Salı...
Sedef sabah 09.00’da işe geldi. Mağazanın henüz açılmadığını görünce arkadaşlarına selam vermek için karşıdaki dükkâna gitti.
Esra ve Metin hummalı bir çalışma içindeydi. Özellikle Esra sinirli ve yorgun görünüyordu. Dün izin günü olduğu halde gece çalışmasına çağrılmış, misafirlik için gittiği Maltepe’den gecenin bir yarısı dönmek zorunda kalmıştı. Kurumsal ifadeyle satış direktörleri mağazalarını ziyaret edecekti, gerçekte ise bal gibi baskın yapıyorlardı.
Esra ve Metin sabaha dek çalışmalarına rağmen depoyu toparlayamamışlardı. Binlerce ürünü bulunan ev dekorasyonu mağazasının 25 metrekareyi aşmayan basık tavanlı deposuna konan ürünler, buraya yerleştirilmiyor, adeta tıkıştırılıyordu. Başka alternatifleri de yoktu. Müdürleri defalarca ek depo kiralanması için talepte bulunmuş, her seferinde ilgilendiklerine dair cevaplar alınmış, ancak yönetimin eli cebine gitmediğinden “İnceleme devam ediyor” denerek baştan savılmışlardı. Mağaza yönetimi de her teftiş öncesinde bu ihtiyaca yönelik tüm izlerin silinmesi için ellerinden geleni yapmış, depo dahil her yeri hazır ve nazır kılmıştı. Üstelik depocuları olmadığı halde!
Bugün de o günlerden biri olacaktı. Bayram telaşına kontrol telaşı da eşlik edince elleri ayakları birbirine dolaşmıştı.
Sedef, Esra’yı teskin etmek istedi ama inanmayarak sarf ettiği sözcüklerin bazısı yerde yığılı kolilere, bazısı Esra’nın asık suratına çarpıp yere düşünce anlamlı bir cümle haline gelemediler. Sedef de daha fazla üstelemeden kolaylıklar dileyerek çıktı. O esnada kendi mağazası açılmıştı.
Sedef dün akşam işten çıkıp eve gidince kendi kendine altı kez işi bırakmış, yedi kez yeniden başlamakta karar kılmıştı. Bundandı bugünkü sebeb-i ziyareti. Dün işten ayrılınca telefonunu bir kenara bırakmış uzun uzun bunları düşünmüştü. Bu çalışmanın sonu nereye varacak, hayat böyle mi devam edecek diye sorup durmuştu kendine. İki üç ay çalışıp harçlığını çıkarmak için üniversite son sınıfta başladığı işi, bütün hayatını ele geçirmiş, bu çalışma temposunda ne başka bir iş bakmaya zaman bulabilmiş ne de bir şeyi gerçekten istemeye yetecek enerji. Aylar yılları kovalarken tek iş deneyimini mağazacılık üzerine kurmuştu. Dijital ortamlarda yaptığı başvurular da sonuçsuz kalınca her gün bir öncekinin tekrarı bir yoğunluk ve mutsuzluğu getirmişti. Hali hazırda bir çözüm üretemediğinden telefonunu tekrar eline almıştı.
Bakamadığı süre zarfında gelen 216 mesaja şöyle bir göz gezdirip ismini aramış, tamamını okuyamayacağına kanaat getirdiğinde de özelden Birkan Bey’e ailevi sorunları dolayısıyla 18.00’da apar topar çıkmak zorunda kaldığını belirten bir mesaj göndermişti. Çalışma saatini öğle arasından da ödün vererek doldurduğu, on gündür izin kullandırılmaksızın çalıştığı, satış temsilciliğinden kasaya geçmeye, depoculuktan raporlamaya dek ayrım gözetmeden her işi yaptığı için özür dilemişti. Birkan Bey ise karşılığında üç yıldır hiçbir şey öğretemediklerine yanmış, bu “sorumsuzlukları” yüzünden yükselemediğini hatırlatmış, bir daha tekrarlanmamasını salık vermişti. Anlayışlı adamdı Birkan Bey!
