“22 Ekim CUMA günü.
Kapıya cama kurşun değdi unutulmaz unutulmaz
iki gündüz bir de gece
çayır cayır yandı Lice
hasret yalnız iki gece unutulmaz unutulmaz.”*
Kısaca kuş konacak dalın bile kalmadığı Lice’de hakikatin açığa çıkması ve faillerin yargılanması için açılan Lice Davası’nın mahkeme salonundaki son perdesi yine bir CUMA günü görülecek.
Yüzleşme davalarında uygulanan cezasızlık politikası 6 Temmuz’da İzmir’de duruşması görülecek olan Lice Davası’nda da devam edecek gibi görünüyor. Bir önceki duruşmada iddia makamının verdiği mütalaada sanık Eşref Hatipoğlu’nun beraatı talep edildi.
Peki bu dava nedir? Neden açıldı? Şimdi neden kapatılıyor? Lice Davası’nın bir mağduru ve davayı takip ettiği için KHK ile ihraç edilmiş biri olarak kısaca yazmaya çalışacağım.
Lice’de ne olmuştu?
22 Ekim 1993’te Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’a yapılan suikast sonrası üç gün süren olaylar sonucunda asker, öğretmen, bebek, çocuk, kadın ve yaşlıların aralarında olduğu 17 insan hayatını kaybetmişti. Ayrıca 401 ev 242 işyeri yakılıp yıkıldı. Olay sonrasında o dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “Kaza kurşunu ile komutanı kaybettik” derken dönemin siyasetçileri Deniz Baykal ve Tansu Çiller güvenlik güçleri tarafından ilçeye sokulmadı. Üç gün süren olaylarda herhangi bir örgüt üyesi yakalanmadı veya ölü olarak ele geçirilmedi.
Yaşanan olaya ilişkin derin kuşkular ve detaylar ise savcılığın hazırladığı iddianamede yer aldı.
Neden Lice Davası 20 yıl sonra açıldı?
Lice Davası zamanaşımına bir gün kala açılabildi. O dönem yapılan Ergenekon operasyonlarının devamı niteliğinde lanse edildi.
Lice Davası açıldığında ülkede demokratikleşmenin önünün açılacağı, geçmişle yüzleşme ve hakikat komisyonlarının oluşturulacağı düşünülüyordu. Hatta o dönemde akil insanlar komisyonu gibi komisyonların kurulması ile bu tür davaların öneminin artacağı ifade ediliyordu. Akil insanlar komisyonuna yüzleşme davalarının işlenmesi gerektiğini belirtmemize rağmen bir türlü gündeme alınmadı.
Lice Davası’nın takip edilmesi, toplumsal yüzleşmenin gerçekleşmesi noktasında özel bir yere sahiptir. Çünkü bu davanın mağdurları sadece Liceliler değildi.
Mağdurların içinde asker, öğretmen, tuğgeneral, çocuk… Her kesimden insan vardı.
Davanın ilk duruşması 16 Ocak 2014 tarihinde Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldüğünde yüzlerce mağdur da bu davayı takip etmek için adliye önünde bekledi. Ne olduysa o gün birileri düğmeye bastı ve dava seyrinden uzaklaştırıldı. Sanık avukatının güvenlik gerekçesiyle dosyanın başka mahkemeye nakil edilmesi talebi, dava savcısı tarafından reddedilmesine rağmen dava nakledildi. Geçmişle yüzleşmeye teminat olabilecek bu dava, binlerce mağdurdan uzaklaştırılarak İzmir’de görülmeye devam etti.
Davanın nakliyle mağdurların duruşmalara katılımını kısıtladı. Lice Adalet Arıyor Platformu’nun kısıtlı maddi imkanları ve Diyarbakır Barosu, İHD Diyarbakır Barosu ve Hafıza Merkezi’nin katkılarıyla mağdurlar duruşmaya katılabildi. Yapılan duruşmalar hakikatlerle yüzleşme gibi bir misyonu yerine getirmekten çok uzaktı. Lakin mağdur sandalyelerinde toplumsal yüzleşmenin, hakikatin fotoğrafı resmedilmişti artık. Müşteki sıralarında Liceli mağdurlar ve öldürülen Uzman Çavuş Yüksel Bayar’ın ailesi yan yana oturarak faillerin bulunmasını istedi. Ne yazık ki Liceli mağdurların tüm talepleri gibi Yüksel Bayar’ın ailesinin de tüm talepleri reddedildi.
Dava, “sanığın güvenliği” talebiyle sanığın ikamet ettiği şehre gelmiş olmasına rağmen sanık Eşref Hatipoğlu bir türlü sanık sandalyesine getirilemedi. Avukatımız Tahir Elçi’nin bu konudaki ısrarları sonucu mahkeme sanığın 7-8 ekim 2015 tarihli duruşmada hazır edilmesine karar verdi. Duruşma tarihi yaklaşırken mahkeme tarafından mağdur avukatları dahi bilgilendirilmeden 18 Eylül tarihinde ara bir duruşma yaparak sanık Eşref Hatipoğlu’nun ifadesi alındı. Tahir Elçi bu hukuksuzluğu kabul etmediklerini ve duruşmanın hukuksuz yapıldığını belirterek reddi hakim talebinde bulundu.
