Çizim: Murat Başol (Tora Pekin konuşurken)
Gezi davasının Cuma günkü oturumunda Hakan Altınay'ın avukatı Tora Pekin savcı Edip Şahiner’in mütalaasına karşı savunma yaptı. Mahkeme başkanı Mesut Özdemir, Pekin'in konuşmasını keserek avukatlara bir saatlik süre verildiğini Pekin'in de bu süreyi aştığını söyledi.
Mahkeme Pekin'e 10 dakika daha süre tanındığını söylese de ilerleyen dakikalarda savunma yapan avukatın konuşması ilerleyen dakikalarda bir kez daha kesildi.
Pazartesi günü kararın çıktığı duruşmada ise Pekin’in kesilen, bölünen savunmasını bu kez Taksim Dayanışması bileşenlerinin avukatlarından Evren İşler yaptı. İşler Pekin'in savunmasının tamamını bu kez heyete "Dinlemenizi umuyoruz" diyerek okudu.
Pekin’in dosyadaki hukuksuzluklara vurgu yaptığı savunmasının bir bölümünü yayınlıyoruz:
Gezi Davasında İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi Osman Kavala'ya hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüsten ağırlaştırılmış müebbet, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi'ye ise bu suça yardımdan 18 yıl hapis cezası verdi. TIKLAYIN - Gezi'de karar: Kavala'ya ağırlaştırılmış müebbet, 7 kişiye 18 yıl hapis |
…Öncelikle evet bir kez daha savunma olarak bu dosyadaki dinleme ve fiziki takiplerin hukuka aykırı olduğunu ileri sürüyoruz. Bunun somut, elle tutulur nedenleri var.
--Dosyadaki 53 “iletişimin dinlenmesi kararı”nın 47’sini aynı iki hâkim vermiş: Terör örgütünden mahkûm ettiğiniz Süleyman Karaçöl ve Menekşe Uyar. Bu yüzde 90’lık oranın anlamı şu: Görevlendirme yapılırken, Adli Yargı Adalet Komisyonunun düzenlemiş olduğu nöbet listesine uyulmamış ve kararlar özellikle bu iki hâkime verdirilmiş.
--Bu hâkimler, iddianamede böyle bir suçlama olmadığı halde, buna ilişkin hiçbir kuvvetli şüphe olmamasına rağmen şüphelilerin tamamını “örgüt lideri” konumuna getirerek uzun süre dinleme imkanı elde etmişler, katalog suç engelini böyle aşmışlar.
--Kararlar o kadar soyut ki tek bir eylem isnat edilmeden, tek bir delil tartışması içermiyorlar.
--Müvekkille ilgili iki karar var. Tek bir kelimeyle “Gezi” geçmiyor bile. Hele ikinci kararda iş iyice şirazesinden çıkmış, iletişim dinlemesi talebi “haksız ekonomik çıkar sağlamak” olarak gösteriliyor. Var mı bu dosyada haksız çıkar sağlama suçlaması?
Dinlemeler CMK 135’in aradığı koşulların hiçbirini karşılamıyor. Bu yüzden de AY 38, CMK 206 ve 217 uyarınca bunlara delil değeri verilemez. Ezcümle bir suç örgütünün Anayasa ve yasaları çiğneyerek tezgahladığı bu sözde delilleri, bu dinlemeleri hiçbir biçimde kabul etmiyoruz
Buna karşılık görüyoruz ki iddianame, simyacıların değersiz madenleri altına çevirme çabaları gibi bir çabaya girişiyor ve bu hukuka aykırı dinlemelerden yararlanmaya çalışıyor. Savcılık makamının gizli formülü ile hukuka aykırı deliller “hukuka uygun delile dönüşebiliyorlar”. Formül gizli ama adını biliyoruz: “yeniden kıymetlendirme”.