Bugün bayrama özel ekstra yüzde 10 indirime girecekleri için yoğun çalışacaklardı. İndirim etiketleri dün gelmiş, depoya bırakılmıştı. Müşterilere mesaj ve e-posta gönderilmişti. Belli ki kalabalık bir gün olacaktı. Depodan indirim etiketlerini alıp dikkatle fiyatların üzerinden geçti. İşini bitirdiğinde saat 10.00 olmuştu. Mağaza bir anda müşterilerin akınına uğradı. Hafta içi bu saatte dışarıda nefessiz kalmış gibi AVM’lere gelip soluklanan insanları gördükçe gözlerine inanamıyor, kendisinin alamadığı ne tür bir hazzı aldıklarını merak ediyordu. Reyonundaki yerini sağlamlaştırarak gardını aldı.
Lise öğrencisi olduklarını tahmin ettiği iki genç kadın yaklaştı reyona. İçlerinden kumral olanı, tepeden at kuyruğu yaptığı uzun saçını sallayarak yanına geldi:
“Erkek arkadaşım için bişiler bakıyorum da. Yardımcı olur musun?”
Ağzından çıkan soru ekinin gücünü artırmak için kısılan gözleri, büzülerek yardıma çok ihtiyacı olduğunu imleyen dudakları ve o esnada nereye yöneleceğini bilmeyen burnu kadına eşlik etti. Kendisinden ayrı bir özne halini alan saçları elbette tüm bu ekibi yalnız bırakmayarak sağa sola salınıp durdu. Sedef’in yardım etmekten başka şansı yoktu. Ne tür bir şey aradığını sordu: pantolon, t-shirt, ayakkabı, şort…
Kumral kadın yine gözlerini kıstı ve arkadaşına döndü: “Seloş ne dersin? Ya böyle çok vıcık vıcık değil ilişkimiz biliyosuuun. Böyle şort felan olmaz.”
Seloş, bu mühim soruya vereceği yanıtı iki kişinin ağzı açık beklediğinden emin olmanın haklı gururuyla başladı analizine:
“Haklısın Kankiş. Şortu eledik. Terliği filan da ele. Ayakkabı da olmaz şimdi. Yaa ben sizi bu markanın reklam çiftine çok benzetiyorum aslında. Sende olan kotun erkek için olanını mı alsan ona?”
Kankiş bu iltifat karşısında çok sevindi. Sevincini saçlarını iki yana sallayarak gösterdi. Seloş’a sarılıp zıplamaya başladı ve “Ay kızım ya senin bu gözlemlerinin hastasıyım. Nereden kurarsın bu bağlantıları” dedi.
Sonunda Sedef’i tekrar hatırladı. “Yaa biz pantolon bakalım en iyisi Sedeeyf Hanım” dedi, gözlerini kısıp yaka kartından ismini okumaya çalışarak.
Kişiler arası iletişim dersinde görmüştü bunu Sedef. Çalışanlara isimleriyle hitap ederseniz hem sizinle daha çok ilgilenir hem de istediklerinizi daha kolay yaptırabilirsiniz, demişti hocaları. Üniversite yılları, Sedef’in ismiyle hitap edilmeye çalışılacak taraf olacağını düşünmediği dönemlerdi. Anılarından sıyrılıp pantolonların olduğu reyona yöneldi.
“Normal bel mi, düşük bel mi?” diye sordu.
Seloş ve Kankiş yaklaşık dört dakika boyunca tartıştıktan sonra normal belde, üstünden geçen beş dakika sonra mavi renkte, artı üç dakikanın ardından da dar kesimde karar kıldı. Peki, boy ve bedenini biliyorlar mıydı? Seloş ve Kankiş için ölçülerin bardak ve kaşıkla olduğu dönemler hızla sona ererken Sedef çareyi değişim kartı verebileceklerini hatırlatmakta buldu. Hayatlarında ilk defa böyle bir öneriyle karşılaşmışlar gibi gözlerinin içi parladı.
Kankiş alacağı olası pantolonu bulana dek üç tane denedi. Vücuduna aşırı bol gelen pantolonlarla çıkıp, “Nasıııııl? Beğenir mi sizce?” diye sordu. Seloş, her seferinde Kankiş’in “Bizımle”[1] olup olmayacağını yorumlar ciddiyette analizler yaptı.
Sedef’le iletişime geçmeye başladıklarının 29’uncu dakikasında, Seloş, denemekten yorgun düşen arkadaşının yüzünü toparlamak için “Bu pantolon işi tahminimizden karışık çıktı. Şimdi değişim kartıyla gelip başka pantolonu alsa o zaman senin almanın ne anlamı kalcak ki? Biz en iyisi gidip parfüm felan bakalım” dedi.
