Yazının Kürtçesi / İngilizcesi için tıklayın
"Dikkat Dikkat! Ey İnsanlık, kemerlerini bağla! Hayatta kalman için âcilen 'karbonsuz ekonomi'ye geçiş yapman gerekmektedir! Bu sana yapılan son çağrıdır!"
Bir uçak yolculuğu esnasında pilotun böyle bir anons yapması olsa olsa kahkahalara yol açar. Oysa kitapları dünya çapında okunan ve sevilen bir edebiyatçının maceralarla dolu romanlarını soluk soluğa sürükleyen sağlam bir karakterin ağzından aynı sözleri duymak, okurları etkileyebilir.
Çünkü canlılar âleminde Homo sapiens olarak sınıflandırılan insan, aynı zamanda hikâye edebilen tek canlı olarak da bir Homo narrans'tır. Bu nedenle hikâye edilerek anlatılanı daha kolay öğrenir çünkü hayal edebilmek, herhangi bir hikâyenin içine girip, empati yapabilmek gibi sihirli bir yeteneği vardır.
Edebiyatçının rolü
Yine aynı nedenle bütün kutsal kitaplar kısa hikâyeler, kıssadan hisseler ile akıl verir. O halde şu soruyu sormanın şimdi tam zamanı: İçinde yaşadığımız iklim krizinde edebiyatçının bir "ekoeleştirel sorumluluğu" (ecocritical responsibility) var mıdır?
Başka bir deyişle, iklim kriziyle ilgili olarak edebiyatçılara bir sorumluluk düşüyor mu? Ünlü çevreci eleştirmen Scott Slovic'e göre: evet! *
"Bu [iklim krizi] günlerinde edebiyatın, zeki olup da dünyanın başına gelenlerle ilgilenmeyen 'sorumsuz' eleştirmenler eğlensin diye yaratılmış entelektüel bir oyuncaktan çok daha fazla bir şeyler olduğunu, her zamankinden çok düşünüyorum. Bir çalışma alanı olarak edebiyat ve edebiyatın kendisi, en temel düzeyde, insanın değerleri ve davranışlarıyla ilgilidir" diyor, Scott Slovic.
Türkiye'nin ilk tabiat yazarı
Bazıları bunu yüzyıl önce düşünüyordu. 1928 yılında genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yetenekli gençleri eğitim için Batı üniversitelerine burslu olarak yolluyordu.
Bunlar arasında Karamanlı zeki bir delikanlı, Bonn Üniversitesi'ne botanik doktorası yapmaya gitti. O delikanlı daha sonra yurda dönüp, Ankara Fen Fakültesi'nin kuruluşuna katkı veren, orada 'bitki sosyolojisi' alanını açan ve ANK Herbaryumu'nu kuran Prof. Hikmet Birand'dır.
Bence onun en önemli eseriyse, kendisini Türkiye'nin ilk tabiat yazarlarından biri yapan 1957 ve1972'de "tabiatın DA hakları olduğunu hatırlatan ve koruyan" iki kitabıdır: "Anadolu Manzaraları" ve "Alıç Ağacı ile Sohbetler".
Hikmet Birand, Ankara, Dikmen'de bir alıç ağacıyla kurduğu yakın dostluk sonucu okura, insan-dışı canlıların kişilik kazanarak dile gelmesi halinde bu gezegende yaşamın devamlılığı için onların tabiatın (ekolojik) döngüsünde insandan daha fazla önemi ve hakları olduğunu hatırlatır. İşte bu nedenle o kitaplar, bizim öncül yazılı (deneme türü) iklim-kurgu eserlerimiz, kültürel hazinemizdir.
Bu kadarla kalmaz elbette. 1945'lerden başlayarak edebiyatımızın önemli yazarları tabiatın; deniz, dere, sel, dağ, tarla, çiftlik, toprak, hava, gök, yağmur, kuraklık şeklinde bizzat yer aldığı ve kişilik kazandığı eserler yazdılar.
20'nci yüzyılda yazılanlar arasında ilk aklıma gelenler şunlar: Halikarnas Balıkçısı'nın "Aganta Burina Burinata (1945), Sait Faik öyküleri, Yaşar Kemal'in 1978 romanları: "Deniz Küstü", "Kuşlar da Gitti", Necati Cumali'nın "Susuz Yaz" (1960), Fakir Baykurt'un "Kaplumbağalar" (1980), Latife Tekin'in "Berci Kristin Çöp Masalları" (1984) ve benim "İki Yeşil Susamuru" (1991).
