya, özellikle de medya kuruluşlarının sahibi/yürütücüsü olan sivil toplum örgütlerine verilerek dağıtılan fonlar zaten İçişleri Bakanlığı tarafından denetleniyor. Derneklere düzenli olarak denetmenler geliyor. Kasaya giren ve kasadan çıkan her bir kuruş için hesap verilmesi gerekiyor. Bu, bana kalırsa sistemin doğru şekilde işlediğini de gösteriyor. Ayrıca yalnızca İçişleri Bakanlığı değil, bağımsız mali müşavirler ve fon veren kuruluşlar da fonların amacına göre kullanılıp kullanılmadığını titiz bir şekilde denetliyor.
Ortada kaotik bir durum yok yani. Reklam piyasasında da son zamanlarda özellikle sponsorlu içerik veya içerik iş birliği gibi alanlarda devlet tarafından kimi regülasyonlar yapılarak etik problemlerin çözülmesi amaçlandı. Özellikle de medya aktörlerine kontrolsüz para akışının önü kesildi ve vergilendirme sağlandı. Her iki tarafta da belgelendirme ve devlet denetimi bağlamında zaten prosedürler var; ama etik bambaşka bir şey.
Etik dediğinizde reklamını yaptığınız çikolata fabrikasının kirli atıklarıyla ilgili haber yapıp yapamadığınız ya da fon aldığınız kurum bir ülke elçiliğiyse o ülkenin politikalarını eleştirip eleştiremediğiniz klientelizm perspektifi üzerinden değerlendirilebilir duruma geliyor.
Reklam ve benzeri gelir yöntemleri fonlardan ahlaki ve etik bakımdan daha üstün değil; ama fonlar da reklam ve benzeri gelir yöntemlerinden ahlaki ve etik bakımdan daha yüksek değil. Böyle bir hiyerarşi kurmak, gazetelerin sürdürülebilirliği ve mesleğin profesyonel geleceği bakımından da yanlış.
"Tek bir yolu seçerek devam etmek..."
Gelir kalemi olmayan gazeteler nasıl ayakta kalabilir? ‘Bağımsız’ ve ‘alternatif’ medya gelir kalemsiz mümkün mü?
Gelir kalemi olmayan bir bakkal olabilir mi? Gelir kalemi olmayan bir kırtasiye olabilir mi? Olamaz. Tıpkı bunun gibi gelir kalemi olmayan bir profesyonel gazetecilik de mümkün değildir. Yurttaş gazeteciliği ya da aktivizm mümkündür; ama orada da işin içinde gelir varken çalışanlara ödeme yoksa onun adı sömürüdür. O nedenle bir medya kuruluşunun geliri yoksa o medya kuruluşu fiilen yoktur.
Ama burada şunu ekleyeyim. Tek bir gelir kaleminizin olması da hiç gelir kaleminiz olmamasından çok farklı değil. Artık gelir çeşitlendirme medya profesyonellerinin tamamının üstüne en çok düşündüğü konu. Sadece reklam, sadece abonelik, sadece fon, sadece kitlesel bağış kampanyaları gibi yollar seçerek devam etmek mümkün değil.
"Eleştirel habercilik yapamıyorsa bir fark yoktur"
Fon alan kurumlar yayın çizgilerini fon aldıkları kuruluşa göre mi belirliyor?
Buna benim açımdan kesin bir yanıt vermenin tek yolu ülkelerin dış politikaları ve fon şemaları ile fon verdikleri kuruluşların yayın politikaları üzerine içerik analizi ve benzeri metotlar kullanan bir araştırma yürütmek. Bunu da henüz yapmış değilim. Ama fonlarda işleyiş hiçbir zaman bir konsolosluğun size yanaşıp bizim şuna ihtiyacımız var yapar mısınız demesi şeklinde olmuyor. Aksine siz ihtiyaçlarınız ve hedeflerinizle başvuruyorsunuz onlar da destekleyip desteklemeyeceklerine karar veriyorlar.
Eğer bir kurum fon aldığı elçiliğin ya da STK’nin bulunduğu ülkenin siyasal perspektifini editoryal bağlamda benimsiyorsa, o ülke ya da kuruma yönelik gazetecilik ilkeleri bağlamında eleştirel habercilik yapamıyorsa bunun 10 işçinin öldüğü inşaatın müteahhidiyle ya da şirket sahibiyle konuyu temizlemek için röportaj yapmaktan çok büyük bir farkı yoktur.
Türkiye’de gazetecilik etiği konusunda Türkiye Etik Gazetecilik Koalisyonu gibi oluşumlar olsa da, yaptırım güçlerinin olmaması, işlevli olması beklenen Basın Konseyi’nin yapısının yetersiz kalması tam da bu nedenle problematik.
"Tek değer önerisi siyasal aidiyet"
Bu noktada okuyucuya düşen görev ne? Ya da okuyucu takip ettiği yayına neden hak ettiği değeri vermiyor?
