Haberin İngilizcesi / Kürtçesi için tıklayın
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Başkale’de karakoldan açılan ateşle öldürülen 19 yaşındaki Murat Yılmaz ve yaralanan Bişar Ayhan ile ilgili dosyayı karara bağladı.
AİHM, kişilerin yaşam hakkının ihlal edilmesi, ailenin dosyaya erişimine engel olunması, adil bir soruşturmanın yürütülmemesi, aşırı güç kullanımı nedeniyle bir kişinin ölümüne, birinin ise yaralanmasına neden olduğu gerekçesiyle Türkiye’yi mahkum etti.
Mahkeme ayrıca, Türkiye’yi 130 bin Euro tazminata mahkum etti.
Askeri savcılık dosyayı kapatmıştı |
Van'ın Başkale ilçesine bağlı Xerkava (Koçdağı) köyünden 11 Eylül 2009’da sınır ticareti için İran'a gidenlere, jandarma karakolundan ateş açılmış, Yılmaz hayatını kaybetmiş, Bişar Ayhan yaralanmıştı. Başkale Cumhuriyet Başsavcılığı, yetkisizlik kararı vererek, dosyayı askeri savcılığa göndermiş, askeri savcılık da 10 Ağustos 2010’da “ordunun ateşli silah kullanımına ilişkin mevzuat ve örgüt üyelerinin sınırı geçerek eylem yapacakları” iddiasını gerekçe göstererek, tüm askerler hakkında takipsizlik kararı vermişti. İtiraz sonucu Ağrı Askeri Mahkemesi, savcılığın daha kapsamlı bir soruşturma yürütmesine karar verdi. Van Askeri Savcılığı, tekrar yaptığı soruşturmanın ardından “kovuşturmaya yer yok” kararını tekrarladı. Ağrı Askeri Mahkemesi de 27 Ocak 2011 tarihinde Van Savcılığı’nın kovuşturmaya yer yok kararını onayarak, dosyayı tümden kapattı. Ailelerin avukatları dosyayı AİHM’ne taşıdı. “Mazotçu olduğumuzu da biliyorlardı” Üzerine ateş açılan grubun içerisinde yer alan Aziz Ayhan, jandarmanın kendilerini gördüğünü ve sınır ticareti yaptıklarını bilmesine rağmen kendilerini top ateşine tuttuğunu söylemişti: “Hava kararmadan 30 kişilik bir grup halinde sınıra doğru gittik. Karakollar bizi görüyordu. Mazotçu olduğumuzu da biliyorlardı. Ancak buna rağmen top atışı başladı. Top atışıyla birlikte herkes koşuşturmaya başladı. Benim bulunduğum noktaya 3 top düştü. Murat Yılmaz yanımda parçaların isabet etmesi üzerine hayatını kaybetti. Top atışlarının ardından bizi bu kez de silahlarla taradılar. Bir kişinin ölmesi ve yaralıların olmasına rağmen uzun süre tarama devam etti. Tarama durduktan sonra cenazeyi atlara yükleyerek köye getirdik.” |
“Devlet yaşam hakkını güvence altına almalı”
MA’dan Adnan Bilen’in haberine göre, olayla ilgili gerekli soruşturmanın yürütülmediğine dikkat çekilen kararda, güç kullanımının gereksiz ve orantısız olduğu vurgulandı:
“Devlet görevlilerinin güç kullanımına ilişkin davalarda sadece gücü fiilen uygulayan devlet görevlilerinin eylemlerini değil, aynı zamanda ilgili yasaları da dikkate almalıdır. Herhangi bir güç kullanımı mutlak gereklilikten daha fazla olmamalı, yani koşullar kesinle orantılı olmalıdır.
“Yasalar, yaşam hakkını güvence altına alma konusunda devlete birincil bir görev yüklenmektedir. Devlet görevlilerinin veya organlarının dahil olduğu durumlarda sorumlulukları altında meydana gelen ölümlerden hesap vermeleri sağlanmalıdır.
“Bu soruşturmalar bağımsız olmalı, mağdurun ailesinin erişimine açık olmalı, makul bir hızla yürütülmeli ve etkili olmalıdır.”
