* Fotoğraf: AA - Myanmar
Güneydoğu Asya ülkesi Myanmar, Arakan (Rakhine) eyaletinde 25 Ağustos’ta başlayan çatışmalarla Müslüman Rohingyalara yönelik politikaları nedeniyle yine tartışılıyor. Konuyla ilgili olarak Myanmar Hükümeti yayınladığı açıklamada “aşırılık yanlısı terörist grupların Maungtaw, Buthidaung ve Yathedaung kasabalarındaki 30 polis karakoluna ve Taungthazar köyündeki Alay Karargahına saldırı”da bulunduğunu belirterek “saldırılardan Arakan Rohingya Salvation Army (ARSA) örgütünü” sorumlu tuttu. Aynı açıklamada hükümet, ARSA’yı resmen “terör örgütü” ilan etti. Myanmar ordusunun başlattığı operasyonlar neticesinde 100’ün üzerinde kişi öldürülürken 3 bin Arakanlı Müslüman Bangladeş’e sığınmak zorunda kaldı.
Uluslararası medya kuruluşlarının aksine Rohingya savunucuları El Cezire'ye, aralarında onlarca kadın ve çocuğun da bulunduğu en az 800 kişinin şiddet olaylarında öldürüldüğünü belirtiyor. Türkiye medyasında ise 2 ila 3 bin kişinin katledildiği ifade ediliyor. Tabii bu rakamların hepsinin bağımsız kuruluşlarca teyit edilmeye muhtaç olduğu bir gerçektir. Bunun bir nedeni de Arakan’la ilgili tarafların birbirilerine yönelik suçlamalarıdır. Çünkü Myanmar’ı “De Facto” yöneten Nobel Ödüllü Aung San Suu Kyi, militanların cephe hattında çocukları kullandığını ve köyleri yaktığını iddia ederken ARSA militanları ise Hükümet Birliklerinin beraberinde aşırılıkçı Budist grupları getirip köylere saldırttığını öne sürüyor.
Periyodik katliamlar
Tarihsel arka planı bir kenara bırakılırsa Myanmar’da son yıllarda Rohingyalara karşı periyodik bir saldırı eğiliminin olduğu görülüyor. Bu bağlamda geçen yıl 9 Ekim 2016’da da iki askeri noktaya saldırı yapıldığı gerekçesiyle güvenlik bölgesi ilan edilen köylerde Myanmar ordusu ağır silahlar kullanmıştı. İnsan hakları örgütleri 428 kişinin öldürüldüğünü, 192 kadının tecavüze uğradığını, 1780 evin yıkıldığını ve 87 bin kişinin yerlerinden olduğunu rapor etmişlerdi. Ordu yetkilileri ise bu iddiaları reddederek; köylülerin kendilerine silah doğrulttuğunu ve militanların bu köylerde yaşadıklarını iddia etmişti.
Rohingya halkı Haziran 2012’de de benzer bir katliam ve tehcire maruz kalmıştı. Üç Müslüman erkeğin bir Budist kadına tecavüz ettiği söylentisi üzerine Budist milisler Müslümanların evlerine ve işyerlerine saldırıp ateşe vermişti.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) verilerine göre 140 bin Rohingya göç etmek zorunda kalırken ölenlerin sayısı binlerle ifade ediliyordu. Tarihsel süreçler takip edildiğinde Rohingya azınlığına yönelik katliamların ve tehcirin belli periyotlarla uygulamaya geçtiği anlaşılırken bu bağlamda 1942, 1978 ve 1992 yıllarında yapılan kitlesel katliamlar beraberinde yüz binlerce Arakanlı Müslümanlar’ın göçüne de neden olan periyotları anımsamak gerekiyor.
Tabii Myanmar, on yıllardan bu yana Rohingyalara karşı yürüttüğü bu politikalar nedeniyle sık sık eleştirildiği gibi “etnik temizlik” yapmakla da suçlanıyor. Bugün Rohingya halkı Birleşmiş Milletler (BM) tarafından “Dünyanın en çok zulüm görmüş olan ve bu zulümden kaçamayan halkı” olarak tanımlanırken Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü (MSF) ise Rohingyaların tehdit altında olan on halktan biri olduğunu belirtiyor. Bu tablo nedeniyle BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin Bangladeş’te mültecilerin kaldığı Cox’s Bazar’da bulunan yetkilisi John Mckissick BBC’ye yaptığı açıklamada Myanmarı, Müslüman Rohingyalara etnik temizlik yapmakla suçlamıştı. BM’nin Myanmar'daki insan hakları özel raportörü Yanghee Lee de Mart 2017’de Arakan Müslümanlarına karşı ordu ve polis tarafından yapılanların "insanlığa karşı suç" olduğunu ifade etmişti. Nisan 2013’te İnsan Hakları İzleme Örgütü de yayınladığı raporda benzer suçlamalarda bulunmuştu.