Esas hakkında mütalaa ise simyacılığı bir adım ileri götürerek formülle ilgili bir ipucu veriyor. Şöyle diyor mütalaa, yine çok sıkıcı ama yine okumak zorundayım:
“İddianamemizin tanzim edildiği dönemde ve kovuşturma evresinde, sanıklar vekilleri ve bazı basın organlarında bu soruşturma evrakı ile ilgili olarak olayların yaşandığı dönemde devlet birimleri içerisine kanser hücresi gibi sızmış olan FETÖ/PDY silahlı terör örgütü militanı oldukları daha sonrasında tespit olunan şahıslar tarafından bu soruşturmanın başlatıldığı ve yönlendirildiği yönünde bir kısım iddialar ileri sürülmüşse de Cumhuriyet Başsavcılığımızın soruşturma safahatı sonunda soruşturmaya konu tüm delillerin ve özellikle de iletişimin tespitine yönelik kayıtların tamamının Cumhuriyet Başsavcılığımız talimatıyla İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü personelince yeniden incelemesinin yapılarak dosyanın tekemmül ettirildiği hususunun da izahı zaruret arz etmiştir.”
Bu upuzun cümleyi bölerek gidelim.
Bir: Devlete kanser gibi sızmış bir terör örgütünün militanları var,
İki: Savunma bu soruşturmayı daha sonra bu örgütün militanları olduğu ortaya çıkan kişilerin başlattığını ve yönlendirdiğini, soruşturma evrakını onların topladığını iddia ediyor,
Üç: Ama Başsavcılık soruşturmaya konu tüm delilleri, özellikle de iletişimin tespitine yönelik kayıtları polise yeniden incelettirdi ve dosya böyle tekemmül ettirildi.
Türkçesi şu “Her ne kadar bu soruşturmadaki delilleri terör örgütü militanları toplamışlarsa da polis bunları yeniden inceleyerek hukuka uygun delil haline getirdi.”
Yeniden kıymetlendirme ya da yeniden inceleme. Yani hukuka aykırı iletişimin tespiti sonucu elde edilen verileri, birkaç polis yeniden tape edince, bunlar hukuk uygun hale gelebiliyorlar. Savcılığın görüşü bu.
Burada öncelikle çok acıklı bulduğum bir duruma işaret etmek isterim. Dosyamızdaki iletişimin tespiti kararları o kadar çok yasağı ihlal ediyor ki; savcılık bunlar hukuka uygundur diyemiyor. Ne iddianamede ne mütalaada böyle bir iddia var. Ama tartışmadan olabildiği kadar kaçmak için “bunlar hukuka aykırı delillerdir” de diyemiyor. Onun yerine son derece utangaçça “böyle bir iddia varsa da” diye bir cümle kurabiliyor ancak.
Öncelikle savcılığın söylemekten kaçmaya çalıştığını onun adına söyleyelim: Savcılık Gezi Dosyasındaki iletişimin tespit edilmesi ve izleme suretiyle toplanan delillerin hukuka aykırı olduğu görüşündedir. Başka deyişle savcılık, soruşturma savcımız da duruşma savcımız da bu delillerin hukuka aykırı olduğunu kabul etmektedir. Bu konuda dosyada hiçbir kuşku yoktur.
Ama savcılık şunu iddia etmektedir: “Hukuka aykırı deliller simya yoluyla, yani yeniden kıymetlendirme formülüyle hukuka uygun hale getirilebilir. Biz de öyle yaptık.”
Peki gerçekten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının görüşü bu mu? Savcılık hukuka aykırı delillere istikrarlı olarak böyle mi yaklaşıyor? Hukuka aykırı delilleri yeniden kıymetlendirerek bunları hayata döndürüyor mu?
Bunu görmek için dosyamızdaki hukuka aykırı delillerle bire bir uyumlu iki dosyayı örnek göstereceğim. Ki tutanaklarda göreceksiniz 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ilk oturumunda savunma bunlardan birine değinmiş, üstadım Turgut Kazan bu dosyalardan birini açıklamıştı. Konu çok önemli olduğu için bu tartışmaya son duruşmada tekrar girmemiz gerekiyor.
