Haberin İngilizcesi / Kürtçesi için tıklayın
İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi (ACM), Özgür Gündem ana davasında, gazetenin imtiyaz sahibi Kemal Sancılı, Sorumlu Yazıişleri Müdürü İnan Kızılkaya, Genel Yayın Yönetmeni Zana Kaya ve nöbetçi Genel Yayın Yönetmeni Eren Keskin’e toplamda verdiği 21 yıllık hapis cezasının gerekçeli kararını açıkladı.
Mahkeme gerekçeli kararında “milli bir insan hakları anlayışını” savundu. “Türk devletinin yüzyıllara dayanan devlet geleneği ve vatandaşına bakış açısı her daim ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ düsturuyla vücud bulmuştur" gibi ifadeler kullandı.
TIKLAYIN - Özgür Gündem davasında karar: 4 kişiye hapis cezası
Mahkemenin kararında gazetecilere verdiği hapis cezalarıyla ilgili olarak “Özgür Gündem’de yer alan haberler incelendiğinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin PKK/PYD’ye karşı yürüttüğü mücadeleyi hedef aldığı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu operasyonlarda hukuk dışına çıktığı, sivillere bilerek zarar verdiği şeklinde iftira niteliğinde yayınlar yaptığı, terör örgütü ve teröristbaşı lehine başlatılan kampanyaların yandaş kitleye duyurulmasını sağladığı, yandaş kitlenin taleplerini bölge insanının genel görüşü gibi yansıttığı, örgüt elemanlarının ölüm haberlerini ‘infaz’ olarak verdiği, şehit olan güvenlik güçlerimize hakaret edildiği, Türkiye aleyhine kamuoyu oluşturacak her türlü asılsız haberleri yayınladığı, terör örgütü tarafından yapılan kanlı eylemlerin meşru gösterildiği, alenen kırsalda bulunan örgüt mensupları ile iletişim kurarak yapılan hain saldırıları haklı bir saldırı olduğunu lanse edip bunu haber yaparak örgüt tabanını ayakta tutmaya çalıştığı, örgütün kendi kitlesine bildirmek istediği talimatları yayınladığı, Kürt kökenli vatandaşlarımız üzerinde sözde imha/inkar politikaları ile işkence uygulandığını lanse ettiği, halkı kin ve isyana teşvik ettiği açıkça görülmektedir. Bu nedenle Özgür Gündem’in kuruluş amacının yayın yapmak olmadığı, ‘PKK/YPG’nin basın bülteni’ kimliğine büründüğü değerlendirilmiştir” dedi ve şu gerekçelendirmeyi yaptı:
“Yukarıda belirttiğimiz gerekçelerden de anlaşılacağı üzere, ‘devleti, kurumları ve sistemi -ağır şekilde de olsa- eleştiren yayınlar yapmak’ ile ‘örgütün resmi haber kanalı niteliğinde olmak’ birbirinden ayrı tutulması gereken hususlar olup, ikinci türdeki yayın organları ile demokratik yaşamın bir ilgisi bulunmamaktadır. Demokratik yaşamı ortadan kaldırmaya çalışan terör örgütleri ile bu terör örgütlerinin sözcülüğünü yapan yayın organları arasında temelde bir fark bulunmamaktadır. Bunun sonucu olarak, terör örgütleri nasıl ki demokrasi içinde himaye edilebilecek yapılar değilse, örgütün yayın organları da himaye görmezler.
“Sanıkların savunmalarında ve genel itibariyle Özgür Gündem’in yayın politikasında terör örgütünün kanlı yüzü ve eylemleri görmezden gelinerek insan hakları ve insan hakları savunuculuğu perdesine saklanıldığı müşahade edilmiştir. Elbette insan hakları, demokrasi, hak ve özgürlükler insan yaşamının ve insanca yaşamanın vazgeçilmez bir unsurudur. Ancak bu temel kavramlar üzerinden ve bu kavramların arkasına sığınarak devletin üniter yapısının bertaraf edilmeye çalışılması, kabul edilebilir tutum ve davranış olarak değerlendirilemez.
“Hak ve özgürlük ile kamu güvenliği mutlak surette bir dengesinin olması gereklidir ve fakat sanıkların gerek savunmaları gerek ise iltisaklı oldukları Özgür Gündem gazetesinin yayın politikası birlikte değerlendirildiğinde insan hakları ve insan hakları savunuculuğu üzerinden kamu güvenliğinin bertaraf edilmeye çalışıldığı, buna yönelik kanlı eylemlerde bulunan bir terör örgütünün sesi olmaya onu kendilerince aklamaya çalıştıkları, devleti ve güvenlik güçlerini canavarca hareket eden bir mekanizma olarak görmeye ve göstermeye çalıştıkları tespit olunmuştur.
“Türk devletinin yüzyıllara dayanan devlet geleneği ve vatandaşına bakış açısı her daim 'İnsanı yaşat ki devlet yaşasın' düsturuyla vücud bulmuştur. Kamu güvenliğinin ve devlet yapısının olmadığı ya da zaafa uğratıldığı bir ortamda zaten sanıkların sözde savunuculuğunu yaptığı değerlerin yaşaması söz konusu olamayacaktır. Kaosun, şiddet ve terör eylemlerinin kol gezdiği, hüküm sürdüğü bir ortamda insan hakları kavramından bahsetmenin mümkün olmayacağı izahtan varestedir.
“Ne acıdır ki yıllardır devletin üniter yapısını ortadan kaldırılmaya yönelen , güvenlik güçlerimizin şehit olmasına sebebiyet veren, binlerce ananın ,eşin, çocuğun eşsiz babasız evlatsız kalmasına neden olan bir örgütün ve bu örgütü kendilerince meşru bir zemine oturtmaya çalışanların; sığındığı, arkasına gizlendikleri paravan insan hakları kavramı olmuştur. Bu kavram üzerinden terör örgütünü aklamaya çalışanların bir gün dahi olsa eli kanlı terör örgütünü, eylemlerini kınadıkları, en temel insan hakkı olan yaşam hakları ortadan kaldırılan güvenlik güçlerinin, vatandaşların haklarını savundukları, acılarına ortak oldukları görülmemiştir. Halen Türkiye Cumhuriyetini ve güvenlik politikalarını gece yarısı ekspresi mantığıyla yansıtan ve kendilerine yabancı unsurlarca arka çıkılmasını bekleyen bu iradenin tüm beyan ve davranışları hukuk düzeni içerisinde kabul görülebilir bir resim ortaya çıkaramayacaktır.
“En az evrensel değerler kadar insan onur ve haysiyetini gözeten, Türk devletinin daima var olmasını ve anayasamızda tanımlandığı üzere vatandaşımızın Türk vatandaşı olarak kendisinin ve devletinin güvenliğinden endişe etmesine sebep olmayacak gerçek ve milli bir insan hakları anlayışının ve kavramının tartışılması ve gözetilmesi gerekmektedir. Bu kapsam üniter yapımıza, güvenliğimize kasteden oluşumların, devletlerin arkasına sığındığı, kendilerine paravan yaptıkları insan hakları kavramından ziyade milli gelenek, örf ve kardeşlik hukukumuzun yıllardan beri getirdiği tecrübe, birikim ve bakış açısıyla mümkün olacaktır.” (HA)