Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın’ın öldürülmesinin ardından, yüzbinlerce kişinin katıldığı cenazesinde sekiz kişi öldürülmüş, onlarca kişi yaralanmıştı.
5 Temmuz 1991’de JİTEM tarafından kaçırılan, 7 Temmuz’da cesedi bulunan Vedat Aydın’ın 10 Temmuz’daki cenazesinin 22. yıldönümünde cenazeye katılan Finlandiya TV-Radyo Türkiye muhabiri Leena Reikko, Kürt aydını Ümit Fırat, gazeteci Nadire Mater, Prof. Dr. Tolga Yarman’la konuştuk.
Fırat: Faili meçhullerin dönüm noktasıydı
Vedat Aydın, öldürülmesinden önce Kürt dünyasında çok bilinen bir insan değildi. İHD’nin 1990 Ekim sonunda Ankara’daki kongresinde kürsüye çıkıp İHD Diyarbakır Başkanı olarak Kürtçe konuşmasını yapmak istedi. Tutuklandı, beraat etti. O noktadan sonra bilinen bir isim oldu. Siyasi önderlikten ziyade, haklı bir demokratik çıkış yapmış bir insandı.
HEP il başkanı olduğunda daha çok göze batmaya başlamıştı. Ama tam da o sıralarda Kürt bölgesinde, devlet güçlerinin yeni bir örgütlenme modeli inşa ettikleri bir süreçti. Biz bunu o günlerde göremiyorduk. JİTEM gibi bir örgütlenmenin, sivil hükümeti takmayan bir yapının olduğunu sonraki yıllarda öğrendik.
Vedat’ın cenazesine Türkiye’nin her yerinden Kürtler katıldı. O kalabalık belki de valinin, idarenin, hükümetin hesaplayacağı bir boyut değildi. Öyle bir şey beklemiyorlardı çünkü o güne kadar öyle bir ses çıkmamıştı. İnsanlar, Vedat’ın Kürtlere yönelik bir katliamın kurbanı olmasından dolayı orada bulundular. Bir siyasi aidiyet yoktu, o günkü HEP her fraksiyondan, her kimlikten Kürdün yer aldığı bir partiydi. Cenazenin sembolik bir anlamı oldu. PKK’nın bugün sivil siyaset alanına girmesinin belki de dönüm noktası oldu çünkü o cenaze töreniyle birlikte o güne kadar kendilerini açığa vurmayan gruplar, PKK şehirlerde daha hissedilebilir hale geldi.
Faili meçhullerin ilki değil ama önemli bir sembol ismi oldu. 14 ay sonda da Musa Anter’i öldürdüler ama daha aleni yaptılar, kaçırmak yerine açıkça bir otelden alıp, götürüp öldürdüler. Ve pek çok insanın, Gündem gazetesi çalışanları, HEP üyeleri, Kürt dünyasından siyasi düşünceye sahip ama herhangi bir örgüte aidiyet hissetmeyen insanların katledildiği bir süreç başladı. Vedat Aydın’ın ölümü bir dönüm noktası olmuştu. 1980 Eylül’ünden itibaren süre gelen bir hadiseydi elbet ama 1991’le birlikte müthiş bir ivme kazandı. Bu arada devlet, eskiden olduğu gibi herhangi bir siyasi hassasiyeti dikkate almadan, o an ne uygun görüldüyse onu yaptılar ve herhangi bir hesap sorulamadı. Vedat’ın katilleri de hala ortaya çıkarılamadı.
O zaman bölgede OHAL valisi olan Hayri Kozakçıoğlu olayın arka planında olan bitenden en fazla bilgi sahibi olan insandı. Cenaze töreninden bir gün sonra kendisini ziyaret eden bazı parlamenter arkadaşlarımıza, görünürde kendisine bağlı olması gereken güçleri kontrol edemediğini itiraf etmişti. Yasal anlamda bölgede devletin en yüksek amiriydi ama kendi altında açıkça örgütlenen bir yapıyı kontrol edemiyordu. Yani sokaktaki insan JİTEM’i biliyordu ama o resmen bilemiyordu.
