Gazeteci/Akademisyen Sezin Öney, Doğu Akdeniz'deki son gelişmeleri bianet'e değerlendirdi. Konuştuğumuz saatlerde AB'nin yaptırım kararı netleşirken, Türkiye de sondaj çalışmaları için dördüncü bir gemiyi (Oruç Reis) Akdeniz'e göndereceğini açıkladı.
Sondan başlarsak, Avrupa Birliği'nin Doğu Akdeniz'deki sondaj çalışmaları nedeniyle Türkiye'ye yaptırım kararı almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ankara nasıl "eski sorunları, yenileriyle harmanlıyorsa", Güney Kıbrıs da eski alışkanlıklarına dönüyor.
Türkiye'ye karşı yardımına Avrupa Birliği'ni çağırıyor.
Güney Kıbrıs'ın, Avrupa Birliği'ne bu tarzda yaslanması; aslında kendisi açısından da tüm Kıbrıs için de bölge genelinde de hep daha büyük sorunların ortaya çıkmasına neden oldu.
Bu negatif tutum olmasa, belki şimdiye kadar Kıbrıs Meselesi çoktan çözülecek, Kıbrıs'ın iki yakası birleşecek; hatta Türkiye, Avrupa Birliği sürecinde çok daha ilerleyip demokratik açıdan irtifa kaybı yoluna da girmeyecekti.
Türkiye'ye, büyüyen demokrasi açığı, ağır insan hakları ihlalleri gibi nedenlerle Avrupa Birliği yaptırımlarının gelip gelmeyeceği, OHAL döneminde ve OHAL'in kaldırılmasından sonraki bir yılda, AB içinde çok tartışıldı.
Şimdi, bu yaptırımlar, Güney Kıbrıs'ın talebiyle gelince, AB ile Türkiye'nin zaten donmuş ilişkileri daha da zayıflayacak, örselenecek.
Dahası AB, tam da Türkiye'nin toplumu, insanları ile Ankara'daki iktidarı birbirinden ayrı değerlendirmeli; AB Ankara ile olan sorunlardan ötürü, Türkiye'nin insanlarını, toplumunu bir bütün olarak cezalandırmama, kaybetmeme anlayışından sapmamak isteseydi, yaptırımları Güney Kıbrıs'ın talebi sonucu hayata geçirmezdi.
"Frene basıldı, basıldı ve gardlar indirildi"
Konu, Türkiye'de yaşanan hiçbir şey değil; Türkiye'nin demokrasisi, insan hakları değil-Güney Kıbrıs-işin bu kısmı hazin gerçekten. Mülteci konusu, Avrupa Birliği'nin başına dert olmasın, aman o konuda bir şey yaşanmasın diye hep frene basıldı basıldı ve şimdi Güney Kıbrıs için gardlar indirildi.
Yaptırımlar, sırf bu açıdan bakıldığında da, Türkiye-Güney Kıbrıs-Kuzey Kıbrıs-Yunanistan dörtlüsündeki milliyetçi çıkışları ve çok meylimiz olan duygusal tepkisellikleri körükleyecektir.
"15 Temmuz ertelemesi büyük bir jest değil"
AB'nin yaptırımların açıklanmasını, 15 Temmuz'un birkaç saat sonrasına bırakması da "büyük bir jest" değil. ABD bile, S-400 konusundaki yaptırımların açıklanmasını, 15 Temmuz'dan mümkün olduğunca uzakta bir tarihe atmaya çalışırken, AB'nin birkaç saatlik bekleme süreci, pek bir etki yaratacak bir jest değil.
Elbette Ankara'nın, başta bahsettiğimiz gibi, "Kıta Sahanlığı" konusunda haklı sayılmayacak çıkışları var. Yaptırımların can alıcı noktası, yaratacağı ekonomik kayıplar. Türk lirası, bu kadar kırılganken, ciddi biçimde değer kaybı yaşamış ve yaşarken, her bir Euro kıymetli oldu.
