İnan Kızılkaya, gazeteci.
1977 Erzurum doğumlu. Taşkesen Köyü’nden. Dokuz kardeş. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun.
İstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliğinin kararıyla kapatılan Özgür Gündem gazetesinin sorumlu yazı işleri müdürü.
Bu nedenle 16 Ağustos 2016’da gözaltına alındı, 22 Ağustos’ta tutuklandı.
TIKLAYIN - İnan Kızılkaya 92 Davadan Yargılanıyor
İnan ile daha o tutuklanmadan önce müdavimi olduğu adliye koridorlarından tanışıyoruz. Az değil 92 dava açılmıştı hakkında. Dolayısıyla karşılaşmalarımızla sık oluyordu. Duruşma salonunda sanık ile izleyici koltuğu arasında arkadaş olduk.
İnan, bu ülkenin demokratik reflekslerinin turnusolü olan bir gazetenin çalışanı. Necmiye Alpay'ın deyimiyle "Voltaire davasının" sanığı. Yargının yaklaşımı da böyle oldu.
Mesela, 92 davanın birleştirildiği Özgür Gündem ana davasının duruşmalarına getirilmedi İnan. Başka bir gün davaya getirilip hiç duruşma salonuna çıkarılmadan geri götürüldü hapishaneye.
Aynı davada beraber yargılandığı Kemal Sancılı ile değil aynı koğuşta kalmak, aynı cezaevi aracına bile bindirilmedi.
Görüş gününe konulan dava duruşmaları nedeniyle ailesiyle de görüşemedi.
Mektupları, kitapları verilmedi, spora çıkarılmadı.
Bunlar sadece İnan’ın başına gelmedi. 441 gün sonra özgürlüğüne yeniden kavuştuğunda İnan’ın da dediği gibi, siyasi mahpusların, mahpus tüm gazetecilerin de başına gelenler. O sadece bunun “çığırtkanlığını” yaptı.
İnan, 441 gün sonra özgür. Tahliye haberini Cumhuriyet davasının son duruşmasında bir umut dalgası olarak duyduk.
Tahliyesinden iki gün sonra bianet ofisinde ziyaret etti bizi.
Bundan yaklaşık bir yıl önce, İnan daha mahpus iken yazdığım yazıda yukarıdaki fotoğrafı kullanmış ve “Bu elimizdeki en 'kaliteli' fotoğrafı. Artık yeni fotoğraflar çekmek istiyoruz” demiştim.
Artık İnan’ın yeni fotoğraflarını yayınlıyoruz ve tutukluluğundan bugüne neler yaşadığını kendisi anlatıyor.
"'Musa Anter gibi öldüreceğiz sizi' diyerek gözaltına aldılar"
Özgür Gündem’in kapatıldığı günü anlatabilir misin?
Türkiye’de günlük süreli çıkan bir basın yayın organı 16 Ağustos günü basıldı ve değil bir basın kurumu adeta düşman kalesine girer gibi geldiler. Gazetenin penceresinden baktığımızda tüm sokağı muhasara altına almış gibiydiler.
Özellikle gözaltına alındığımızda bize işkence sırasında “Sizi Musa Anter gibi geberteceğiz” diyorlardı ama bir Kürt gazeteci için, isminin Musa Anter ile anılması onurdur. Öldürülen bir gazetecidir, aynı Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Metin Göktepe gibi.
Darbeden sonra kapatılacağınızı bekliyor muydunuz? Bir hazırlığınız var mıydı?
Böyle bir şey bekliyorduk. Darbeden sonra muhaliflere ve Kürt basınına yönelik böyle bir eğilim olacağını biliyorduk. 15 Temmuz darbe girişimini Türkiye halklarının sivil tutumu engelledi. Ve Türkiye demokrasi tarihine geçti. Fakat iktidar bunu demokrasi ve özgürlükler için kullanmak yerine kendi iktidarını tahkim etmek üzerinden manivela yaptı.
Kapatılma beklentimiz vardı ama biz gazeteciyiz. Nasıl bir hazırlığımız olabilir? Kapatabilirler, tutuklanmazsak biz gazetecilik yapmaya devam ederiz.