O cenaze töreninde de yeniden bir ders verilmek istendi Kürtlere. Tören hüsranla sona erdi. HEP’in yöneticisi olan bazı arkadaşların o cenaze töreninin yeterince hassasiyetle yönetemediklerini söyleyeyim. Bir kontrolsüzlük vardı, cenazenin nereye defnedileceği belli değildi, devlet kontrolünde verilen yollardan yürüdük, kıskaçtaydık. Bir gerginlik durumunda 77 1 Mayıs’ındaki gibi panik hali yaşanması muhtemeldi. Nitekim surlardan atlayan, düşen insanlar oldu. İyi organize edilemeyen bir tören de vardı.
Mater: Kürtleri korkusuzca anlatan ilklerdendi
Vedat Aydın Kürtçe konuşuyor, avukat Ahmet Zeki Okçuoğlu Türkçeye çeviriyor. İnsan Hakları Derneği genel kurulundayız, Ankara’da, Ekim 1990… Az sonra, kürsüde konuşmalar birbirine karışıyor, polis geliyor. İHD Diyarbakır Şubesi Başkanı Aydın susturuluyor. Kürtçe konuşmak yasak!
Muhtemelen Aydın’ı ilk görüşüm. Sonrasında birkaç kez görüştüm Diyarbakır’da ve telefonda. Tane tane, yeterince anlaşılmak için parantezler aça aça konuşması, aralardaki buruk gülüşü aklımda. Aydın Kürtleri, ihlalleri, tarihlerini korkusuzca, yorulmaksızın anlatanlar ilklerden biriydi. Belki de bu nedenle cansız bedeninin Elazığ Maden yolunda bulunduğu haberini duyduğumda kabul edemediğimi ama şaşırmadığımı hatırlıyorum şimdi.
O gün Kürdistan, Aydın’ı ‘Şehit Namırın!’ sloganları eşliğinde uğurluyordu; barışçıl, hüzünlü ve öfkeli. Biz gazeteciler basın otobüsünün üstünde fotoğraf çekiyor, ses kaydediyor, notlar alıyorduk mezarlık yolunda. Mardin Kapı karakolunun önüne geldiğimizde birden on binler ateş altında kaldı. Kendimizi nasıl otobüsün içine attık, nasıl mezarlığa vardık hatırlayamıyorum bile.
Mezarlıktan erken ayrıldık, haberlerimizi geçmemiz gerekiyordu. Biz ayrıldıktan sonra polis kitleye, özellikle gazetecilere saldırıyor. Birkaç yıl sonra Güney Kürdistan’da öldürülen Almanyalı gazeteci Lizzy Schmit ve o sıra haftalık Ülke gazetesi muhabirliğini yapan Leyla Zana’yı hatırlıyorum. Polis her ikisine de elbiselerini de parçalayarak saldırmıştı. Akşam saatlerini ve sonraki günü hastanelerde geçirdik, yaralılarla ilgili bilgi almak ve insanlarla konuşmak için. Aslında ne insanlar pek konuştular ne de hekimler. Kürtler hastanede, gözaltında, morgda, ya da evlerinde basılma/götürülme korkusuyla bekliyorlardı.
İlk kez Vedat Aydın’ı uğurlarken böylesi bir gazeteciliğin –Kürt olmamanın diye de okuyabilirsiniz- ağırlığını taşıyamayacağımı hissettim. Ayırım çok netti; biz gece nispeten güvenli otelimize döndük, yayınlanıp yayımlanacağını ya da nasıl yayımlanacağını bilmediğimiz haberlerimiz geçtik, o gün yaşadıklarımızı birbirimize anlattık, uyuduk. Medya ise Vedat Aydın’ın katline kadar neyi nasıl haberleştireceğini/haberleştirmeyeceğini çoktan öğrenmişti. Gezi’de de gördük ya.
Reikko: Tüm şehir ayaktaydı
İnanılmaz büyük bir kortej vardı, tüm Diyarbakır şehri Vedat Aydın’ı son yolculuğuna uğurlamak için ayaktaydı. Çok etkileyiciydi. Biz, gazeteciler, daha iyi görüntü yakalayabilmek için kameralarımızla bir otobüsün üzerindeydik. Hatırladığım kadarıyla bazı küçük çocuklar güvenlik güçlerine taş atıyorlardı, bunun dışında sakin ve şiddetsiz bir törendi. Aniden insanlara ve bulunduğumuz otobüse doğru ateş açıldı ve araca sığınmak zorunda kaldık.