Ben iletişim fakültelerinde medya yönetimi dersi verirken öğrencilere ürün ve değer kavramlarını anlatıyorum. Türkiye’deki gazete yöneticilerinin hepsine hızlandırılmış işletme dersleri vermek lazım. Bu Akdeniz tipi medya sisteminde gazetelerin tek değer önerisi siyasal aidiyet gibi duruyor. Okur siyasal aidiyeti ya da bir başka kampa olan nefretinden motivasyon bularak gazete satın alıyor ya da okuyor. Satın alma davranışı da ciddi düşüşte. Hem pandemi sonrası tirajlar hem de araştırmalar bunu gösteriyor.
Bugün satın alarak bir gazete okuyan kişinin gazete okumadan önce ve sonraki bilinç ve bilgi durumunda değişim gözlenmiyor çoğu zaman. En azından satın almayan ve internetten okuyan kişiyle kıyaslandığında ortada dramatik bir fark olmuyor. Ben okuru asla suçlamıyorum bu nedenle. Milyonlarca tık alan haber sitelerinde bile bir ödeme duvarı teknolojisi yok.
Reuters’in Dijital Haber Raporu’nda da görülebildiği gibi İskandinav ülkelerinde neredeyse ödeme duvarı olmayan haber organizasyonu yok. Ödeme duvarı olmayanlar da sosyal etki ve değişim amaçlı gazeteler ya da reklama boğulmuşlar. Bir yandan da bu ülkelerde yurttaşa haber ulaştıran ve akut durumlarda onları bilgilendiren bir kamu medyası var.
Bence şu an Türkiye’deki medya tüketicisinden ana beklentimiz en fazla TRT vergilerinin hesabını sorması olabilir. Zira ona para veriyorlar. Öte yandan, neredeyse hiçbir medya kuruluşu okura bir değer önerisiyle gelemiyor. Herkese bedava çikolatalı dondurma dağıtan bir dondurma tezgahından üstelik yandaki tezgahta aynı dondurma varken kim niye para vererek dondurma alsın ki? Ama tabii burada sektörel bir iş birliği ve eş zamanlı bir geçiş şart.
"İktidara yakın olanlar da fonlardan faydalandılar"
Türkiye’de sadece eleştirel medya mı fon alıyor?
Dediğim gibi bunun şu anki durumuyla ilgili bir araştırma yürütmek şart. Evet ya da hayır demek zor. Ama geçmişte iktidara yakın olanlar ya da söylemlerini destekleyenler de fon programlarından faydalandılar. Fon programları Türkiye’de yeni bir konu değil zira. Ama Türkiye’de özellikle AB fonlarından sağdan sola çok sayıda sivil toplum örgütü yararlandı farklı başlıklar altında.
Bununla ilgili zaten sosyal ağlarda çok sayıda paylaşımı siz de görmüşsünüzdür. Sadece şunlar alıyor sadece bunlar alıyor demek doğru değil; ama elbette Türkiye’nin mevcut medya ortamı düşünüldüğünde zaten fonların verdiği paralara Cengiz İnşaat’tan, Ülker’den, Koç Grubu’ndan blok reklam alan bir medya kuruluşunun ihtiyacı olmaz.
"Tartışmalar yanlış bir eksende yürütülüyor"
Son olarak fon tartışmaları kimin işine yarıyor? Fahrettin Altun ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) açıklamaları yeni bir sansür dalgasının habercisi mi?
Bu tartışmalar yanlış bir eksende yürütülüyor. Gazetecilik endüstrisi sürdürülebilir durumda değil. Fonlar ve devletin Basın İlan Kurumu (BİK) gibi kurumlar aracılığıyla dağıttığı destekleri olmasa ülkedeki yayın kuruluşlarının çoğu batar zaten. Örneğin şu son tasarruf tedbirleri BİK’ten ilan almayan yerel medya kuruluşları için kıyametin başlangıcıydı.
Tartışmaların elbette siyasi bir tarafı var; ama fonlar da, bu haliyle reklamverenler de sektör için çare değil. Mevcut tartışmaların siyasi bir üslupla sürdürülmesinin sebebi gazetecilikle ilgili siyasal argümanları gazeteciliğin profesyonel ve etik değerleriyle ya da demokrasideki işleviyle alakası hiç olmayan insanların üretmesi.
Burada gazetecilikle ilgili sivil toplum örgütlerinin ve profesyonel örgütlerin profesyonel bir gelecek tartışması yürütmesi, endüstriyel forum alanları yaratması önemli. RTÜK ya da İletişim Başkanlığı’nın alanda bu kadar söz söyleyici olması Türkiye’nin bölünmüş gazetecilik endüstrisi ve medya odaklı sivil toplum yapısının da bir aynası aslında.
(HA)