Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İç Mimarlık Bölümünden ayrılan Yrd. Doç. Dr. Gevher Gökçe'nin Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 25. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki ek beyanını yayınlıyoruz.
“Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalamış olmam nedeniyle, iddianamede bütün imzacılara atfedilen, Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2. Maddesi uyarınca “terör örgütü propagandası yapmak” suçuyla yargılamama başlanmış, ancak savcının böyle bir mütalaası olmamasına rağmen, 29 Kasım 2018 tarihinde görülen ilk duruşmamda, suçun vasfının değişmesi ihtimaline binaen, Türk Ceza Kanunu’nun 220/7. Maddesi uyarınca “örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme” suçuna karşı ek savunma hazırlamam istenmiştir.
Üzerime atılı suçun neye dayanılarak ağırlaştırıldığı konusunda herhangi bir fikrim olmadığı gibi, işlendiğine dair hiçbir delil bulunmayan ve bu durumda sanığın niyetinin sorgulanmasından ibaret olan böyle bir suçun işlenmediğinin nasıl kanıtlanabileceği de benim için muammadır.
Şahitlerin tanıklığına başvurulmayan bu gibi yargılamalarda, sanığın savunması ancak sözü olabilir. Oysa davamla ilgili süreçte tecrübe ettiğime göre, kanunlarımızda delili bulunmayan suçlamanın yok hükmünde olması beklenirken, sanığın sözü yok hükmünde sayılmaktadır.
Nitekim, Emniyet Müdürlüğü’nde vermiş olduğum ifadem iddianamede yok sayılmış ve böyle bir ek savunma istendiğine göre, belli ki ilk duruşmamdaki beyanım da dikkate değer bulunmamıştır. Söz konusu ithamlara karşı savunmam zaten dosyamda bulunmaktadır.
Bu nedenle, kendimi tekrarlamaktan kaçınmaya gayret ederek, birkaç hususu eklemekle yetineceğim.
Akademisyenlik de bütün diğer meslekler gibi -ne daha az, ne de daha fazla değerli- bir meslektir; dolayısıyla bu yargılamaların akademisyenlik üzerine yapılan vurgusu beni ilgilendirmiyor. Söz konusu bildiriyi, her şeyden önce bu ülkenin sıradan bir vatandaşı, bir torun, bir evlât ve bir anne olarak imzaladım.
Ben, babasının ve amcalarının başları Balkan Savaşları’nda, bir Kurban Bayramı’nda, camide kesilmiş, Yemen’de ve Çanakkale’de savaşmış bir gazinin ve aynı zamanda başkomiserin torunuyum.
Dedem çok korkunç şeyler görmüş, yaşamış, çok acı çekmiş bir insandı. Her Kurban Bayramı’nda, her 18 Mart’ta hatıraları canlanır, ağlardı. Yüreğinde kin ve öfke değil barış ve adalet özlemi vardı, evinde bile bir kere sesini yükselttiği duyulmamıştır. İzmir’in İşgalini ise bizzat tanık olan babaannemden dinledim.
Savaşın kazanan taraf için de ne kadar büyük bir travma olduğunu herkesten önce aile büyüklerimden öğrendim. Barıştan yana olmak öncelikle onların öğüdü, mirasıdır. Kimse beni bir terör örgütüne yardım etmekle itham edemeyeceği gibi, kimse bu ülke için kanını dökmüş insanlara saygısızlık ettiğimi ima bile etme hakkına sahip değildir; bu yalnızca ülkeme değil, aileme de ihanet olurdu.
Savaşın bütün taraflar ve bugün savaşa tanık olan gelecek kuşaklar adına yıkıcı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Dolayısıyla, bildiriyi yalnızca Doğu ve Güneydoğu illerimizde yaşayan sivil halkı ve özellikle de çocukları değil, aynı zamanda burada yürütülen çatışmalarda görev üstlenen askerlerimizi de koruma içgüdüsüyle imzaladım.
Eğer bu anonim bildiri metnine müdahale etme şansım olsaydı, bu gerçeğin de vurgulanması konusunda çaba harcar, hatta ülkenin içinde bulunduğu gerilimi göz önünde bulundurarak, metindeki bazı ifadelerin yumuşatılmasını da önerirdim.