Eski meslektaşım Sinan Gökçen'in bir sosyal medya paylaşımında dikkat çektiği şu konu mesela: 30 Kasım 2018'de AB'nin Ulaştırma Komiseri Violetta Bulc, Hürriyet gazetesine verdiği demeçte, Türkiye ile AB arasında "Kapsamlı Havacılık Anlaşması" görüşmelerinin sürdüğünü söylemişti.
Anlaşma, Yeni İstanbul Havalimanı'na 5 Milyar Euro ek gelir getirebilecekti, bilet fiyatlarında düşüş olacaktı ve 48 bin kişilik de ek istihdam yaratılacaktı. AB'nin Anlaşma'yı, yaptırımlar çerçevesinde askıya alması, Cumhurbaşkanlığı'nın medar-ı iftihar projesi İstanbul Havalimanı açısından düşündürücü.
Keza, Avrupa Kalkınma Bankası kredileri ve 2020 sonrası IPA fonları gibi para kaynakları da kamuyu ilgilendiren maddi kayıplar. Dediğimiz gibi, her bir Euro'nun da iç piyasada kıymetli olduğu önemde.
"İsrail'in keşfi dönüm noktası oldu"Peki Doğu Akdeniz sorunu temelde nasıl başladı ve tarafların duruşlarındaki temel problemler ne oldu size göre? İsrail'in 2009'da Doğu Akdeniz'de büyük hidrokarbon kaynakları keşfetmeye başlaması, bölgenin enerji kaynakları açısından bir dönüm noktasıydı. Zaten çekişmeli ve çatışmalı bir bölge olan, Ortadoğu'ya sırtını yaslamış olan Doğu Akdeniz'de, artan büyüklükte hidrokarbon kaynaklarının keşfi, son 10 yılda da giderek yükselen büyük bir gerilim kaynağına dönüştü. Son 10 yılda, Doğu Akdeniz'de siyasi dengeler ve uluslararası ilişkiler de fazlasıyla değişti: Oluşan yeni dengelerde, şu son dönemde, İsrail, Mısır, Güney Kıbrıs ve Yunanistan'ın arasındaki stratejik yakınlaşma ve ABD'nin bu ortaklaşmaya desteği ön plana çıkıyor. Somutlaşmakta olan bu uluslararası ilişkiler ağı da Ankara'da Doğu Akdeniz'de, "Türkiye karşıtı bir aks" oluşuyor endişesi yaratıyor. Tek tek baktığımızda, İsrail ve Mısır zaten Ankara'nın, sadece bölgede değil; dünya genelinde de ideolojik açıdan da zıtlaşma yaşadığı başlıca ülkeler. Güney Kıbrıs ve Yunanistan ile, ayrı ayrı bir takım bireysel temaslar ve kurumsal olmasa bile kişisel anlaşmalarla işler yürüyordu. |
"Kişisel elektriğe dayalı ilişkiler etkili oldu"
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Güney Kıbrıs lideri Nikos Anastasiadis ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Yunanistan'ın eski başbakanı Aleksis Çipras arasında, "kişisel elektriğe" dayanan ilişkiler söz konusuydu: karşılıklı paslaşmalar da krizlerin doğmasını engelliyordu.
Donald Trump'ın liderliğinin ilk döneminde, ilk 1,5-2 yıl kadar bir süre, ABD Dışişleri Bakanlığı'nda birçok atama yapılamadı ve bakanlığın "bomboş kaldığından" ve "politika oluşturamadığı" öne sürüldü. Nisan 2018'de, Mike Pompeo'nun Dışişleri Bakanı olmasıyla beraber, Beyaz Saray'ın uluslararası hamleleri arttı.
Doğu Akdeniz'de de ABD'nin bölgedeki ağırlığını arttırmak ve Rusya'nın etkisini azaltmak için birtakım tedbirler alınmaya da başladı.
Örneğin, Güney Kıbrıs'a gelen Rusya kaynaklı kara paranın önü kesilmeye başlandı. ABD'nin, Güney Kıbrıs'ta, İsrail'de, Yunanistan'da, Mısır'da etkin bir politika izlemeye çalışmasının aslında, Türkiye'ye özellikle karşı bir nedeni yok.