Dünyada iz bırakanlar
Dünya Edebiyatı'nda iz bırakan öncü tabiat yazarlarına ve natüralistlere baktığımızda karşımıza felsefecilerin de çıktığını görürüz. Edebiyatçıların çoğunlukla yaptığı(mız) gibi, öteki insanlar adına sorgulamak ve konuşmak yerine, bize sessizmiş duygusu veren ama aslında kendi dillerinde hepsi birbiriyle iletişim kuran, yardımlaşan bitkiler ve hayvanlar dünyasına dil olup, onları anlatan yazarlar...
İnsanın doğanın efendisi değil, sadece bir parçası olduğunu hatırlayıp, bu gerçeği kavramış hikâyecilerin yazılı anlatıları... Meraklılarının aklına hemen gelen birkaç öncü yazar arasında özellikle meşhur "Walden" eseri ve politik "sivil itaatsizlik" kavramıyla tanınan Henry David Thoreau, John Muir, "Toprak Etiği"nin babası Aldo Leopold, Henry Beston, modern çevre hareketinin annesi "Sessiz Bahar"ın yazarı Rachel Carson ve Edvard Abbey, kendileri bizzat birer Tabiat Ana olan Ursula Le Guin ve Margaret Atwood ile son dönemdeki romanlarıyla biyolog-yazar Barbara Kingsolver olacaktır.
Gökteki yıldızlara ilk ad verenler
Burada andığımız ve anmaya yer bulamadığımız bütün bu değerli yerli ve yabancı yazar, düşünür ve bilimcilerden çok çok daha önce insanlığın henüz tabiata efendilik taslamadan, onun bir parçası olduğunu kabullendiği ve uyum içinde yaşadığı binlerce yılı sözlü anlatan, buna dair hikâyeleri o zamanlar toprak tabletlere yazan ninelerimiz ve dedelerimiz elbette mevcuttu.
Monoteizmden önceki çağlarda ilk çevrecilerin, ilk iklim kurgucuların, aslında destanları ve mitleri -büyük olasılıkla ateş başında- hikâye eden Pagan ata-dede veya Şaman ata-ninelerimiz olduğunu düşünmek pekâlâ olası. Aslında onlar, "gökteki yıldızlara da ilk ad verenlerdi." **
İnsanlığın tek tanrılı dinlerden önceki çok uzun çağlar boyunca Pagan veya Şaman olarak tabiata taptığı yıllarda, tabiatın herhangi bir parçasını ihtiyacından fazla tüketmesi bu inançlara göre günah, ayıp ve yasaktı.
En önemlisi, her canlının tıpkı insan gibi ruhu ve canı olduğunu bilen Pagan veya Şamanlar, bir ağacı kesmenin veya yakmanın, bir hayvani kesmenin veya vurmanın onun canını tıpkı insanınki gibi yaktığını, acı çektirdiğini biliyor, şimdiki gibi açgözlülük yapmıyorlardı.
Hangimiz ilkel?
Kızılderililer (Amerikan yerlileri) ve Sibirya Şamanları ekili toprak üzerinde, sanki hamile kadın karnında yürürmüş gibi parmak uçlarına basarak, toprağa saygı gösterdiklerini hayranlıkla öğreniyoruz. Onlar hâlâ öyleler.
Ekonominin karbona bağımlı olmadığı o çağları ilkel olarak adlandıran insanlık, şimdi insan-dışı her canlıyı "cansız mal" gibi kesip, biçip, yakıp, delip, deşip, betona gömer ve işkence ederken kendine modern ve uygar sanıyor. Bugün, iklim-kurgu edebiyatın bize yeniden hatırlaması gereken en önemli konulardan biri de aslında uygarlığın ne olduğudur.
Post-modernist olmakla itham edilmek
İlk romanım, rengini o zamanki "Türkiye Yeşiller Partisi"den alan "İki Yeşil Susamuru, Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri" 1991'de yayımlandığında, aralarında benim de olduğum birkaç genç yazarın o sırada dünya edebiyatına hâkim olan "post-modern" akıma özendiğimize dair kötücül ve özensiz yazılar yayımlanmıştı.
Hâlbuki bu alegorik roman, 1980'lerde ülkemizdeki yeşil hareketin öncü temsilcilerinden Yeşiller Partisi'nin ve felsefesinin kurgu bir karakter üzerinden edebiyatımıza taşındığı eserlerdendi. -Bu arada şimdiki Yeşiller Partisi'ne nedense bir türlü resmen kurulma izni verilmiyor! - Üstelik, sayısal (fen) temelli bir eğitimden gelen bendeniz, post-modernizmin tam olarak ne olduğunu o günlerde henüz bilmiyordum.