Kankiş’in yüzü ışıl ışıl oldu. Deminden beri pantolon denemekten yorgun düşen o değilmiş gibi içeri girerken sahip olduğu ferahlığı ve tazeliği bir anda yakaladı. Zıplamayı şimdilik ertelediler ve “Teşekkürler Sedeyf Hanım” cümlesi Sedef tarafından duyulana dek, arkalarında katını bozduğu dokuz pantolon bırakıp saçlarını sallayarak gözden kayboldular. Satış yapamasa da Sedef derin bir “Ohh!” çekti.
İkili uzaklaşınca kendi yaşlarında bir genç geldi yanına. Son günlerde reklamını yaptıkları pantolondan istediğini söyledi. Bedenine, paçasına, boyuna çalışıp gelmişti. İstediği özelliklere sahip pantolonu uzattı Sedef. Adam denedi ve satın almaya karar verdi. Sedef bu ürüne gidecek yine çok beğenilen bir t-shirt önerdi. Genç, ihtiyacı olmadığını söyleyerek teşekkür etti. O kadar kendinden emindi ki ısrarcı olamadı.
Yarı buruk bir sevinçle kasaya yönlendirdi. Sattıkları tek parça ürünler için ayrıca hesap vermeleri gerekiyordu. Firma, sepetteki ürün sayısına özellikle önem veriyor, tek parça ürünü reklamla kendilerinin sattıklarını, satış temsilcilerinin “neye yaradığını” çoğu zaman büyük harflerle Birkan Bey’e sorduruyordu. Moralini düşürmemeye çalıştı. Henüz öğlen bile olmamıştı. Kendi reyonunda da bir hayli müşteri vardı.
Kendisinden yardım bekleyen 30 yaşlarının sonunda bir kadına doğru yöneldi. Kadının sorularını yanıtlamaya çalışırken küçük bir çocuk bacaklarına yapıştı. Kadının olduğunu fark ettiği çocuğa içinden gelmeyerek gülümsemeye çalıştı. Birazdan bırakır diye dert etmedi önce. Fakat çocuk öyle bir sarılmıştı ki bacaklarına, kımıldadığında çocuğa zarar vermesi an meselesiydi. Yardım istercesine kadına baktı. Kadın, çocuğuna sempatik gülüşler atıp Sedef’i durumun vahametiyle baş başa bıraktı ve farklı ürünlere yöneldi.
Sedef çocuktan kurtulmak için tek ayağı üstünde sekerken ayaklı askılardan destek alarak düşmemeyi başardı. Sonunda çocuktan kurtulup kadının peşinden ilerlemeye başladı. Kadın baktığı ürünlerden birini daha beğenip elindeki sepete attı. Bir yandan da çocuğunu gözetiminde tutmaya çalışıyordu. Sedef kadının gözlerini takip etti. Çocuğu raflardaki ayakkabıların bir sırasını indirmiş, ikisini de ayağına geçirmiş paytak paytak yürürken gördüğünde sinir krizi geçirmenin eşiğindeydi.
Anne bu sahne karşısında kahkaha atmakla yetinip arkasını dönerken Sedef bir hışımla reyona doğru yürüdü. Çocuk, Sedef’in yüz ifadesinden korktuğundan mı, yoksa oyununun bozulacağından mı bilinmez mağazayı inletircesine ağlamaya başladı.
Sedef bu esnada yerlere saçılan ayakkabıları topluyordu.
Kadın sepetini bir kenara fırlatıp “N’apıyorsunuz hanfendi? Bacak kadar çocuğu korkutmaya utanmıyor musunuz?” diye veryansın etti. Sedef çocuğa bir şey yapmadığını, ayakkabıları topladığını söylese de kadını ikna etmeyi başaramadı.
Müdürünü çağırttırdı. Müdürün yanında bir posta daha haşladı Sedef’i. Verdiği rahatsızlık ve saldığı korkudan tatmin olmamış olacak, “Biz oğluşumla Instagram fenomeniyiz. Rezil edeceğim sizi. Oğluşumun ağlarken fotoğrafını koyup mağazanızı etiketledim bile. Şimdi siz düşünün! Hıhh!!!” diyerek çocuğu yerden kaldırdı ve yüksek perdeden söylene söylene mağazayı terk etti.
Müdür, açıklamalarını kabul etmeyerek Sedef’i kasaya yönlendirdi. Reyonuna başka biri bakacaktı.