Ancak, ABD ile Ankara arasında çözülemeyen ve artık kronikleşen sorunlar, Beyaz Saray'ın bu bölgedeki politikalarının da Türkiye tarafından "gerginlik vesilesi" olarak algılanmasına neden oluyor.
2018'in sonu ve 2019'un ilk yarısında, EastMed boru hattı projesine yönelik İsrail-Yunanistan-Güney Kıbrıs üçgeni arasındaki buluşmaların artması, ABD'nin Dışişleri Bakanı Mike Pompeo nezdinde projeye ve bu üçlünün yakınlaşmasına verdiği destek Türkiye'yi rahatsız eden gelişmeler arasında. Ürdün ve Mısır da artan diplomatik trafiğe dahil olan taraflardan.
"Türkiye 'deniz gücü' kartını oynuyor"
Bölgedeki asıl büyük ve değerli hidrokarbon rezervlerine sahip olan Mısır'ın İsrail-Yunanistan-Güney Kıbrıs ile ilişkilerinin sıkılaşması da Ankara'yı ayrıca rahatsız ediyor.
Türkiye, hem kendisine karşı olarak geliştiğini algıladığı İsrail-Yunanistan-Güney Kıbrıs aksına tepki olarak, hem de Güney Kıbrıs'ın Akdeniz'de yeni hidrokarbon rezervleri arama, var olanlarını değerlendirme çabalarına karşılık olarak, "deniz gücü" kartını oynama ve diplomatik olarak da sert söylemlerle "dikenlerini çıkarma" yoluna gidiyor.
Bana kalırsa, "Doğu Akdeniz Krizi", Türkiye dış politikasının son dönemde yaşadığı seri krizlerin bir parçası: Evet, Adalet ve Kalkınma Partisi öncesi dönemde de olsa, başkanlık sistemi öncesi de olsa, Doğu Akdeniz'in hidrokarbon kaynakları, milliyetçilik ve klasik uluslararası kaygılar eksenli çekişme ve bölgesel kriz yaratırdı.
Ama, Ankara'nın bu krizi çözebilecek esnekliği de olurdu. Şimdi, tüm dış ilişkilerde sorun, ideolojik bir açmaza kilitleniyor. "Batı'ya karşı İslami birlik" gibi bir ana fikir var ama tam olarak kimin birliği, bu nasıl bir ideoloji, kimi içeriyor; o muğlak.
Bu ideolojik belirsizlik, kimi içerdiğini değil kime karşı olduğunu öne sürmekle aşılmaya çalışılıyor: "Hain ve ahlaksız Batı'ya karşıtlık" ana fikirli her türlü kriz, diplomasi eksikliğini örtmekte kullanılmaya çalışılıyor.
"Dert sorun çözmekse, daha büyük sorun yaratılıyor"
Türkiye'nin Akdeniz'deki çalışmaları birçok ülke tarafından "egemenlik ihlali" olarak tanımlanıyor. Türkiye'nin argümanları ne derece haklı?
Kasım 2018'de, Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Türkiye'ye rağmen Doğu Akdeniz'de veya Ege'de adım atabileceklerini sananlar ne kadar büyük bir hata yaptıklarını anlamaya başladılar. Doğu Akdeniz'deki doğal kaynakların ülkemiz ve KKTC dışlanarak adeta gasp edilmesine yönelik girişimleri kesinlikle kabul etmeyeceğiz" çıkışı yapmıştı.
O zamandan beri Ankara, Ege Denizi'nde on yıllardır var olan "kıta sahanlığı" sorununu Kıbrıs'a uzatan bir dış politika izliyor. Bir yandan, Türkiye'nin Yunanistan ile deniz/karasuları sınırını bazı bölgelerde, 6 milden 12 mile çıkartma tartışmaları yeniden ısınıyor; bunula eş zamanlı olarak da Doğu Akdeniz'de Güney Kıbrıs'ın 'Münhasır Ekonomik Bölge' (MEB) ilan ettiği 10. parselin olduğu yer ile ilgili egemenlik hakları öne sürülüyor.