Konunun önemini vurgulamak için de istinaf bozma kararını hatırlatmak isterim, istinaf yargıçları beraat kararını neredeyse sadece “hukuka aykırı delilleri niye kabul etmedin?” diyerek bozdu. O nedenle bundan sonra söyleyeceklerimin tamamı aynı zamanda istinaf mahkemesini de ilgilendiriyor.
Örnek göstereceğim dosyalar, dosyamızla sadece teorik bir ilgi içinde değil, çok sayıda doğrudan örtüşen yerler var: Dinlenenler aynı, dinleyenler aynı, suçlamalar aynı, yöntemler aynı, tarihler aynı... Tek bir şey farklı: savcılarımızın hukuka aykırı delillere ilişkin bakış açısı. İktidardan gelince başka iktidara yönelince başka. Akıl almaz, vicdana sığmaz bir çifte standart ve ikiyüzlülük. Sanki hukuk, Can Atalay’ın sorgusunda dediği gibi bir konserve açacağıymış gibi. İsyan etmemek mümkün değil gerçekten.
İlk dosya “Selam Tevhid Davası’ olarak biliniyor. Bunun 3.154 sayfalık iddianamesinin tamamını dosyaya sunmayacağım. Ama değindiğim sayfalarının örneklerini vereceğim. Bu arada bu dosyada birazdan adlarını anacağım yargıçlar hakkında mahkûmiyet kararı verildiğini de basından öğrendik.
Nedir Selam Tevhid Davası’nın dosyamıza örnek oluşturan özelliği?
Bu dosyanın özelliği tam da bu dosyadaki dinleme kararlarını veren Süleyman Karaçöl ve Menekşe Uyar’ı terör örgütü üyeliğinden yargılayıp mahkûm etmesi. Yani EHM’nin mahcup bir şekilde söylediği gibi “savunma dinlemelerle ilgili bir kısım iddialar ileri sürmüyor.” Tam tersine bizzat SİZ o iddiaları ciddiye alıp dava açtınız ve mahkûm ettiniz bu dosyada dinleme kararı veren yargıçları. Hem de hangi suçlamayla biliyor musunuz? Bu şekilde yüzlerce hukuka aykırı iletişimin tespiti karar verdikleri için.
Menekşe ve Süleyman’ı Ankara’da hukuksuz dinleme yapmaları nedeniyle terör örgütü üyeliğinden mahkûm edecek, tutuklayacaksınız. O suçun mağduru olarak da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı göstereceksiniz. Sonra İstanbul’da onların bu suç faaliyetlerine dayanarak bize dava açacak, ağırlaştırılmış müebbet isteyeceksiniz.
Başkente paralel bir hukuk düzeni mi var İstanbul’da? Bu yapılanın başka bir anlamı var mı?
Savcılık bunu iddia ediyor öncelikle. Türkiye’de 2022 itibarıyla iki hukuk düzeni var çünkü:
Bir tanesi yasada yazıyor Ankara’da uygulanıyor, öbürü yasada yok, savcılığın dünya görüşünden ibaret, burada onu uyguluyorsunuz.
Paralel yargılamayı Paralel Devlet Yapılanması adını verdiğiniz örgüt mensubu savcılar yaptığı zaman da reddediyorduk, siz yaptığınızda da reddediyoruz.
İkinci dosya galiba daha vahim. İsimler, olaylar, zamanlar iyice üst üste biniyor. Dolayısıyla çelişkiler, çifte standart, ikiyüzlülük iyice tahammül edilemez hale geliyor.