Öte yandan, vatandaş olarak vicdanî sorumluluğumu dile getirebileceğim başka bir mecranın bulunmadığı bu koşullarda, bildirinin asıl talebi olan barışın inşa edilmesi, benim için bu metnin “eksiksiz” ya da “kusursuz” olmasından daha önemliydi.
Öte yandan, bugün yegâne suç delili olarak öne sürülen söz konusu bildiri, imzaya açıldığı süre içinde internette ve sosyal medyada serbestçe dolaşan, demek ki devlet tarafından dolaşmasında sakınca görülmeyen bir metindi.
Zaten bir süre öncesine kadar aynı iktidar tarafından yürütülmüş olan “Çözüm Süreci”ne dönülmesini talep etmekteydi ve hatta, sonrasında bu metindeki bazı talepler bizzat hükümet tarafından da hayata geçirildi. Bu koşullarda şimdi aynı metnin “suç delili” oluşunu anlayabilmem ve kabul edebilmem de mümkün değildir.
Ayrıca bu bildiri -Avukatımın tarafınıza ayrıntılı olarak sunacağı gibi- öncesinde yayımlanmış ve gene medyaya yansımasına, internette serbestçe dolaşmasına devlet tarafından izin verilmiş, siyasal partiler, meslek odaları, sendikalar, dernekler gibi ulusal ve insan hakları örgütleri gibi uluslararası kuruluşlar tarafından oluşturulmuş hak ihlâlleri raporlarına dayanmaktaydı, yani meşru kurum ve kuruluşların beyanına.
Bu durumda iddianamede ileri sürüldüğü gibi bu raporların müsebbibi imzacı akademisyenler değildir, aksine bu raporlar bildirinin dayanağıdır. Benim gibi, siyasetin içinde olmayan, yasal ya da yasadışı hiçbir örgütle ilişkisi bulunmayan ve aynı zamanda bizzat çatışma ortamına da tanık olmayan vatandaşların bilgi kaynakları sınırlıdır.
Bu kaynaklar herkesin malumudur ve herkese açıktır. Ve eğer bu kaynaklar yanlış ise bunu kanıtlamak da gene devletin takdirinde, sorumluluğunda ve gücünün sınırları dâhilindedir.
Bu bildirinin talebi, silahlı terör örgütünün değil, sivil halkın çatışma dışında tutulması ve hak ihlâlinde bulunanların devlet tarafından tespit edilerek yargılanmasıdır. Öte yandan, barışın inşa edilmesi ve operasyona gerek kalmaması kuşkusuz her yurttaşın umudu, dileğidir; benden de önce oğulları operasyonlarda görev alan anaların.
Bu durumda bugünün ve belki de geleceğin şehit analarını da yasadışı örgüt propagandası yapmaktan yargılamak mı gerekir? Barış talebi, PKK’dan değil, Türkiye Cumhuriyeti’nden yana bir duruşa işaret etmektedir. Bunun tersi bir bakış açısını anlamam ve kabul etmem de mümkün değildir.
Bir kez daha, sade Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak Anayasa’nın bana tanıdığı düşünce ve ifade özgürlüğü dâhilinde barış talebimi dile getirmek üzere -ve yalnızca Türkçe- bildiriye sanal imza vermiş olmamın dışında yaptığım iddia edilen hiçbir eyleme katılmadığımı ve üzerime atılı hiçbir niyeti taşımadığımı; kişi ya da örgüt, hayatım boyunca hiç kimseden talimat almadığımı ve bundan böyle de almamın ihtimal dâhilinde bulunmadığını; yasal ya da yasadışı hiçbir parti ya da oluşumun üyesi olmadığımı, hiyerarşik bir ilişki içinde bulunmadığımı; yasal ya da yasadışı hiçbir örgütün propagandasını yapmadığımı belirtir, yalnızca kendi adıma değil, aynı zamanda ülkemin adalet sistemi adına da beraatimi talep ederim. (GG/TP)