Müdürün söylediğine göre, bir şey satabildiği de yoktu. En azından kasada güzel dururdu! Müdürden duymaktan bıktığı bu sözler sinirlerini bozdu.
Hızlı adımlarla kasaya ilerledi.
Üçüncü kasayı açıp bekleyen müşterilere işlem alabileceğini duyurdu. “Hoş geldiniz, taksit ister misiniz? Kaça böleyim? Puanlarınızı kullanmak ister misiniz? İyi günlerde olsun, güle güle kullanın”, derken sakin bir ses tonu yakalamaya çalıştı. Etiketi okuttu, taksitlendirdi, puanları kullandı, faturaları teslim etti, yine bekledi. Mağaza içerisinde ürün beğenirken saatler geçirmekten imtina etmeyen, kasaya geldiğinde çok meşgul, aşırı yoğun tipler haline gelen müşterilerle baş etmeye çalıştı. “Sisteminiz ne kadar yavaş”ları, “Sen bu işe yeni mi başladın?”lar takip etti. Az ya da çok fark etmez, ödeme yapacak olmanın vakur duruşunu takındı hepsi. Her biri kendi alanının ileri gelen profesyonelleri olan müşteriler, Sedef ve arkadaşlarının iş bilmezliklerini, uyuşukluklarını, lakaytlıklarını, amatörlüklerini tısladı suratlarına, hem de suratlarına bile bakmaksızın. Baktıklarında da uzun uzun baktılar. Bakmak gibi olmayan bir bakışla. Metrobüste, sokakta, parkta da karşılaştığından yakinen bildiği, yüzünü ve vücudunu saran tedirginlik ve korkudan kurtulmanın hiç kolay olmadığı bir bakışla. İnsanın gözleriyle karşılık veremeyeceği, bakanın yüzünü bile görmek istemeyeceği… Sedef böyle zamanlarda ifadesiz bir yüz takınmaya çalışır, işlemlerini hızlı hızlı yapar ve bir an evvel kurtulmak isterdi; daha da ağırdan akan zamana meydan okurcasına.
Sedef’in mesaisi bitmeden günlük satış hedefi yakalandı. Müşteriler bu esnada satın almanın yanı sıra kasa çevresine sıralanan ürünlere dokundu, ürünleri aldıklarından farklı kutulara fırlattı, hiç ilgilenmedikleri her hallerinden belli olduğu halde beklerken cüzdanların, çantaların tüm fermuarlarını açıp açıp kapattı, yüzükleri denedi, gözlükleri takıp takıp çıkardılar. Para ödeyerek tüketemediklerini bakarak, dokunarak, takarak, ters yüz ederek, birlikte fotoğraf çektirerek bitmez bir arzuyla tükettiler.
Sedef o gün için paraya, karta, tafraya, iş öğretenlere, azarlayanlara, göz süzenlere, pazarlık tutkunlarına doydu. Bu esnada bir müşteri defalarca yıkandığı her halinden belli olan bir t-shirt’ü, hiç giymediğine dair yeminlerle iade etmeye çalışıyordu. T-shirt’ten yükselen yumuşatıcı kokusu Sedef’in annesinin yıllardır kullandığının aynısıydı. Adını hatırlamaya çalışırken bir anda gözü uzaklarda tanıdık simalar seçti. Ellerinin boş olmasından bir şey satın alamadıklarını anladığı Seloş ile Kankiş erkek güneş gözlükleri deneyip çığlıklar eşliğinde birbirlerine sarılıp zıplıyorlardı. (LB/HK)
Yarın: Ortada Müşteri Sayacı Var, Yandan Geç
[1] Manken Ivana Sert’in Bugün Ne Giysem adlı programında yarışmacıların hazırlayıp giyerek sunduğu kombinlerini beğendiğini belirten ifade. “Bizimlesin, yarışmaya devam edebilirsin” anlamına geliyor. Bir dönem söyleyiş biçimiyle dikkatleri çekmiş, reklamlarda ve diğer popüler kültür ürünlerinde sıklıkla tekrarlanıp yeniden üretilmişti.
AVM Çalışanının Bir Haftası Yazı dizisi
Sunuş: AVM Çalışanının Bir Haftası
1- "Ciro Kötü Toparlayalım Lütfen!"
2- Bayrama Özel Ekstra Yüzde 10 İndirim