Dosyamızın adı “25 Aralık”. Evet, 17-25 Aralık soruşturmaları adıyla bilinen dosyada, savcılar görevden alındıktan, tutuklandıktan ya da firar ettikten sonra verilen Takipsizlik kararına bakacağız. Bu salondaki hukukçular olarak hayatımızın geri kalanında bir daha bu kadar ayrıntılı bir hukuka aykırı delil tartışması yapan ve neticede hukuka aykırı delili asla kabul etmeyen bir savcılık kararı okur muyuz, bilmiyorum. 141 sayfa, bir örneğini sunacağım. Hem sizin hem istinaf mahkemesi yargıçlarının baştan sona satır satır okuyacağınızı umarım. Gerçekten emsalsiz bir karar.
Bakın şöyle diyor tam da Menekşe’yle Süleyman’ın, tam da 2013’te yaptırdığı, tam da 25 Aralık 2013’te sona erdirdiği, tam da bire bir aynı gerekçelerle -yani hiçbir delil göstermeden örgüt yöneticisi olma suçunun- araştırılması için verdiği kararlarla ilgili. Tam ama. Ne bir eksik ne bir fazla. Bir farklılık var tabii onu en sonda söyleyeceğim. Evet şöyle diyor bu karar, uzunca bir alıntı yapmak zorundayım. Ama o kadar iyi yazılmış ki sıkılmayacağınızı umuyorum:
--Yasaya göre başka türlü delil elde etme imkânı yok ise iletişimin tespiti yoluna başvurabileceğinin düzenlendiği. Anayasal bir hak olan iletişim özgürlüğünün ancak çok gerekli olduğu hallerde yasal düzenlemeye uygun olarak hâkim kararıyla sınırlandırılabileceği evrensel bir hukuk kuralı olduğu için iletişimin tespiti yoluna çok sık başvurulmaması için kanunda sıkı denetim şartları getirildiği, hakim kararlarının gerekçeli olması gerektiği. Oysaki olayda emniyetin hiçbir gerekçe belirtmeksizin sadece bir kişiyi soruşturmaya dahil edip dinlemek istemesinin izni veren hakimler tarafından yeterli görüldüğü ve hiçbir inceleme yapılmaksızın iletişimin dinlenmesine dair kararlar verildiği,
--Soruşturmayı yürüten birimlerin bir kişinin suç şüphesi altında olduğunun anlaşılması karşısında hakkında delil toplamaya başlayabileceği; kamu imkanlarını kullanan soruşturma görevlilerinin kişilere pusu kurma hak ve görevinin olmadığı,
--... nöbetçi olan hakimler tarafından normal seyrinde bir soruşturma yapılsa idi alınamayacak olan iletişimin tespiti kararlarının hep aynı hakimlerden talep edilmek suretiyle şüphelilerin haberleşme hürriyetlerinin yasal olmayan yöntemlerle ihlal edildiği,
--Anayasa’nın 32. maddesine göre “kanuna aykırı elde edilmiş bulgular delil olarak kabul edilemez. Anayasa ‘delil’ kavramına yer vermeksizin hukuka aykırı elde edilen delilleri ‘hukuka aykırı bulgu’ olarak nitelendirmiş ve bunların hiçbir şekilde ‘delil’ olarak kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir. CMK’nın 206. maddesine göre ‘ortaya konulması istenen bir delil kanuna aykırı elde edilmişse reddolunur. Aynı kanunun 217. maddesine göre ‘yüklenen bir suç hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delil ile ispat edilebilir.”
--Bu hükümlerden de açıkça anlaşılacağı üzere kanun koyucu, mutlak-nispi delil yasağına yer vermeksizin, bu ayrım ve benzer ayrımlara değinmeksizin, sübjektiflik taşıyan ve ‘hukuk devleti’ilkesinden sapan uygulamaların önüne geçebilmek amacıyla TARTIŞMASIZ düzenlemeler öngörmüştür.
