Resmî açıklamalara göre, geçtiğimiz pazartesi günü, yedi yıl önce, 20 Ocak 2018 tarihinde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) ve Suriye Millî Ordusu’nun (SMO) Suriye'nin Halep ilinin Efrîn ilçesi ile Azez ilçesine bağlı Tel Rıf'at kentine yönelik başlattığı askerî harekâtın yıl dönümüydü. Devletin resmî kayıtlarına da geçtiği gibi, bu harekât, “Zeytin Dalı Harekâtı, Afrin Operasyonu veya Afrin Harekâtı” olarak da adlandırıldı.
Burada dikkate değer birbirinden farklı iki konu yer alıyor. İlki, SMO. Adında geçen “ordu” kimseyi yanıltmamalı. Suriye iç savaşında bir grubu temsil eden düzenli bir yapı değil. Para ve yağma karşılığında cihatçı çetecilerden oluşturulduğu uluslararası kayıtlara geçmiş, genellikle Suriye dışı yapıların Suriye’deki operasyonlarını vekaleten üstlenen taşeron, silahlı bir yapı. İkincisi ise barışın evrensel simgelerinden birisi olan “zeytin dalı”nın, bir silahlı harekâtın-operasyonun adı olarak kullanılıp, ideolojik olarak savaşın “normalleştirilmek” istenmesidir. Ayrıca, böyle bir adlandırma, elbette ki savaş karşıtlarının, barış mücadelecilerinin değerlerine, kavramlarına saldırının ilki değil.
Geçtiğimiz pazartesi, yedi yıl önce, Suriye iç savaşından kaçarak Efrîn’e “sığınmış” yüz binlerce insanın yaşam ve gelecek umudunun sıkılan kurşunlarla, atılan bombalarla tarumar edilmesinin yıl dönümüydü. Ne yazık yaşananlarla ilgili olarak ülke genelinde herhangi bir şey anımsanmadan, 2025 yılının o günü (20 Ocak) neredeyse sessiz sedasız geçti, gitti. Savaşa rağmen, “barış ve başka bir hayat mümkün” diyenlerin bir araya gelerek kurdukları bir “vaha”nın ortadan kaldırılmasına yönelik bir gün olduğu için önemli. O nedenle unutulmaması gereken günlerden birisi olduğunu düşünüyorum. Çünkü, insanlık adına bütün olumsuzluklara ve kötü koşullara rağmen, umudu yitirmemenin ve insanca yaşam için mücadele ve ısrarın notunun tarihe düşülmesi gereken örneklerinden birisiydi 20 Ocak 2018 öncesinde Efrîn’deki yaşam.
Tıp öğrencileri ve savaş
Barış içinde yaşama hakkımızı doğrudan yurttaşı olduğumuz devletten talep ettiğimiz “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı metni imzalayıp kamuoyuyla paylaştığımız için KHK ile üniversiteden çıkartılana kadar, çeyrek yüzyıla yakın bir süre “savaş ve sağlık” başlığında dersler verdim. Savaşın bir halk sağlığı sorunu olduğunu tartıştıran ders içeriğinin, önemli bir bölümünü savaş fotoğrafları oluşturuyordu. O zamana kadar savaşı televizyonlarda kurgulanmış görüntülerle izlemiş olan çiçeği burnunda hekim adaylarının fakülteye adım attıklarının ilk aynında bu ders sırasındaki tepkileri hafızamda canlılığını koruyor.
Özellikle, ön sıralardaki öğrencilerin gözyaşları unutulur gibi değil. Savaşın neden olduğu ölümleri, yaralanmaları, bebeklerin ve çocukların korku ve acı dolu yüzlerini, annelerin ve babaların yaralı çocuklarına sarılmış, sağlıkçılardan yardım isteyen gözlerini, sığınaklarda bile toplu ölümden kurtulamamış onlarca çocuk ve kadının cesetlerini bir kısmı oralarda hayatını kaybeden gazetecilerin fotoğraflarından izledikleri sıradaki halleri unutulur gibi değil. Liseden birkaç ay önce mezun olmasına rağmen, henüz egemen ideolojinin boyunduruğuna girmemiş, yabancılaşmamış, o hekim adayı öğrencilerimizi özlüyorum!