Nefret büyürken Nobelliler susuyor
Pasifik bölgesinin adeta “Kürt Sorunu” olan Rohingya sorununa Myanmar’da on yıllarca iktidarda olan cunta yönetimi duyarsız kaldı. Bu da yıllar içinde Budist Burma ve Rohingya halkı arasındaki kin ve nefret duygularının birikmesine neden oldu. Son yaşanan çatışmaların Myanmar’da sosyal medya kullanıcılarına yansımasına bakıldığında çözümden ne kadar uzakta olunduğu anlaşılabilir. Bugün Myanmar’da açılan “NoRohingyaInArakan”, “BengaliTerrorists” ve “SaveRakhineState” hastaglerinde Rohingyalara bakışın ne durumda olduğu kolayca fark edilebilir. Birçok Burma Twitter kullanıcısı Rohingyalara uygulanan şiddeti görmezden gelirken birçoğu da “Hükümetimizin ve ordumuzun yanındayız” mesajları veriyor.
Tabii Rohingya halkına karşı sürdürülen zulüm karşısında 1991’de demokrasi ve insan hakları için verdiği mücadeleden dolayı Nobel ödülü alan Myanmarlı lider Aung San Suu Kyi ve diğer Nobel ödüllü Dalai Lamaa da sessiz kalmayı tercih ettiler. Bu nedenle 25 yıl aradan sonra Myanmar’da 8 Kasım 2015’te yapılan ilk özgür seçimlerde Suu Kyi'nin liderliğindeki Demokrasi İçin Ulusal Demokrasi Birliği’nin (NLD) oyların yüzde 80’ini alarak kazanması Rohingya halkında bir umut yaratamadı. Suu Kyi’nin Rohingya halkının sosyal ve siyasal taleplerini görmek yerine uluslararası medyaya etnik bir temizlik yapılmadığını açıklamakla meşgul olması umutsuzluğu büyütüyor. Tabii bu tablo karşısında NLD sözcülerinden Win Htein’in “Mevcut anayasa Suu Kyi’ye ordunun yaptıklarını durdurma gücü vermiyor.” minvalindeki sözlerini de bir kenara not etmek gerekir.
Uluslararası güçlerin Arakan’a ilgisi
Myanmar’da son yıllarda yaşananların bir nedeni her ne kadar Arakan Müslümanlarına duyulan tarihsel düşmanlık olsa da Asya – Pasifik bölgesinin birkaç yıldan beri güç merkezi haline geldiği unutulmamalıdır. Özellikle dünya deniz ticareti trafiğinin ve enerji hatlarının güzergahları da düşünüldüğünde uluslararası ve bölgesel güçlerin Pasifik’te birbirilerini yakın takibe aldığını belirtmek gerekiyor. Dolayısıyla Myanmar, jeo-stratejik konumu nedeniyle Çin için hayati önemdeyken ABD için de Çin’i çevreleme noktasında işlev gören bir konumdadır. Şu an Pekin’in Naypidav’la Myanmar toprakları üzerinden doğalgaz ve petrolün taşınabileceği boru hattı projelerini hayata geçirdiği ifade ediliyor.
Tam bu noktada Rohingya’ların yaşadığı Arakan bölgesinin önemi ortaya çıkıyor. Çünkü bölge hem doğalgaz ve petrol açısından zengin hem de boru hatlarının geçiş merkezi konumunda. Bu da Rohingya halkına yönelik düşmanlığın başka bir boyutunu oluşturuyor. Nitekim boru hatlarının geçtiği yerleşim birimlerinden Rohingyaların zorla tehcir ettirilip demografik yapının değiştirildiği belirtilmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere önümüzdeki süreçte Arakan sorunu, etnik ve dini boyutu üzerinden güç merkezlerinin pragmatist ilgisine mazhar olacaktır.