"Nöbetçi Yayın Yönetmenliği Kampanyası iktidarı sinirlendirdi"
TIKLAYIN - Özgür Gündem Nöbetçi Yayın Yönetmenleri Davaları
Fotoğraf: İnan Kızılkaya ve Erol Önderoğlu. RSF Türkiye Temsilcisi ve BİA Medya Gözlem Raporları raportörü olan Önderoğlu, Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği kampanyasına katıldığı için yargılandığı davada tutuklanmış, 10 gün cezaevinde kalmıştı. |
Kapatılmadan önce Nöbetçi Eş Genel Yayın Yönetmenliği Kampanyası yürüttünüz. Kampanya çok ses getirdi, üç hak savunucusu da bu süreçte 10 gün tutuklu kaldı. Kampanyanın bu sürece etkisi var mıydı?
Kampanya Özgür Gündem’in de çıtasını yükseltti, kendi ezberini bozdu. Kendi dışındaki farklı alanlara da açılabileceği bir zemin yarattı ve bu zemin çok güçlü bir ses çıkardı. Baskı ortamında, ülkenin açık hava hapishanesine dönüştüğü bir noktada bu sese güç verdiler. Bizi eleştiriyor, haberlerimizi beğenmiyor olabilirler ama “gazetecilik yapıyorlar, biz de bu gazeteciliğe destek veriyoruz” dediler. Bu da bizim moralimizi çok yükseltti.
Kendi sesimize başka sesleri kattık böylece. Yalnız hissetmiyorsunuz, kendinizi daha güçlü hissediyorsunuz.
Kampanya iktidarı sinirlendirdi. Tutuklanmadan önce bunu savcıların tavrından da görüyorduk. Kürt meselesi en can yakıcı mesele ve Özgür Gündem de bunu en çok haberleştiren yer.
"Dayanışmayla kendi ezberimizi bozduk"
Biz de bu dayanışmayla kendi ezberimizi bozmaya çalıştık. Kampanyaya katılanlarla aynı şekilde düşünmüyor olabilir, haber kurgumuz, algımız farklı olabilir ama somut bir noktamız var. Somut bir ilke olarak gazetecilik suç değildir, evrensel bir haktır diyoruz. Hem Özgür Gündem üzerindeki baskıyı teşhir etmek, hem de basın adına bir dayanışma olması için biraraya geldik ve çok ses çıkardı.
"Hakim önünde 'Onlar gazetecidir' dediler"
Ama Kürtlerle dayanışmak, bu savaşı teşhir eden basın yayın organıyla birarada olmaları iktidarı sinirlendirdi. Çünkü onlar bizi yalnızlaştırarak dar bir çevreye sıkıştırmaktı. Hem savcılık hem de duruşma ifadelerinde “Onlar gazetecidir” dediler.
"Kürt meselesinde ayrı bir ses istenmiyor"
Savcılıkta ve mahkemede nasıl bir tutumla karşılaştınız?
Savcılar ve hakimler işlerini yapmıyor, korkuyorlar. Mesele kriminalize ederek ve yasadışı bir noktaya getirerek yargılama yapmak. İddianameye baktığımızda o yasadışı yapının benimle ya da gazeteyle hiçbir ilgisi yok.
Kürt meselesinde taraf olan ve yer yer kendisini şiddetle ifade eden politik bir yapıyla Türkiye Cumhuriyeti devleti İmralı’da masaya oturdu, muhatap kabul etti. Toplumda da karşılığı oldu bunun. Sonra yanlış siyasetle tekrarda şiddet ve çatışma sarmalına girilmiş.
Bu şiddetin sonucu olan hak ihlalleriyle ilgili diğer basın organları iktidarın yedeğine girmişlerdi, bunu biz dile getirdiğimiz için hoşuna gitmiyordu, Kürt meselesinde ayrı bir ses istemiyorlardı.
"Gazeteciler fason iddianamelerle yargılanıyor"
TIKLAYIN - İnan Kızılkaya'nın Özgür Gündem Savunması
“Sen örgütün talimatıyla gazetecilik yapıyorsun” diyorlar ama bir tane veri göstersinler. Ben gazeteciyim, bu işin okulunu okudum, kurum denetime tabi bir yayın organı, Beyoğlu’nun merkezinde yayın çıkarıyoruz, matbaamız belli, telefonlarımız dinleniyor, sürekli ifade veriyoruz.