Bu dersi anlatmaya başladığımdan bugüne kadar, dünyada ve Türkiye’de savaşlar, çatışmalar ve askeri müdahaleler gündemden hiç düşmedi. Kimi zaman ülke içindeki düşük yoğunluklu savaş olarak, kimi zaman ülke dışında yaşananlarla maalesef savaşlar-çatışmalar varlığı her zaman korudu.
Efrîn’de savaş olmadı!
2018 yılı Ocak ayının ikinci yarısından itibaren yoğun bir biçimde kamuoyunun gündeminde olması sağlanan Efrîn’de yaşanmış olanın savaş olmadığını bir defa daha ifade etmeliyim; “Efrîn’de yaşananlar savaş değil”di. Savaşın orta yerinde savaşa karşın barışı, yaşam ve gelecek umudunu yeşertip kurulan “özgür, eşitlikçi, demokratik” bir toplumsal hayatın yok edilmek istenmesiydi.
Türkiye halklarının büyük çoğunluğu, alternatif yazılı ve görsel medya olanaklarının sınırlılığının da bir sonucu olarak, Efrîn’in nerede olduğunu, orada kimlerin ve nasıl yaşadığını bilmiyordu. Ancak, Efrîn’de yaşayanların “kimler” olduğunu, ne yaptığını hatta “niyetlerini ve Türkiye toprakları için emellerini” iktidarın ağzından, iktidarın emir ve komutasında olmaktan hicap duymayan “basın organlarından” Ocak 2018’de öğrendi. Muhtemelen şüpheye düşüp, kamuoyunun önüne birdenbire konan bu bilgiler-haberler karşısında “acaba” sorusunu sorulabilenlerimizin sayısı oldukça azdır.
Suriye iç savaşı öncesinde Efrîn
Yer, Suriye’de, Suriye’nin kuzey batısında, Doğu Toroslar dağ silsilesinin içinde, denizden yüksekliği 700 m.-1.229 m. arasında değişen, 203 bin hektar yüz ölçümü olan, kuzey tarafı dağların eteklerine yaslanırken, güneyi, güney batısı Akdeniz’e doğru alçalan bir kara parçasıydı. Halep’e 63 km. uzaklıkta. Doğudan batıya 55 km, kuzeyden güneye ise 75 km’lik bir mesafeye sahipti. İstanbul-Bağdat demiryolunun, diğer adıyla, Doğu Ekspresi’nin güzergahının 61 km’lik bölümü bu bölgeden geçiyor ve üzerinde dört istasyonu bulunuyordu.
Bölge tarih içinde çeşitli isimlerle anılmış; Kurtax, Cumi, Efrîn ve Avrin (Efrîn ırmağının halkı demekmiş). Tarihsel olarak önce Ezidilerin yerleşim alanı olmuş. Ermeniler de bir dönem orada yoğun olarak yaşamış. İslamiyet ile birlikte nüfus yapısı değişmiş. Kürtler, Türkmenler birlikte yaşar olmuşlar. Daha sonra, Suriye devletinin 60’lı yıllardaki faaliyetleri ile nüfus yoğunluğu Araplar lehine değiştirilmiş.
Suriye iç savaşı öncesinde, son nüfus sayımı 2010 yılında yapılmış. Sayım sonuçlarına göre, bölgede bulunan 523 bin 258 kişinin büyük bölümü sayıları yaklaşık 366 adet olan köyde yaşıyormuş. Yine kayıtlara göre, iç savaş öncesinde, bölgede milyonlarca zeytin ağacı ve yaygın olarak palamut ağacı varmış. Bölgede bitkisel ve hayvansal tarım temel geçim alanını oluşturuyormuş. Suriye’nin toplam zeytin üretiminin yaklaşık yüzde 40’ının bölgede gerçekleştiriliyormuş. Toplam 203 bin hektarlık arazinin yüzde 63’ünde (127 bin hektar) zeytinin yanı sıra, tahıl ve pamuk önemli bitkisel tarım ürünlerinden bazıları. Tarıma dayalı orta büyüklükte zeytin yağı ve sabun fabrikaları ile dokuma atölyelerinin de yaygın olduğu biliniyor.