--Yasal olarak elde edilmeyen delillerin hükme esas alınamayacağının kanunda düzenlenmesinin yanı sıra, hukukun temel ilkeleri arasında zehirli ağacın meyvelerinin de zehirli olacağı ilkesi gereğince yasal olmayan ses kayıtlarının kesinlikle delil olarak kullanılamayacağı,
Harikulâde değil mi? İstanbul Başsavcılığı bu dosyada hiç lafı edilmeyen, savcılarımızın asla ve asla ilgilenmediği ilke ve kuralları nasıl güçlü biçimde ortaya koyuyor: Anayasa diyor, CMK diyor, savcı - yargıç pusu kuramaz, TARTIŞMASIZ düzenleme var diyor, zehirli ağaç diyor...
Alıntıya devam etmek zorundayım. Çünkü burası doğrudan beraat kararını bozan istinaf yargıçlarına ve savcı beye bir cevap niteliğinde. Ne diyordu istinaf mahkemesinin saygıdeğer yargıçları:
“Sanıklar savunmalarında bazı görüşmeleri kabul ettiler, bunları değerlendirmeden beraat veremezsin”
(“İddianame kapsamında olup sanıkların üzerine atılı suç fiillerinin delili olarak belirtilen iletişimin kaydedilmesi sonucunda elde edilen görüşme içerikleri ile ilgili olarak duruşmalarda savunmalarına yansıyan ve bu görüşme içerikleri ile fiziki takip tutanaklarını kabul eder nitelikteki beyanlarının hükmün gerekçesinde değerlendirilmemesi,”)
Savcı bey ne diyor: “Yeniden kıymetlendirme, yeniden değerlendirme.”
Bakın bu sözde ve uydurma gerekçelere karşı başsavcılığınız ne diyor?
--Hukuka aykırı olarak elde edilen iletişimin tespiti verileri tek başına delil olarak kullanılamayacağı gibi, şüphelinin soruşturma aşamasında ifadesi alınırken hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen telefon ve ortam dinleme kayıtları hakkında, beyanı alınırken sorulan hususlara cevap verse dahi varsa lehine delillerin kullanılması, hukuka aykırı delilleri kabul ettiği anlamına gelmez. Yani kişiye hukuka aykırı yollarla elde edilen telefon konuşmaları sorulduğunda, kişinin bu sorulara cevap vermesi hiçbir şekilde hukuka aykırı delilleri kabul ettiği anlamına gelmez. Bu bakımdan kişinin hukuka aykırı delillere dayalı olarak sorulara cevap vermesi dahi Anayasa’nın 38, CMK 206, 217 ve 230’un açık hükümleri karşısında hukuka aykırı telefon konuşmalarının soruşturmada kullanılabilmelerine gerekçe oluşturmaz. Kamu otoritesinin yaptığı bu yanlışlık ancak şüpheli veya SANIK lehine kullanılabilir, aleyhine kullanılamaz...
Cevap vermek kabul anlamına gelir mi gelmez mi? Başsavcılığınız gelmez diyor, istinaf mahkemesi gelir, diyor anladığımız kadarıyla. Kime inanalım? İstinaf mahkemesine mi, Başsavcılığınıza mı? Hukuk ne zaman çalışıyor, ne zaman çalışmıyor, var mı bir kıstasınız? Elbette somut, elle tutulur bir kıstasınız var, hukuki değil ama var, geleceğim birazdan.
Ama önce 25 Aralık Takipsizlik kararıyla işimizi bitirelim. Başsavcılığınız devam ediyor, soruşturma aşamasında dinleme için zorunlu katalog suçlar arasında yer alan bir suçun sonradan katalog dışı kalması halini de tartışıyor ve diyor ki:
--Bir suç katalog dışı kalırsa artık kovuşturma aşamasında iletişimin dinlenmesi yoluyla elde edilen delilerin hukuka uygunluğu ve ceza yargılamasında kullanılabilirliğinden bahsedilemez.
Başsavcılık kararını güçlendirmek için temel ilkeleri de anıyor kararında, “Ceza Muhakemesi Hukukunun insan haklarına ilişkin temel ilkeleri vardır.”
