Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümünde öğretim üyesi Prof. Dr. İ. Kuban Altınel'in Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davada esas hakkındaki mütalaaya ilişkin beyanını yayınlıyoruz.
(Altınel beyanını 31 Ekim'de görülecek karar duruşmasında sunacaktı. Ancak mahkemenin 19 Eylül'de, açık duruşma görmeden hakkında beraat kararı verdiğini öğrendi.)
Sayın Yargılama Kurulu,
19 Nisan 2018 tarihinde başlayan yargılanma sürecimin sonuna geldik. Bu da tüm Barış Akademisyenlerininkiler gibi haksızdı, yanlıştı, anlamsızdı. Düşünsenize, iddianameyi imzalayan Cumhuriyet Savcısı İsmet Bozkurt, FETÖ üyelerinden özgür kalmaları karşılığında rüşvet aldığı suçlamasıyla 17 Mart 2019’da açığa alındı. Balık ta baştan kokmuştu!
Anayasa Mahkemesi’nin 26 Temmuz 2019 tarihli kararıyla da bu doğrulandı. Bir endüstri mühendisi gözüyle bakınca sizlerin, bizlerin, görevlilerin iş güçleri, kilolarca kağıt, kilovatsaatlerce elektrik, metreküplerce doğal gaz, su, vs. geri dönülmez biçimde israf edildi, boşa harcandı. Bir de paha biçilmez bir kaynak, insan yaşamı...
“Ağaç kabuğu yememiz” önerisi ve “kanlarımızda duş alma” isteğiyle cesaretlenen karanlığın, aramızdan aldığı Mehmet Fatih Tıraş’ı ve işlerini yitirmelerine yol açtığı arkadaşlarımızın verdiği yaşama uğraşını unutmayacağım, unutmamalıyız...
Tüm bu geçen süre içerisinde ki karşılaşmalarımızda, katıldığımız tüm duruşmalarda, hem bana hem de avukatım ve yoldaşım İnayet Aksu’ya gösterdiğiniz nezaket için sizlere müteşekkirim.
Belki 2018’in başında yitirdiğimiz Emekli Albay Remzi Şirin, nam-ı diğer 12 – Mart döneminin Remzi Baba’sı, gibi bir yargıç, 1978’de kontrgerillayı sorguladığı için öldürülen Doğan Öz gibi bir savcı, Barış Akademisyenleri yargılamalarında tek beraat şerhini veren Mustafa Cemil Demir gibi bir üye olamadınız ama en azından diğer bazı ağır ceza mahkemeleri gibi, AYM’nin “beraat” kararını uygulamamak için bin dereden su getirmediniz, “Pişman mısın” türü anlamsız sorular sormadınız, duymaktan hoşlanmadığınız görüşler karşısında “Seni salondan atarım” türü kuru tehditler savurmadınız, “Ama Beşiktaş’ta boğazda oturup viski içmekle olmuyor. Bildiri yazmak yerine para toplayıp gönderin oradaki insanlara” gibi veciz sözler etmediniz, ilk duruşmada savunma yapmadan mütalaa verdirmeye kalkmadınız, TMK 7/2 uyarınca bile cezalandırmayı az bulacak kadar saldırganlaşmadınız.
28 Haziran 2018 tarihli beyanımda yönetmen Zeki Demirkubuz’un bir röportajında sinemayı “anlaşılmaya muhtaç bir konuyu, anlaşılmaya muhtaç bir meseleyi, insanların önüne koyma becerisi” olarak tanımladığından söz etmiş, aynı tanımın akademisyenlik için de geçerli olduğunu düşündüğümü belirttikten sonra eklemiştim:
“Yirmi sekiz yıllık akademisyenlik yaşamımda yapmaya çalıştığım tam da buydu. Barış Bildirisini imzalayarak anlaşılmaya muhtaç bir konu, bir sorun olan barışın ülkemdeki insanların önüne bir kez daha konmasına katkı sunduğuma inanıyorum.”
Anayasa Mahkemesi de Nihai Değerlendirmelerinin sekizincisinde (s. 33, 130 numara) biz Barış Akademisyenleri için “Başvurucuların imzaladığı bildirideki düşüncelerin toplumun büyük çoğunluğunun düşüncelerinden açıkça farklı olduğu ortadadır. Ancak tam da bu sebeple bu tür açıklamaların korunması noktasında daha hassas davranılması gerekir.
Çünkü bu tür müdahaleler kamuoyunun ülkede meydana gelen son derece önemli olaylar hakkındaki farklı bakış açılarının –onların büyük çoğunluğu için bu bakış açısının kabul edilmesi ne kadar zor olursa olsun- öğrenme hakkına ağır bir sınırlama getirmektedir” sonucuna vararak, az önce bir kez daha dillendirdiğim, Barış Bildirisi’ni imzalama eylemimdeki temel itkiyi doğrulamış oldu. Hani aklın yolu birdir derler ya!
***
Size, dünya mı güneşin çevresinde dönüyor, yoksa güneş mi dünyanın? diye sorsam “Hocam şakayı bırakın! Elbette dünya güneşin...“ dersiniz. Bunu Orta Çağ karanlığının sürdüğü 1600’lerin başında açıklayan, Pisa Üniversitesi Matematik Bölümü Başkanı bir akademisyen, bugün çok iyi bildiğimiz bir isim, Galieo Galilei...
O günün İtalya’sının karşıt görüşteki “egemeni”, Vatikan Yönetimi’nin gazabına uğrayan da... Vatikan, “Evrenin merkezi dünya değil güneştir ve dünya güneşin çevresinde dönmektedir” kuramını savunduğu için Engizisyon Mahkemesi’nde Galileo Galilei’yi yargılattırdı, kuramını yalanlattırttı ve cezalandırttı.
Özetle, Egemen Vatikan Yönetimi o gün için daha güçlüydü, ama Galileo Galilei de hiç kuşku yok, o gün bugündür haklı...
1127, sonradan eklenenleri de sayarsak 2211 Barış Bildirisi imzacısı akademisyenle birlikte barışı savundum, çünkü 2015’de devletin müdahalesinden sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da gerçekleşen, raporlarla da doğrulanan, insan hakları ihlallerinin insanlara verdiği zarardan rahatsız oldum.
Taybet Ana’nın öldürülmesine, 10 yaşındaki Cemile’nin cenazesinin derin dondurucuda saklanmak zorunda kalınmasına, Cizre bodrumlarında olanlara, Hacı Lokman Birlik’in gözleri oyulmuş ölü bedeninin bir polis aracına bağlanarak sürüklenmesine katlanamadım. Vicdanım ve yurdumun insanına duyduğum sorumluluk izleyici olarak kalmama izin vermedi.
Daha ne söyleyeyim? Bizi yargılatan “egemen” bizden daha güçlü olabilir, ama biz de haklıyız! Salvador Allende’nin 1973’ten seslendiği gibi “Tarih bizden yana ve tarihi haklılar yazar” Barışı savunmayı sürdüreceğim. Ezilenleri de...
***
Yargı makamlarının asli görevi yalnızca iddia makamlarını, devleti ve hükümeti savunmak, onların haklarını korumak değil, yurttaşların demokratik hak ve özgürlüklerini de savunmak ve korumaktır.
Bu nedenle Barış Bildirisi’ni imzalama eylemi bir suç değil, demokratik bir hak olarak değerlendirilmelidir. Beraatımı talep ediyorum. (KA/TP)