Devletsiz mültecilik
Güneydoğu Asya’da Çin, Laos, Tayland, Bangladeş ve Hindistan arasında yer alan Myanmar, uzun yıllar bir İngiliz sömürgesiydi. Tarihsel süreç içerisinde ismi Birmanya, Burma ve son olarak Myanmar olarak değişti. 2014 yılı nüfus sayımına göre 51 milyon nüfusa sahip olan Myanmar’ın yüzde 68’i etnik Burma, yüzde 32’si ise 135 farklı etnik gruptan oluşuyor. Tabii bu etnik gruplar içerisinde Rohingya halkı sayılmıyor, inkar ediliyor. Halkın yüzde 90’ı Budist olmakla birlikte Müslümanların oranı yüzde 4 civarında. Müslüman Rohingyaların ve Budist Rakhinelerin yaşadığı Arakan Eyaleti, Myanmar’ın batısında Bengal Körfezi’nde yer alıyor.
Arakan Eyaleti’nde şu an 1 milyondan fazla Rohingya yaşarken en az 1 milyonu da Myanmar’ın eğitim, evlilik ve din özgürlüğüne getirdiği kısıtlamalar, tehcir, angarya ve şiddet nedeniyle Bangladeş, Suudi Arabistan, Pakistan, Malezya, Tayland vb. gibi ülkelere dağılmıştır. Bunun sonucunda Rohingyalar doğdukları Myanmar topraklarında “Devletsiz”, Myanmar sınırları dışında ise “Mülteci” durumuna düştüler. Resmi Burma öğretisine göre Arakan’daki Müslümanlar, sömürge döneminde İngilizler tarafından Hint alt kıtasından getirilmişlerdir. Bu nedenle Rohingyalar kendi yurtlarında “dışarlıklı”, “yabancı” olarak görülmekte ve buna bağlı olarak da sistematik asimilasyon, yerinden göç ettirilme ya imha politikalarına maruz kalmaktadırlar.
Rohingyalar “dışarlıklı” görülmüyordu
Rohingya halkı her ne kadar bugün kendi topraklarında “Yasadışı göçmen”, “Bengalli İşgalciler” ve “Dışarlıklı” olarak lanse edilse de 1962 cunta rejimine kadar bazı eksikliklere rağmen birçok hakka sahiptiler. Öyle ki bağımsızlığın kahramanı olarak kabul edilen General Aung San 1946 yılında Müslüman Rohingyalara bütün haklarını ve ayrıcalıklarını vermeyi taahhüt etmişti. Buna bağlı olarak Rohingyalar, hazırlanan anayasada yerli halklardan biri olarak kabul edildi. Yine dönemin Başbakanı U Nu da 1954 yılında yaptığı radyo konuşmasında Rohingyaların Myanmar’daki etnik unsurlardan biri olduğunu ifade etmişti. Dolayısıyla Rohingyalar hiçbir zaman kayıtlara “yabancı” olarak geçmedikleri gibi milletvekili, hatta bakan çıkardıkları belirtiliyor.
Bu da beraberinde meselenin asıl nedeninin “Yasadışı göçmenlik” olmadığını, tarihsel düşmanlıkla açıklanabilecek nedenler taşıdığını gösteriyor. Kimi araştırmacılara göre Budist çoğunluğun bağımsızlık mücadelesini bertaraf etmek amacıyla İngilizler tarafından Bangladeş ve Hindistan’dan Müslümanların getirilip kullanılmasının ilk ciddi kırılmayı yarattığını belirtirken kimi araştırmacılar da İngilizlerin idari mekanizmada Burma halkını dışarıda bırakmasının bir tür aşağılık kompleksine neden olduğunu söyler. Tabii her ne kadar sonraki süreçte Rohingyalar da İngilizlere karşı bağımsızlık mücadelesine katılmışsalar da Myanmarlı elitist kesimlerin ve politikacıların tutumları yeni nesillerin kin ve nefretle büyümesine neden olmuştur.
“Tek ulus, tek dil, tek din” politikaları
Myanmar siyasal tarihinde 1948 sonrası gelişmeler bugünkü tabloyu anlamak açısından önemli olacaktır. Çünkü her ne kadar 1948 sonrası kısa bir dönem için parlamenter demokratik çabalar görülse de 1962 sonrasında yerleşen diktatörlükle birlikte “Burmalaştırma” politikaları devreye konulmuştu. Buna bağlı olarak Budizm devlet dini haline getirilirken “Myanmarlı olmak Budist olmaktır” sloganları yükselmeye başlamıştı. Özellikle 2 Mart 1962 yılında General Ne Win’in yönetime el koymasıyla “Tek ulus, tek dil, tek din” politikaları uygulanarak ulus devlet inşa edilmeye çalışıldı. Askeri yönetimle beraber Rohingya Müslümanlarına yönelik zulüm, inkar ve imha politikaları adeta kurumsallaştı.