Ama bu mesele hala orta yerde duruyor, bunu karartamazsın. Mahkemelerde bunu dile getirmeye çalıştık ama fason iddianamelerle üçüncü sınıf yargılama yapılıyor. Sadece bizim davamız değil, Cumhuriyet’in davası da bu şekilde. Somut bir kanıt yok “örgütün adına yayın yapma ihtimalin var” deniyor. Bu hukukun ya da siyasetin değil kurgunun, edebiyatın, sinemanın alanı. İddianame yerine senaryo yazsınlar, bir faydaları olur bu ülkeye.
"Tecrit iktidarın yaklaşımı"
Duruşmalarda tecritte kaldığını, savunma hakkının engellendiğini dile getirdin. Cezaevi koşulları nasıldı?
Gözaltına alındıktan sonra altı gün çok kötü bir yerde, Esenler Karakolu’nda kaldık. Nefes almakta zorlandığımız bir yerdi. Sonra tutuklandık. “İyi artık cezaevine gidiyoruz” dedik, önce Metris’e, sonra Silivri Cezaevi 5 No’luya en son da Silivri 9 No’lu Cezaevine gittik.
9 No’lunun koşulları farklı tabi. F tiplerinin kendisi zaten tecrittir. Mekansal tasarımı ve sosyal boyutu itibariyle tecrittir, sizin diğer insanlarla temasınızı, sosyal varlık olarak kimliğinizi dejenere etmeyi amaçlar. İki- üç ay uygulamalar hiç iyi değildi, mektup alamadım. Çok az mektup aldım ama gelen mektuplar da “n’aber-nasılsın” şeklindeydi. Kitap durumu çok sıkıntılıydı. Bir gazeteci için kitap ve yayın verilmemesi, televizyon olmaması çok büyük zulüm. Bunlar zamanla düzeldi.
Ben ilk olarak Zana Bilir ile kalıyordum, o tahliye olduktan sonra Ahmet Şık ile 18-19 gün kaldım. Son dört ay tek kaldım. Spor faaliyeti hiç yok. Bana “ya tek çık, ya da yanındakiyle çık” diyor. Ben 6 ay zaten o kişiyle görüşüyor, konuşuyorum, artık başkalarıyla sohbet etmek istiyorum.
Bu sadece benim durumum değil, diğer gazeteciler de tecritte. Cumhuriyet, Deniz Yücel de bu durumda. Birileri çıktı diye bunu unutmamak lazım.
Duruşmalara gidip gelirken onur kırıcı, rencide edici tavırları vardı. Bunları dile getirdik, teşhir ettik. Bazen mahkemeye götürülürken görevli sabah 05.00’de seni alıyor, 09.00’a kadar bekleme odasında duruyorsun. 4 saat boyunca sandalye üstünde uyuyorsun. Bu sistematik bir zulüm ama sonradan bunlar kamuoyu baskısı benim de çığırtkanlık yapmamla düzelmeye başladı. O memurlar da bu tavırdan hoşnut değildi. Onlar da işlerini yapıyordu. Tecrit iktidarın bir yaklaşımı.
"Erdoğan ve Alpay ile aynı duruşmaya bile çıkarılmadık"
Tecrit, üstünde nasıl bir etki yaratıyor?
İlk başlarda çok sinirleniyorsun. Tecridin mantığı o. Sinirleniyor, konsantrasyon sorunu yaşıyorsunuz. Yemeğiniz suyunuz var, ama kitap yok, gazete yok. Bir şey düşünemiyorsunuz. İddianameye karşı savunmanızı hazırlamanız lazım ama erişebileceğiniz bir veri, kaynak yok. Dışarıda ne olup bittiğini bilmiyorsunuz.
Ben, Zana tahliye olduktan sonra kendimi cezaevi koşullarına uydurmaya çalıştım. Uzun süre orada olan hükümlülerin sıcak tavırları, dışarıdaki dayanışma moralimi düzeltti.
Annemin gidip gelmesi de çok iyi geldi. Ben istemiyordum gelmesini ama onun direnci çok iyi hissettiriyordu. Dik durma noktasında çok moral veriyordu.