“Kanıtların yok edilmesi veya göz ardı edilmesi riski”
Soruşturmanın bağımsızlığı açısından, olaya karışan askerlerin ifadelerinin yine aynı karakoldaki başka bir yetkili asker tarafından alınmasının kabul edilemez olduğu belirtilen kararda, şu değerlendirme yer aldı:
“Bir soruşturmanın etkili olabilmesi için, soruşturmayı yürütmekten sorumlu kişilerin olaylara karışanlardan bağımsız olmasının genellikle gerekli görülebileceğini ifade eder. Mevcut davada, olaylara yakından karışmış olan ordu mensuplarının soruşturmanın ilk ve kritik aşamalarında aktif rol aldıklarına dikkat edilmelidir.
“Koçdağı Karakolu’ndan askerlerin ifadeleri hiyerarşik üstleri olan Yüzbaşı F.D. tarafından alınmış, operasyonun planlaması ve kontrolünde bizzat yer almış ve askerlere silah kullanma emrini vermiştir.
“Aynı birimden askerlerin soruşturmada böylesine aktif bir rol almasına izin verilmesinin, askerleri ilgilendiren önemli kanıtların yok edilmesi veya göz ardı edilmesi riskini de beraberinde getirmektedir.”
“Türkiye’nin saldırı iddiasına somut kanıt yok”
Türkiye’nin mahkemeye sunduğu savunmasındaki “İran’a yakın kamplardan örgüt üyelerinin saldırı düzenlemek için sınırı geçecekleri ihbarı aldıklarını, bu nedenle geçen grubun içerisinde örgüt üyeleri olabileceği” iddiaları da inandırıcı bulunmadı:
“Van Askeri Cumhuriyet Savcılığı, grubun terörist olduğu varsayılarak ve grup ile en yakın tabur arasındaki mesafenin fazla olması nedeniyle askerlerin uçaksavar makineli tüfeklerle uyarı ateşi açtığını belirtmiştir. Ayrıca alay komutanı 28 Nisan 2010 tarihli ifadesinde teröristlerin sınırı geçmeyi planladıkları bilgisini aldıklarını belirtmiştir.
“Mahkeme’ye sunulan bilgiler, askerlerin veya komutanların, söz konusu grubun herhangi bir üyesinin silahlı olup olmadığını veya başka bir şekilde tehdit oluşturup oluşturmadığını netleştirmeye yönelik somut bir girişim göstermemektedir.
“Sınırı yasadışı bir şekilde geçen grubun ateşli silah kullandığına dair herhangi bir belirti bulunmamaktadır.
“Ayrıca, olayla ilgili daha sonra yürütülen soruşturmada, askerlerin veya komutanların, grubun gerçekten terörist içerip içermediğini veya silah sahibi olup olmadığını değerlendirmek için herhangi bir somut adım attığı sonucunu destekleyecek hiçbir dayanak bulunmamaktadır.
“Bu nedenle, grubu istihbarat raporlarında belirtilen “terörist faaliyetlerle” ilişkilendiren somut bir kanıt veya bilgi yok gibi görünmektedir.”
“Güç kullanımı ‘orantılı’ kabul edilemez”
Grubun içiresinde örgüt üyesi olduğu varsayılsa bile, askerin güç kullanımının orantılı olması gerektiğinin altını çizen AİHM, kararında şu ifadelere yer verdi:
“Mahkeme, hükümetin güç kullanımının ve özellikle de havan toplarının kullanılmasının, davanın kendine özgü koşullarında ‘kesinlikle ve mutlak surette orantılı’ olduğunu yeterince kanıtladığına ikna olmamıştır.
“Koçdağı Karakolu’ndan havanların ateşlenmesinden sorumlu asker, hedeflerin koordinatlarını hesapladığını ileri sürmüştür. Bununla birlikte, grubun yakınında karakollardan birinden atılan bir havan mermisi patlamış, bir başvuranı yaralamış ve Yılmaz’ı öldürmüştür.
“Bu koşullar altında, bunun emirlere itaatsizlikten mi yoksa ihmalden mi kaynaklandığını konusunda spekülasyon yapamamakla birlikte, mahkeme güç kullanımının ‘mutlak surette gerekli’ ve kesinlikle orantılı olarak kabul edilemeyeceği kanaatindedir.” (AS)