Büyük harflerle yazmış Başsavcılık bunları: HUKUK DEVLETİ, İNSAN ŞEREF VE HAYSİYETİNE SAYGI, MERAM ANLATMA İLKESİ, BAĞIMSIZ VE TARAFSIZ HÂKİM İLKESİ, ŞÜPHEDEN SANIK YARGILANIR.
--Ceza Muhakemesi Hukuku ilkeleri herkese bir gün lazım olabilecek temel ilkelerdir. Soruşturmacı delil toplarken baştan kendisi hukuka bağlı kalmalı, kanunsuz delil toplamamalıdır. Devlet suçluyu takip eder, ortada suç yokken pusuya yatıp suç üretmez varsa suçu önleme imkânı, suçu önler...
Başsavcılığınız bu tespitlerini ayrıntılarıyla açıkladıktan sonra Netice ve Kanaat başlığı altında temize çekmiş. Şöyle diyor orada her bir referansın altını uzun uzun doldurarak:
--Anayasaya göre... İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine göre... Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre... Yargıtay’ın istikrar kazanmış kararlarına göre... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına göre...
Bu düzenlemeleri, temel ilkeleri ve örnek kararları sıraladıktan sonra da şu karar varıyor:
--Dosyamızda Adli Yargı Adalet Komisyonunun düzenlemiş olduğu nöbet listesine uyulmaksızın, bütün kararların aynı hakim tarafından imza edildiği, kanunda açıkça istisna tutulduğu halde, örgüt suçlarında örgüt üyeliğinden ve yardım etmekten dolayı dinleme yapılamayacağı halde bütün şüphelilerin örgüt lideri konumuna getirilerek uzun süre dinleme imkanı elde edildiği... diyor ve bu delillerin hepsini reddediyor.
Ve ekliyor Başsavcılığınız:
--Yargılama usulleri saptırılarak, ihlal edilerek, görmezden gelinerek ‘hukuk devleti ilkesi’ korunamaz. Hukukun evrensel ilke ve esaslarının içinin boşaltılmadan, maddi hakikatin üstü örülmeden ‘herkes için adalet’ anlayışına dayalı eşit, süratli ve dürüst yargılama yapmak hukuk devletinin en temel vazifesidir.
--Hukuk kurallarına, baştan soruşturmayı yapan hakim ve savcıların sıkı şekilde riayet etmesi gerekmektedir. İnsanların adalet limanından başka sığınacakları bir liman yoktur. Bu husus yargıya olan güvenin tesis edilmesi açısından önemlidir.
Alıntılar bitti. Kim veriyor kararı; Cumhuriyet savcıları İrfan Fidan, İsmail Uçar ve Fuzuli Aydoğdu.
İrfan Fidan, yani Gezi İddianamesini onaylayan savcı. 2014’te bunları söylüyor. 2019’da Gezi İddianamesini onaylıyor.
Bir daha üstünden geçelim, hafifsenecek bir konu değil bu; istinaf yargıçlarının tek bozma sebebiyle ilgili konuşuyoruz.
İstanbul C. Başsavcılığının önüne 2014’te iki dosya geliyor. Bu dosyalarda, aynı adliyede, aynı zaman dilimi içinde, sonradan terör örgütü üyesi olduğu ortaya çıkan AYNI yargıçlar, aynı örgütten savcı ve polislerin hazırlayıp önlerine koydukları AYNI MATBU kararlara imza atıyorlar. Bu kararların gerekçeleri ve alınma yöntemleri AYNI. HERKES hiçbir delil göstermeden, hiçbir gerekçelendirme yapılmadan “örgüt yöneticisi” olarak suçlanıyor ve böylece usulsüz dinlemeler 6 aya kadar uzatılabiliyor.
İstanbul C. Başsavcılığı iki dosyaya bakıyor, ikisine de yaklaşık aynı günlerde yeni soruşturma numaraları veriyor.