Diğer bir deyişle, Ankara tarafından yapılan şu: Yunanistan ile var olan ve çözülmemiş bir sorun olan "Kıta Sahanlığı Meselesi", "Ege Adaları Meseleleri" ile, Kıbrıs Meselesi harmanlanmış, içinden zaten çıkılması zor bu sorunlar şimdi, kördüğüm bir füzyon mesele haline getirilmiş vaziyette.
Uluslararası hukuk, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Konferansı, Avrupa Birliği'nin içtihadı çerçevesinde çözümün zor olduğu ve Yunanistan ile Türkiye arasındaki diplomatik yakınlaşmalar ve temaslarla, derin dondurucuya atılmış sorunlar, şimdi askeri kartlar da oynanarak ısıtılıyor. Dert sorun çözmekse, çok daha büyük gerginlikler yaratılıyor.
"10 numaralı parsel, Türkiye'nin hak ettiği bir alan değildi"
*Kaynak: BBC Türkçe.
Güney Kıbrıs, 10 Numaralı Parsel, Türkiye'nin tarihi olarak da hak ettiği bir alan değil. Güney Kıbrıs ile Mısır'ın, 2003 yılında yaptığı "Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması"na (Exclusive Economic Zone Agreement) göre, Güney Kıbrıs'ın kıta sahanlığında. 2004'te, Birleşmiş Milletler'e yazdığı bir mektupla da Türkiye Kıbrıs açıklarında hak iddia ettiği karasularını kayda geçirdi; 10. Parsel de bu iddianın dışında.
Evet; Güney Kıbrıs ile Kuzey Kıbrıs'ın hak iddialarının çakıştığı sular/parseller var ama bunlar 8 ile 12. parselllerin doğusunda kalan sular.
Ayrıca, Exxon ve Total şirketleri, Yunanistan'ın Girit Adası açıklarında da sondaj çalışmalarına başladı: Ege Denizi de artan ölçekte sondaj mekânı olacak. Ege ve Akdeniz'in karasuları meselelerini birbirine karıştırmak, geleceğin sorunlarını büyütmek açısından da mantıksız.
Oysa, Doğu Akdeniz'in başlıca ülkelerinden İsrail, Mısır, Güney Kıbrıs ve Yunanistan arasındaki enerji odaklı dayanışma, kalıcı diplomatik ve kurumsal bağlarla da desteklenen "dostluklardan" çok, çıkar odaklı ve kısa vadeli yakınlaşmalara benziyor.
Ankara, bu kadar sert ve duygusal (öfkeli/tehditkâr) çıkışlar yapmasa, hak iddialarını kendi haklı olduğu alanlara sınırlasa, uluslararası kurumlar ve çevreler nezdinde rasyonel diplomasi yürütse, bu noktalara gelinmezdi.
Elbette, tüm bu tabloda sadece devletler de yer almıyor. İtalya merkezli ENI, ABD merkezli ExxonMobil ve Fransa merkezli Total, Doğu Akdeniz'de uzun vadeli yatırım yapan en köklü uluslararası şirketler olarak, tüm bu "jeostratejik gelişmelerin", tıpkı devletler gibi önemli parçaları.
Bu üç şirketin hepsinin kendine özgü olarak uzmanlaştıkları alanlar ve kapasiteleri var; ENI, Doğu Akdeniz konusundaki en iyi coğrafi bilgiye sahipken, Total'in her türlü teçhizat ve ekipmanı "en iyisi" diye niteleniyor ve Exxon da "en iyi anlaşmalara" varma yetisine sahip olarak görülüyor.
"Birbirlerini idare etmek durumundalar"
Tüm bu şirketler bölgede kalıcı ve yatırımlarını sürdürecekler; tabii, bu gibi uluslararası büyük oyuncuların yanı sıra, bir de devletlerle ortaklaşan irili ufaklı enerji şirketleri de var.
