“Leylâ benim içimdedir, sen kimsin?” - Fuzûlî
Mecnun’un çöllere düşmediği, Leyla’nın aşkından ölmediği bir ilişki modeli mümkün diyen bir oyun seyrettim bu hafta; ne de iyi geldi. İlişkiler üzerine bugüne dek çok şey yazıldı, çizildi ve söylendi. Peki bu oyunun farkı ne, derseniz, cevabı adındaki reddiyede saklı: “Değil.”
Özgünlüğünü de özgürlüğünü de bu “değil”den alan oyun; birbirine tutkuyla kavuşmak için değil, birbirinden huzurla ayrılabilmek için bir araya gelen bir çiftin hikâyesini anlatıyor.
Bir kadın ve bir erkek… “Leyla ile Mecnun Değil”, bir cenaze vesilesiyle yeniden bir araya gelen, boşanmak üzere olan bir çiftin; hem kendi ilişkilerini hem de içinde boşanacakları dünyayı sorguladıkları kara komedi tavrında bir oyun. Yaklaşık altı aydır ayrı yaşayan Kadın ve Adam, boşanma davalarından bir gün önce, birlikte çok şey paylaştıkları İskender abilerinin cenazesinde karşılaşırlar.
Oyun boyunca cenaze töreninin ağırlığı içinde — ki o ağırlık çoğu zaman kendiliğinden komiktir — geçmişin izlerini ve bugünün çatışmalarını birlikte taşırlar.
Bazen gülerek, bazen çekişerek, bazen susarak… Heteroseksüel ilişkilenmelerde, kadın ve erkek olmak üzere iki ayrı tribün mevcuttur. Bu iki tribünün de kendine has slogan cümleleri, ezberleri ve taktikleri vardır. Son sözü söyleme hırsı zamanla kendini komik bir duruma düşürür. İşte tam da bu hâl, sahneye taşındığında oyun olur.
Karakterlerimizi tanıyarak oyunu anlamaya ve çözümlemeye başlayalım: ‘Adam’. Mansplaining’in kitabını yazmış, kesinlikle bir koç erkeği, mutlaka onun da gay arkadaşları var ve elbette solcu bir adam…
Kentli heteroseksüel erkekle kurulan diyalog ‘dürüst’, fakat metnin bir erkek tarafından erkekçe yazıldığı da kendini açıkça belli ediyor. Bir erkeğin komiğinden çıkan metinlere artık gülmeme tercihi politik olarak seçtiğim bir duruş değil.
Zaten “Leyla ile Mecnun Değil” epey komik bir oyun. Yine de dönüp dolaşıp aynı toplumsal cinsiyet rollerinden komik kazınmasından ve bunların sahneye sürülmesinden şikayetçiyim. Örneğin; kadının hane ve çocuk dışında, oyunda da ilişkide de pek yeri yok. Adamı yakından tanıyoruz; sanatçıymış ama politik işler ve sergiler ürettiğinden sansüre ve otosansüre maruz kalmış, o da tabelacı olmuş. Karısının gözünde işinin küçümsenmesinden rahatsız...
Dediğim gibi: Adamı tanıyoruz. Neyi sever, neyi sevmez biliyoruz. Ama Kadın öyle değil. Hakkında, boşanmak üzere olan bir kadın olmanın dışında bilgi yok. Oyun bunu bilinçli olarak yapmıyor; hatta bunun farkındalığına sahip bir erkek profili de çiziyor.
Ancak, arketip hâlini alacak kadar kökleşmiş kadın ve erkek olma hâlini bugüne taşımak ve bunu komedi unsurlarıyla ele almak, belki de en zorlu kısım. Ve bu zorluğu göze almak gerekiyor. “Leyla ile Mecnun Değil”, benim için komiğinde değil; dramasında ve karakter dönüşümünde derinleşen bir oyun. Ayrıca gözlemlediğim kadarıyla oyun, hem geleneksel tiyatro seyircisini hem de tiyatroyu yakından takip eden, farklı oyunları deneyimleme iştahına sahip ana akım dışı izleyiciyi yakalayabilen, janrındaki nadir metinlerden biri.
Seyirci başından sonuna kadar oyunun içinde kalıyor ve her dakika reaksiyon veriyor. Şahsım adına uzun zamandır sahnede seyrettiğim en iyi partnerliklerden birini izlediğimi söylemeliyim. Elit Andaç Çam’ın on yılı aşkın süredir sahnede neredeyse her yıl başka bir oyunda yer almasından dolayı güçlü bir sahne ritmi olmasının yanında benim çok sevdiğim bir oyunculuk tarzına sahip, küçük oynamaktan büyük hikaye anlatmaya yüzünü dönen bir oyunculuk Çam’ınki.
Bülent Emrah Parlak ise hem yazan hem de oynayan kişi olarak oyunun tüm bilgisine sahip olmanın ve yeteneğinin — ve etkileyici ses tonunun — karşılığını seyirciye net bir şekilde sunuyor. İkilinin partneliği, kanımca oyunun üçüncü oyuncusu hâline geliyor. Sahnede gözle görülebilir hâle gelen bu uyum, sırtını diyaloğa dayayan metinlerin olmazsa olmazı.
Bu sebeple ikili, seyir zevkine yeni bir çıta koyuyor. Oyunda eksikliğini hissettiğim önemli bir aks ise bu çiftin anne baba olarak ilişkilerinde bu rollerin ilişkilerine etkisinin yeterince görünmemesiydi.