Ne yazık ki 24 Aralık 2015 tarihindeki duruşmada artık Lice Davası Tahir Elçi’siz ve mağdurlar savunmasızdı. Bu duruşmada o dönem Lice’de görev yapan Mersinli öğretmen Mahmut Cantekin’in tanık olarak verdiği ifade ile sanığın bir sonraki duruşmaya zorla getirilmesine karar verildi. Ve sanık bir sonraki duruşmaya vardiya grubu denen asker emeklilerinin oluşturduğu bir kalabalıkla ve birçok koruma eşliğinde mübaşirlerin giriş yaptığı yerden salona alınarak sanık sandalyesine oturtuldu. Olayın en önemli delili olan kanas silahının nerede olduğunu bilmediğini ve Bahtiyar Aydın’ın ölümüne sebep olan mermi çekirdeğinin kaybolduğunu ve önemsiz olduğunu anlatarak, sonuç olarak duruşmalardan vareste bırakıldı.
Peki, neden kapatılıyor Lice Davası?
90’larda devletin derin yapılanmaları tarafından planlanan konsept içinde Sivas, Bingöl (33 Asker), Cizre, Kulp ve Lice gibi yerler seçilmişti. Bu konsept, yargısız infazlar köy boşaltmalar ve siyaseti dizayn edecek eylemler yaptı. 2000’li yıllarla beraber AB ile ilişkiler dolayısıyla içerisine girilen süreç Türkiye’de bu tür kanunsuz JİTEM’vari örgütlerin alanlarını kapatıyordu artık. Adı bazen JİTEM bazen TİT bazen Ergenekon olarak güncellenen derin devlet yapılanmasının yerini 2000’li yıllarla birlikte cemaat örgütlenmeleri aldı. Çıkar çatışmaları aynı şekilde bu örgütlerin kirli çamaşırlarını da ortaya çıkarmaya vesile oldu diyebiliriz. Yani Lice Davası gibi diğer yüzleşme davaları bir hukuk cenderesinden geçerken, aynı zamanda bunun üzerinden alan kapma çabası içinde olan Cemaat-Ergenekon çatışmasında ortaya çıkan hakikati temsil ediyordu. Tıpkı Susurluk’ta Mercedes’in kamyona çarpmasının ardından kirli ilişkilerin ortaya çıkması gibi.
Ergenekon operasyonları bittikten sonra yeni derin yapılanma olan Cemaat için başta Lice Davası olmak üzere yüzleşme davaları ile işi bitmişti diyebiliriz. Artık yüzleşme davalarında tek tek cezasızlık politikalarıyla karşılaşılmaya başlandı. Oysa bu davaların birer çıkar çatışmasının hesaplaşma konusu olmaması gerekiyordu. Bu davalar ülkede 40 yıldır devam eden çatışmaların son bulmasına, 40 yıldır algı operasyonlarıyla katliamlarla birbirine düşman edilen halkların kucaklaşmasına vesile olacak, toplumsal barışın mihenk taşı olabilecek davalardı. Ne yazık ki geldiğimiz noktada kuyuya atılan bir taş misali oldu.
Hakikatle yüzleşme davasına dönüşebilseydi ne olurdu?
Cezasızlık politikalarının verdi özgüvenle suç işleme rahatlığı kalkardı. Toplum yaşananları bir akıl süzgecinden geçirerek yapılan algı operasyonlarının ve katliamların toplumu ne kadar birbirine düşürdüğünü görürdü. Türkiye kendi barışını tamamlamış bir ülke olarak dünya yüzleşme tarihinde yerini alırdı.
6 Temmuz’da (yarın) görülecek Lice Davası’nın şu an gideceği nokta bir cezasızlık politikasının devamı olacaktır. Tıpkı Vartinis, Musa Çitil, Temizöz ve diğerleri gibi.
Yüzleşme konusunda samimi miydik?
Lice Adalet Arıyor Platformu olarak bu davanın takibi, kamuoyunun hakikate ulaşması noktasında yeterli kalmamış olabilir. Aynı şekilde hak temelli STK’ların, baroların, basının, aydınların ve siyasetçilerin bu tür davalara yeteri önem vermediği de tespitlerim arasında. Bu davaların ülkenin siyasi atmosferine göre gündemleşen davalar olmaması gerekiyordu. Bu sebeple değerli Başkanımız Tahir Elçi hakikatin ve yüzleşmenin peşinde giderken, siyasi atmosfere göre değil, siyasi atmosferi nasıl bu alana çekebilirim noktasında bir çaba içindeydi. Aslında Lice Davası gibi yüzleşme davalarının cezasızlık politikalarıyla kapatılmasını bir kabullenme olarak gördüğümüz için bu davalar tek tek beraatla sonuçlanıp kapanmakta. Oysaki bu davalar geniş çevrelerce ele alınıp tahlil edilebilseydi bugün cezasızlık politikalarına kolayca kurban edilmelerini engelleyebilirdik. Bu, aynı zamanda Türkiye’nin refahını geleceğini etkileyecek bir çıkış yolu olabilirdi. Tahir Abi bunu gerçekleştirmek için ısrarla bu davaları takip etti ve gündemde tutmaya çalıştı.
6 Temmuz’da İzmir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde sanıklar için beraat kararı çıktığında “Hakikatler Araştırılsın Failler Yargılansın” diyerek başlatılan Adalet Arayışı elbette bitmeyecektir. Lice Davası’nın mağdurları olan Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın, Uzman Çavuş Yüksel Bayar’ın, Öğretmen Ali Nurettin Soyer’in ve Liceli ailelerin, mahkemede mağdur sandalyesinde yan yana oturmaları gibi bir gün mutlaka halklar el ele tutuşarak Lice’de hakikati açığa çıkaracaklardır. O gün Tahir Abi de bizi yıldızlar ülkesinden alkışlayacaktır. (ŞK/AS)
* O dönem Lice’de görev yapan Öğretmen Mahmut Cantekin tarafından yazılmış şiir.