Güney Kıbrıs ve Yunanistan, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs ile bir arada yaşamak zorunda. Bahsettiğimiz gibi, sadece Akdeniz'de değil; Ege Denizi'nde de hidrokarbon araştırmalarına başlandı.
Pragmatik olarak, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve Türkiye, bir şekilde birbirlerini "idare etmek" durumunda. "Tutuklama" tarzı, tansiyonu aşırı yükseltecek, duygusallığa çok meyleden dış ve iç siyasetleri olan bu ülkeleri daha da zıvanadan çıkartacak adımlar, kendi bindiği dalı kesmek olur.
Bahsettiğimiz şirketler, dünyanın başka yerlerinde açıkça savaşın olduğu yerlerde de çalışıyorlar. Ancak, bütün bu çekişmelere neden olan hidrokarbon rezervlerinden, yakın vadede sadece Mısır'ın sahip oldukları gelir getirebilecek boyut ve kıymette.
Güney Kıbrıs'ın hidrokarbon kaynaklarının yakın gelecekte çıkartılıp pazarlanmasının ekonomik bakımdan hiçbir biçimde imkânı yok: dünyanın şu an yeterince, çok daha ucuza mal edilen hidrokarbon rezervleri var ve arz, talebin çok üzerinde zaten.
"Kıbrıs sorunu için kilit yıl 2020 olacak"
Gelişmeler zaten çıkmazda olan Güney-Kuzey Kıbrıs ilişkilerini nasıl etkiler?
İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs arasındaki en somut diplomatik temas alanı, "EastMed" (Doğu Akdeniz) Boru Hattı projesi üzerine. EastMed, İsrail ve Kıbrıs üzerinden, Yunanistan ve İtalya'ya yılda 10 milyar küp doğal gaz taşıyabilecek, bu coğrafyada çok da tercih edilen türde abartılı bir tanımla, bir "mega proje".
2012'den beri gündemde olan EastMed'den, Rusya'nın doğal gazına olan bağımlılığın azaltılması ve "bölgeye kalıcı barış getirecek" adımlara vesile olması gibi beklentiler de var. En azından, bu projeyi savunanlar, sadece "maddi kazanç odaklı" bir projeksiyondan değil; bir "barış projesinden" söz ediyorlar.
EastMed'i savunanlar, hedefin, aynı zamanda bölgenin "otoriter yönetimleri" ve "Batı karşıtlarını" pas geçerek, askeri-ekonomik yeni bir aks oluşturmak olduğu da söylüyor. EastMed ile "pas geçilenin" Türkiye olduğu kimi zaman sadece ima ediliyor; kimi zamansa açıkça söyleniyor.
Elbette, Türkiye'nin de projenin içine çekilmesi ve böylece "Doğu Akdeniz'de büyük barış projeksiyonlarında", Kıbrıs Sorunu'nun da (bir kez daha) çözüm yoluna girmesi gerektiğini iddia edenler de var. Ancak, ABD ile Türkiye arası sorunlar biraz olsun rayına konmadıkça, EastMed'in "barış projesine" dönmesi imkânsız.
Tabii, EastMed'in kendisinin gerçekleşmesinin şu an için çok çok uzak bir gerçeklik olduğunu; somutlaşmasına en büyük engelin de Türkiye değil-bu projenin maliyeti olduğunu unutmayalım.
Bana kalırsa, kısa dönemde Kıbrıs Sorunu'nun çözümünde önemli etaplardan biri, 2020'de Kuzey Kıbrıs'ta gerçekleşecek.
Akıncı giderse...
Kuzey Kıbrıs'ta Mustafa Akıncı gibi, her koşulda barış yanlısı çizgideki bir siyasetçinin cumhurbaşkanlığı yerine şahin veya sadece süreci boşlayan bir ismin geçmesi, meselenin de yepyeni bir krizle daha katmerlenmesine yol açacaktır. (PT)