Yarman: Sevgili Vedat’ı kim vurdu, siz karar verin
Yıl 1991. Parti liderimiz, Tolga hocalarını Diyarbakır, Siirt, Kozluk, Batman, Silopi, buralarda bölgeyi gözlemlemeye davet ettilerdi. 1991 SHP kurultay öncesiydi. SHP İstanbul İl Yönetimindeydi. Kalktım, memnuniyetle gittim. Kurultay öncesi gerçekleri yerinde tespit etmem bana yaraşan davranış olacaktı. Diyarbakır’da partililer karşıladılar. Hiç unutmam baş tacı ettiler. Misafir ettiler, demeye kalmadı feci haber geldi. Daha önce SHP’de olup partiden ayrılmış HEP’e katılmış, ve HEP Diyarbakır İl Başkanı olmuş değerli Vedat Aydın vurularak öldürülmüştü. Hazindi. Çocuklar, beni rahmetli Vedat Aydın’ın naaşının alınıp defin için yolcu edileceği mevkiye davet ettiler. Mütereddittiler. Ama ben hiç tereddüt etmedim. Tabii görev sayarım, dedim.
O gün Diyarbakır kalabalıktan geçilmiyordu. Çocukların güvenlik görevlilerinin gözlerinin içine baka baka “Biji PKK” diye bağırdıklarını, hiç unutamam. Buna karşılık, güvenlik görevlileri elleri kolları bağlı kalıyorlardı. Gördüğüm bu manzarayı, kurultayda muhakkak telaffuz etmeliydim. Bana siyasi faturası ne olursa olsun, bu bir görevdi. Öyle de yaptım.
Rahmetli Vedat Aydın’ın naaşının alınacağı Elazığ sınırındaki ovaya yönlendik. Ova, hınca hınç insan doluydu. Partililerimiz “hocam görüyorsunuz değil mi” dediler. Evet, görüyordum. Ve gördüklerimi bir bilim insanının namusu gereği söylenilmesi gerektiğini düşündüm, her yerde telaffuz etmeliydim. Öyle de yapageldim.
Bu anlattıklarım ne kadar varisse aynı zamanda Ankara’nın yıllar boyunca sergilediği kıyamet kadar ve vebal ve basiret özrü ne kadar yadsınamaz ise, bölgede çekiç güç zemininden başlayarak yabancı şer odakların cirit attığı da o kadar varittir.
İçerde vasat vardı ve Ankara bu vasatı maalesef alabildiğine azdırıyordu. Ancak söz konusu vasat bir o kadar dış güçler tarafından acımasızca kaşınıyordu. Bölgede insan haklarından, demokrasi noksanından haklı olarak bahsedenlerin ağızlarına tek kelime de olsun petrolün, bölgedeki enerji savaşlarının, Irak’ta son 10 yılda yüzbinlerce insanın telef olduğunu almamalarına şaşırdığımı, hatta buna giderek öfkelendiğimi söylemeden edemeyeceğim. Sevgili Vedat Aydın’ı kim vurdu, anlatageldiğim resme bakarak siz de karar verebilirsiniz.
Vedat Aydın kimdir?
Vedat Aydın, 1953 yılında Diyarbakır’ın Bismil ilçesine bağlı Kürthacı köyünde dünyaya geldi. 1979′da Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nden mezun oldu. 12 Eylül askeri darbe döneminde tutuklanıp dört yıl hapis yattı.
Savaşın şiddetlenmesi ve halk üzerindeki baskıların artması üzerine bir grup Kürt aydını ile birlikte İnsan Hakları Derneği’ni kurmak için çalışma başlattı. 1990’da İHD Diyarbakır İl Başkanı oldu. 28 Ekim 1990'da İHD Genel Kurulu’nda konuşmasını Kürtçe yaptığı için tutuklandı. Duruşmada Türkçe konuşmayı reddetti, iki ay sonra beraat etti.
1991 yılı haziran ayında yapılan Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır İl Kongresi’nde başkanlığa seçilen Aydın, 5 Temmuz’da evinden gözaltına alındı, 7 Temmuz’da cesedi bulundu. (ÇT)