Ben, o yıllarda bizzat içinde bulunduğum ekoloji, çevrebilim odaklı akademik alan hariç, pek ciddiye alınmayan çevre kirliliği ve çevre sorunlarının sağlıkla ilişkisi konularını ucundan, kenarından edebiyatta görünür kılmaya çalıştığım bir roman yazmıştım. Bunun post-modern olması yazarın yaşadığı çağla ilgili bir durumdu, planlı, programlı bir proje değildi.
Yirmi yıl sonra bugün
Bu romandan yirmi yıl kadar sonra asıl meselesi, aşırı tüketim ve güç hırsıyla gözü dönmüş insanlığın bu uğurda bir zamanlar tapacak kadar sevdiği tabiata ettiği büyük ihaneti anlatan ve Anadolu coğrafyasının dört farklı bölgesini mekân edinen bir roman dizisi yazmaya başladım.
2008'lerde başladığım ve sonuncusunu bu yıl (2021) yayımlayacağım "Tabiat Dörtlemesi"nin tam da insanın bencilce sürdürdüğü tüketim etkinlikleriyle dünyayı çok olumsuzca değiştirdiği ve bu nedenle içinde bulunduğumuz çağa Antroposen (jeolojik) dendiği yıllara denk gelmesi de yine planlı ve programlı bir proje değildi.
"Tabiat Dörtlemesi" romanları: Su, Toprak, Hava ve Ateş'e "iklim kurgu" adı verilmesi de tam bu yıllara denk düştü. Fakat yıllardır "toprak etiği" ve "ekoeleştiri" alanlarında çalışmış özellikle kadın akademisyenlerce bu romanlar sıcak karşılandı ve onların sayesinde Batı'da ekokritisizm ve/veya iklim- kurgu denilen bir alanda buldum kendimi.
İnsanlığa çağrı
Bu yine çağın yazar üzerindeki etkisi, yazarın özellikle tabiat ve ekolojiye duyduğu ilgiyle bağlantılıdır. Sözlerimi bir roman karakteri olan eczacı, bilge, otacı, Şaman Umay Nine'nin önemli uyarısıyla bitirmek isterim:
"Ey insankızı, ey insanoğlu! Sen tabiatın efendisi değil, sadece bir parçasısın. Kendi haddini ve tabiatın değerini bil. Şimdi nerede yaşıyorsan oradaki siyasetçileri ve zengin iş insanlarını âcilen karbonsuz ekonomiye ikna etmek ve ağacını, suyunu, havanı, toprağını korumak için mücadelene devam et! Bu mücadele artık bizim için bir varoluş meselesidir!"
* Scott Slovic, Going Away to Think, Çev: Ufuk Özdağ, "Doğa, Kültür, Edebiyat"- Ürün yayınları 2017, 2.baskı
** John Berger, Görme Biçimleri
(BU/DŞ)
İklim ve Dünya Değişirken Yazı Dizisi*
Başlarken: Hayatımız, biz yaşarken tarih oluyor! - Ömer Madra
1 / Küresel iklim politikasının dışında bir ülke: Türkiye - Ebru Voyvoda
2 / İklim değişimi, güvenlikçi politikalar ve hayaletler - Özdeş Özbay
3 / Türkiye'nin enerji politikası: Yurtta yerli, cihanda Mavi Vatan - Emre İşeri
4 / İklim krizi ve fosil yakıtların çocuk sağlığı üzerine etkisi - Çiğdem Çağlayan & Funda Gacal
5 / Güzel günler göreceğiz, termiksiz ve güneşli günler - Elif Ünal
6 / Ya kapitalizm ya gelecek - Tuna Emren
7 / İklim haberciliğinin üç ayağı: Bilim, politika ve toplumsal adalet - Ece Baykal Fide
8 / Bilimi, mücadeleyi ve sanatı bir araya getirmek - Yasemin Ülgen
9 / Temiz enerji mi yoksa ihanet mi? - Serkan Ocak
10 / Ekonomik büyümeye dur demenin zamanı - Fikret Adaman & Gökçe Yeniev
11 / İklim mültecileri kapımızı çaldığında - Mehmet Mücteba Göktaş
13 / İklim krizi kadınları, kadınlar iklim mücadelesini etkiliyor - Merve Özçelik
14 / Edebiyatta iklim-kurgu – Buket Uzuner
15 / Yangınlar çağında Dr. Faustus ve çocuklar- Ömer Madra
* Bu yazı dizisi Oslo Metropolitan Üniversitesi Gazetecililk ve Uluslararası Medya Merkezi OsloMet (Oslo Metropolitan University Journalism & Media International Center) mali desteği ile yayınlanmaktadır.