Kemal Sancılı ile aynı davada yargılanıyorduk ama aynı koğuşa vermiyorlardı. Benim koşullarım daha negatifti, başka yere vermezdi ama Kemal çok istedi. Ancak aynı duruşmaya vermediler. Bizi Aslı Erdoğan ile Necmiye Alpay ile aynı mahkemeye çıkarmadılar. 30 defa duruşmaya götüren cezaevi aracı buna gelince yoktu.
"Korsan yargılama yapılıyor"
Son duruşmada tahliye edildin. Bunu bekliyor muydun?
Ben tahliye edilmeyi beklemiyordum. Belki Kemal Sancılı edilirdi. Ben “Bana bir soru sorun” diyordum. Çünkü anlamlı sorular sormuyorlardı. Diğer gazeteciler için de durum böyle.
Korsan bir yargılama yapılıyor. Bir hakim bir savcı bana “iddianame bu, sen bu musun” demedi. Bu daha kötü. Demek ki soracakları bir soru yok, korkuyorlar. Benim elimde tank tüfek yok, kalemimi satmadım, aklımı kiraya vermedim, vicdanla cüzdan arasında hep vicdanı seçtim.
Hapisteki gazeteci sayısını bile bilmiyorlar. Silivri’de TGC’den Sibel Güneş geldi ona söylemiştim. Türkiye’nin en iyi gazetesi Silivri’den çıkardı, o kadar deneyimli gazeteciler. Ama onlara bir temas imkanınız yok. Bunun kendisi bir cezalandırma zaten.
Bundan sonra ne yapmayı planlıyorsun?
Ben Taksim sokaklarında kitap satmış biriyim. Bu işin okulunu da okudum, mürekkep yalamış biriyim. Gazetecilik, edebiyat, yayıncılık… Koşullar elverdiğince yapacağım.
"Adalet Yürüyüşü umut verdi ama Kürt meselesine de dokunması lazım"
“Dışarı”sına dair izlenimin ne?
Dışarıdaki iki günlük izlenimim şu: Dışarısı da çok zor. Dışarıda da insanlar üzerinde belirsizlik, çaresizlik var. Yer yer umutlu insanlar da var ama herkes “biz bu muameleyi hak etmiyoruz” bakış açısı var. AKP’ye oy verenler de öyle.
İçerideyken CHP’nin Adalet Yürüyüşü bizi umutlandırdı, toplumda bir karşılık buldu. Ama Orta Doğu’nun en kadim meselesi olan Kürtlere dokunmayan bir adalet sonuç vermez. Madem Demirtaş size uzak, Ankara’dan Edirne’ye gidemiyorsunuz, o zaman o güzergahta Gültan Kışanak var Figen Yüksekdağ var. Onlara dokunabilirsiniz.
Cezaevlerinde hasta tutuklular var, yer yer çok kötü muameleler, ciddi hak ihlalleri var. 9 No’lunun koşulları bile birçok yerden daha iyi. Elazığ, Şakran, Tarsus, Van Cezaevlerinde tutukluların haklarını ihlal eden, onur kırıcı sistematik uygulamalar var. Bunları dile getirmek gerekiyor.
"Gazetecilerin tutuklu olmasını halk hak etmiyor"
Adli ve siyasi tüm hasta mahpusların, doktorun rapor verdiği, hapiste kalamaz dediği herkesin özgürlüğüne kavuşması lazım.
Bu kadar gazetecinin tutuklu olduğu bir ülkeyi bu ülkenin insanları da hak etmiyor. Çünkü gazetecilerin tutuklu olması demek, bir şey saklıyorsunuz, gerçeği örtüyorsunuz ki gazetecileri tutukluyorsunuz demek. Ama o örttüğünüz gerçek daha da fazla büyüyor. İnsanlar, toplumlar görüyor.
Tek tip elbise konusu da var. Bu 12 Eylül’de uygulandı ama sol ve siyasi tutsaklar bunu asla kabul etmez. Bu adli ya da siyasi fark etmeksizin hükümlü ve tutukluların kabul edeceği bir şey değil. Diretilirse cezaevlerinden çok kötü haberler duyabiliriz. (EA)