Birinde tarihinin en müthiş kararlarından birini vererek bu delillerin hukuka aykırı olduğuna, bunların asla, tekrar ediyorum ASLA delil olarak değerlendirilemeyeceğine karar veriyor. 25 Aralık KYOK kararı.
Yine aynı günlerde diğer dosyaya bakıyor, aynı nitelikteki delilleri, yani tıpatıp aynı hukuka aykırılıklarla sakatlanmış delilleri içeren dosyayı alıyor ve bunları polise havale edip nihayetinde hukuk tarihimizde görülmemiş bir kararla Yeniden Kıymetlendiriyor, asla delil olarak değerlendirilemez dediği delilleri, hukuki delil olarak değerlendirdiğini iddia ediyor.
Bu arada birbirine tamamen zıt, birbiriyle tamamen çelişen iki değerlendirmede de görev alan İrfan Fidan Anayasa Mahkemesi üyeliğiyle ödüllendiriliyor.
Peki nasıl oluyor? Bu kez Ankara - İstanbul farkı da yok. Aynı Başsavcılık aynı anda aynı konuda nasıl birbirine tamamen zıt iki ayrı karar alabiliyor? Nasıl iki dosyaya farklı hukuk uyguluyor?
Tabii ki bu sorunun cevabı için bakacağımız tek bir yer var, o hukuka aykırı deliller kime yönelmiş? Yani dosyaların şüphelileri kim? Şöyle bir tablo çıkıyor o zaman:
Adınız Berat Albayrak, İbrahim Kalın, Mustafa Varank’sa, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Anayasa, AİHS, AİHM kararları, CMK, Yargıtay kararları...
Değilse iki sözcük yetiyor: “yeniden kıymetlendirdik”
Adınız Mehmet Cengiz, Nihat Özdemir - Sezai Bacaksız, Cemal Kalyoncu - Ömer Faruk Kalyoncu, Celal Koloğlu, Adnan Çebi ise
“Mutlak delil yasaklarına aykırı deliller asla kabul edilemez”,
Değilse “yeniden incelemesinin yapılarak dosyanın tekemmül ettirilmesi”
Son söylediğim isimlerin tanıdık geldiğini umuyorum, rastgele seçmedim. Yani adınız Cengiz Holding, Limak Holding, Kalyon Grup, Kolin Holding, Makyol Grup’sa
“Adalet limanından başka sığınılacak liman yok”
Adınız Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Hakan Altınay’sa ağırlaştırılmış müebbet...
Öyle mi savcı bey? Öyle mi istinaf mahkemesinin saygıdeğer yargıçları? Öyle mi sayın başkan, sayın heyet?
Sadece suçlamaları değil, bize giydirmeye çalıştığınız bu deli gömleğini de bize dayattığınız paralel düzeni de kabul etmiyoruz. Ya adını saydıklarımızı da yargılarsınız ya da bu delillerin hukuka aykırı olduğunu kabul edersiniz. İkisi aynı anda olmaz. Birinde aklama diğerinde karalama yapamazsınız.
Başkanın tüm adamları söz konusu olunca adalet, diğer herkese adaletsizlik dağıtamazsınız. Doğrusu bellidir, hukuka aykırı delile dayanılarak karar verilemez. Ama aksi görüşteyseniz en azından eşit davranmak zorundasınız.
İstinaf mahkemesi beraat kararını veren 30. ACM’den gerekçe istiyordu. Gerekçe çok açıktır. Eğer bir bu ülkede tek bir hukuk düzeni varsa, paralel hukuk düzeninin gerçekten sona erdiğini ileri sürüyorsanız, 25 Aralık takipsizlik kararındaki gerekçelerle bu delilleri reddedersiniz.
Kemal Gözler Hocamızdan ilhamla söylüyorum: Sizden ve istinaf mahkemesinden; öncelikle Hukukun ve ahlakın BİRİNCİ ilkesine göre davranmanızı yani kendi koyduğunuz kurala uymanızı talep ediyoruz.
(HA)