Suriye iç savaşında Efrîn
Bu kısa bölümün içeriği; iç savaşın başlangıcından, TSK ve SMO tarafından gerçekleştirilen ve “Zeytin Dalı Harekâtı, Afrin Operasyonu veya Afrin Harekâtı” olarak adlandırılan dönemle sınırlandırıldı. Konuyla ilgili elektronik ortamda yaptığımız taramalarla ulaştığım bilgilere göre, Efrîn, Mart 2011’de başlayan iç savaş sonrasında, 19 Temmuz 2012’de gerçekleşen “Rojova Devrimi” ile birlikte, bölge olarak Efrîn Kantonu adını aldı. Kanton’da üç şehir, sekiz ilçe ve 366 köy yer alıyordu. Dört ilçesiyle birlikte (Şera, Meydanki, Mabeta ve Şerava) en büyük kent Efrîn’dir. İkinci kent, Cindires’in Şire adında bir ilçesi bulunurken, üçüncü kent Raco’nun Meydana, Behdina ve Bilbili adlı üç ilçesi vardı. Bölge’de bulunan iki hastane de Efrîn’deydi. Birinin adı Avrin, özerklikten sonra açılanın adı ise Şehit Ferzende Hastanesi’ymiş ve her ikisi de faal durumdaymış.
İç savaşla birlikte, güneyden, özellikle Halep’ten Türkiye’ye doğru gerçekleşen göçlerle birlikte, Efrîn göç yolu üzerinde bulunduğundan, 20 Ocak 2018’deki nüfusunun bir milyonun üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Çünkü, göçmenlerin bir bölümü bu bölgeyi, güvenli olarak kabul ediyor ve burada kalıyormuş. Burada göçmenlerin önce temel yaşam koşulları sağlanıyormuş. Devamında da iç savaş öncesindeki koşulları göz önüne alınarak çalışma koşulları sağlanacak biçimde kent ve köylere, olurları alınarak, uygun biçimde yerleştiriliyorlarmış. Göçmenlerin varlığı ile değişen demografik yapı da dikkate alınarak, okullarda eğitim altı anadilinde (Kürtçe, Arapça, Türkçe, Çerkezce, Ermenice ve Süryanice) veriliyormuş. Kanton’da Ağustos 2015 tarihinde, özgün bölüm ve müfredatıyla Efrîn Üniversitesi adıyla bir de üniversite kurulmuş.
29 Ocak 2014 tarihinde demokratik özerklik ilân edilen Efrîn Kanton’u Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nun dört kantonundan birisiydi. Uluslararası kaynaklar, oranın askeri bir üs değil, köyleri, ilçeleri, şehirleri, tarlaları, bahçeleri, ekini, zeytini, okulları, üniversitesi, hastaneleri ve insanlarıyla bir yerleşim yeri, yaşam alanı olduğu yönünde. Öyle ki 20 Ocak 2018 öncesine kadar olağan günlük yaşamın, kapitalizme alternatif bir yaşam kurgusuyla geliştirilerek devam ettirilmek istendiği de biliniyor.
2011 yılında başlayan iç savaş sonrası evlerinden, kentlerinden zorunlu olarak ayrılmış yüz binlerce insanın ülkelerinden de ayrılmak zorunda kalmaması için 2014 yılında nerdeyse bir “sığınak” haline gelmiş olan Efrîn, neden hedef alındı? Efrîn ile ilgili ulaşılabilen bilgiler ışığında, yazının ilk bölümüne dönülecek olursa, gerçekten yaşananların adı iktidarın nitelendirdiği gibi savaş olamaz. Ne olduğunu tanımlayabilmek için 20 Ocak 2018 sonrasını da objektif verilere dayalı olarak değerlendirebilmek gerekir. Ancak, henüz bunun için nesnel verilere ulaşabilmek mümkün değil. Uluslararası gazetecilerin gözlemleri ise şiddet, ölüm, cinsel saldırı, yoksulluk, tehdit, yerinden edilme, evlere, tarlaya, ürünlere el koyma vb. ile savaşın geri geldiğini haber vermişti. (OH/TY)
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu'nun bianet'te yayımlanan tüm yazılarını görmek için tıklayın.