Buna bağlı olarak 1982 yılında Myanmar Vatandaşlık Kanunu’yla General Ne Win vatandaşlığı tekrar tanımlayarak Rohingyaları yabancılar olarak gördü. Yapılan düzenlemelerle Rohingyaların geçiş izni almadan bir köyden diğer bir köye geçişine bile izin verilmediği gibi Rohingyalar eğitim hakkından da mahrum bırakıldı. Aynı şekilde evlilik konusunda ciddi engeller çıkartılırken ticaret ve dini vecibeler konusunda kısıtlamalar getirildi. Bu politikalarla Rohingyaların kendi topraklarını terk etmesinin sağlanıp mal varlıklarına el konulmasının ve diğer bölgelerden Budistlerin boşaltılan bölgelere yerleştirilmesinin amaçlandığı belirtiliyor.
Açıktan savaş tehlikesi
Sonuç olarak 2012, 2016 ve 2017 yıllarında Myanmar’da yaşanan çatışmaların doğru şekilde analiz edilmesi gerekiyor. Aksi takdirde demokratik tedbirlerle çözüm geliştirilmediğinde bunun açıktan bir savaşa evrilebileceği olasıdır. Bu nedenle Haziran 2012’de yaşanan çatışmalar ve sonrasındaki gelişmelerin yeniden değerlendirilmesi dikkat çekici sonuçlar çıkarabilir. Özellikle 2012 yılı ve sonrası için birkaç noktayı belirtmek istiyorum.
Birincisi, 2011 yılında genel bir afla serbest bırakılan radikal Budist rahip olan Aşin Virathu ve benzer grupların nefret söylemlerini yaymaları ve şiddet olaylarını teşvik etmeleri. Öyle ki 2012 yılında Time dergisine “Budist Terörün Yüzü” ifadesiyle yer almıştır. İkincisi, Arakan Müslümanları üzerindeki zulüm beraberinde özsavunma güçleri oluşturmalarına neden olmaktadır. Bu bağlamda 25 Ağustos’taki saldırıları gerçekleştiren ARSA’nın Suudi Arabistan’a göç eden Rohingyalar tarafından 2012 yılında kurulması dikkat çekmektedir. Üçüncüsü, her ne kadar Myanmar Hükümeti Arakan sorununun uluslararası bir mesele olmadığını, yerel bir sorun olduğunu ifade etse de güç merkezi haline gelen Pasifik’te denge politikaları kapsamında Arakan sorunu da uluslararası güçlerin gündemine girecektir.
Tabii şu ana kadar ABD ve Britanya gibi ülkeler güçlü bir ses çıkarmazken Türkiye popülist politikanın ötesine geçecek bir şey yapamadı. Bunun yanında İslam İşbirliği Teşkilatı da etkisiz kalırken ASEAN içindeki Müslüman ülkeler adeta vurdumduymaz bir tavır takındılar. Bu tablo nedeniyle şu ana kadar Rohingyaların en temel insani ve vicdani beklentilerine yönelik bir çözüm geliştirilemedi. Bu da Myanmar’ın uluslararası sözleşmeleri rahatlıkla çiğneyerek Rohingyalara karşı suç işlemesini sağlıyor. Öyle ki Myanmar 1997 yılında Güneydoğu Asya Uluslar Birliği’ne (ASEAN) üye olurken ASEAN’ın bildirgesinde yer alan demokrasi, barış ve insan hakları ilkelerine bile riayet etmedi. Ülkeler arası ikili çıkar ilişkilerinden dolayı hiçbir ülke Myanmar’a taahhüt ettiği bu ilklere uyması çağrısında bulunmadı. (İG/HK/ÇT)
Kaynakça:
1 - Dr. Mehmet Özay, “Arakan’a Çözüm Olmak” Arakan Raporu, Haziran 2012
2 – Mazlum Der, Araf’ta Bir Toplum Arakan, Kasım 2013
3 – M. Yusuf Durmuş, Çin’in Myanmar Stratejisi ve ABD, BİLGESAM