Evlilikte “anne-baba olmak nedir?”, “kadın-erkek olmak nedir?” sorularının yanıtını daha iyi görebilirdik. Mustafa Sarıgül ve sair şakaların kapladığı minutaj, bu aks için yeterliydi gibime geliyor. Beni içine almayan ama salondaki seyircide karşılığı olan – haliyle çalışan – bir aks bahsettiğim gibi politik aks oldu.
Zira hikayede yeri olmayan, sadece ‘gag’lerden ibaret kalan bu bölüm, yazarın söylemek istediği için söylediği ama ‘biz yaptık oldu’dan öteye geçemeyen bir yapıya sahipti. İskender Abi üzerinden bir yere bağlanır mı diye bekledim, fakat bağlanmadı da. Zoraki ve tutturulmuş bir aplik gibi duran bir tavrı vardı. Fakat yazdığım notlara bakınca şunu da hissettim: Oyunun tanımladığı erkek karakterinde bu şakaların bir karşılığı var.
Zira benim de heteroseksüel arkadaşlarım olduğundan biliyorum; siyasetle biraz ilgili, mansplaining’i Oxford Sözlüğü’nden önce tanımlayan her erkek gibi politik şakaları tribün sloganına indirip muhabbetin içinde satmak heteroseksüel erkeğin ata sporudur. Bu açıdan bakıldığında oyun da karakter de tutarlı. Bülent Emrah Parlak’ı ve gözünü tebrik etmekten başka bir yorum kalmıyor.
Bir ilişkinin yası, yarısı kadardır
Oyun, yas evrelerini ustalıkla birbirine bağlayan epizotlara bölünmüş gibiydi. Bu tamamen bendeki karşılığı. İnkâr ve şok evresi, karakterlerin birbirinden gitme nedenlerini haykırdıkları öfke evresi, neyi neden yaptıklarını ve ne kadar haklı olduklarını anlatmaya çalıştıkları pazarlık süreci...
Ardından, her iki tarafın da hem haklılıkları hem haksızlıklarıyla yüzleştikleri depresyon evresi ve nihayetinde, evlenir gibi boşanma kararı alarak ulaştıkları kabullenme... Politik aksı ve komedi diliyle ilgili düşüncelerimi yukarıda paylaşmış olsam da, oyun ilişkiler üzerine derinlikli bir bakış fırlatıyor.
Hep söz ekonomisinin tiyatro metinlerinde korunması gereken önemli bir ilke olduğundan bahsedilir. İskender Abi’den bir aile üyesine kalacak miras gibi, hikâyeyi taşımayan akslar yerine oyunun bütününü tamamlayan akslar seçilmeli ya da o akslar trimlenmeliydi. Çünkü oyunun elinde şahane bir mezarlık ve final altı mektup aksı varken, bahsettiğim sahneler nedeniyle o noktaya düşük başlıyoruz.
Ve seyirci tepkisi...
Yanımda oturan bir seyirci, oyun bitince hayranlıkla “Çok güzeldi, tam BKM işleri gibi,” dedi. Salondan çıkarken bir başkası ise hafif burun kıvırarak “Tipik BKM komedisi işte,”. BKM komedisi, seveniyle sevmeyeniyle ve yetiştirdiği kalemlerin nâmlı işlere imza atmasıyla bir ekol bence. Bülent Emrah Parlak da o ekolden gelen bir yazar ve aktör.
BKM komedisi denen tür, her zaman ciddiye alınan bir komedi değildir belki; ama Bülent Emrah Parlak’ta, BKM komedisinin ciddiye alındığı yıllardaki imza unsuru olan sarkastik, politik ve zeki kalem kendini yaşatıyor.
Oyunda ticari bir güldürü yok; tam tersine, gerçek ve samimi bir anlatı kurulmuş.
Anlattıklarıyla sizi sar(s)ıyor hatta karakterlerin dönüşüm yaşadığı yerde bir bakmışsınız, siz de kendi kök hikâyenize tutunarak oyunun finaline gelmişsiniz. Bu yönüyle oldukça güçlü. Etiketleri aşan bir başarısı olduğunu vurgulamak isterim.
Oyunda beni anında yakalayan dekor tasarımı ise ayrı bir parantezi hak ediyor. Cihan Aşar’a ait olan tasarım, hikayeyi çok iyi anlayan, sahneyi ve sahne ekonomisini tasarımıyla zenginleştiren bir kompozisyona sahip.
Tül perdeyle kaplı bir arka plan ve iki dekor parçasından oluşan bu yapı, estetiği ve kullanışlılığıyla dikkat çekiyor. Aynı anda; tezgah, havalimanında bir oturak, musalla taşı ve mezara dönüşebilen dekor, turne dostu bir tasarım olarak da öne çıkıyor.
Hayatın ve ölümün; başlangıç ile sonun iç içe geçtiği bu anlatıda, günümüz ilişkilerinin aşka, alışkanlığa, eğlenceye ve tükenmişliğe dair söyleyecek çok şeyi var. Mecnun’un çöle değil DM kutusunda ‘request’e düştüğü, Leyla’nın Whatsapp’ta fotosunun gittiği hikayelerden bir ilişkilenme atlası çıkarmak, kalemi mahir, gözü sağlam olanın işidir. Tüm ekibi tebrik ederim.
Tüm bu politik karmaşanın ortasında hâlâ birlikte gülünecek bir şeyler varsa, belki de her şey bitmiş değildir. Umut hep vardır, bir kırıntısı da sahnededir.
Leyla ile Mecnun Değil, 17 Nisan Perşembe günü CKM’de. Gidin ve seyredin. Metin, ülkenin içinde bulunduğu gündem vesilesiyle seyircisinde başka bir karşılık buluyor.
(TY/EMK)