Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Bölümü'nden Yrd. Doç. Dr. Günizi Kartal'ın Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 36. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Terör örgütü propagandası yapmakla suçlanıyorum.
Bu cümleyi kurarken kendimi Beckett vari absürd tiyatro geleneğinden bir sahnede, Kafkaesk bir öyküde ya da bir bilimkurgu film karesinde gibi hissediyorum. Belki de Kurt Vonnegut tarzı bir fikir uçuşması?
Hiçbiri değil. İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi salonundayım. Üç yıl önce temel talebi barış olan bir bildiriye imza atmak suretiyle terör örgütü propagandası yapmakla suçlanıyorum.
Bugün burada benim için gerçekten kaydadeğer olan bir noktayı ifade ederek başlamak isterim sözüme.
Şu anda içinde bulunduğumuz salon da dahil olmak üzere Ağır Ceza Mahkemelerinin 18 salonunda 5 Aralık 2017 tarihinden itibaren anayasa hukuku, kamu hukuku, insan hakları, hak kuramları, adli tıp, halk sağlığı, patoloji, sosyal psikoloji, nöropsikoloji, bilgisayar bilimi, felsefe, sosyoloji, sinema, görsel sanatlar, iletişim, grafik tasarım, eğitim bilimleri, bilişsel bilim, çeviribilim, eleştiri kuramı ve burada sayamadığım çeşitli bilim dallarından akademisyen--profesörler, hocalarım, meslektaşlarım beyanda bulundu.
Şu anda durduğum noktayı bir nevi akademik kürsüye çevirdiler; tüm dinleyenler için başka hiçbir yerde bulunamayacak bir öğrenme deneyimi yarattılar. Onlarla aynı kürsüden söz söylüyor olmak benim için onurdur.
Sıradan bir hukuk düzeninde mahkeme heyetinden beklentim derhal beraattir. Sıradışı günlerden geçiyor olsak da talebim yine beraat olacak. Bunun Türkiye Cumhuriyeti anayasası ve kanunları çerçevesinde hukuki dayanağını avukatım ve diğer avukatlar 5 Aralık 2017’den beri defalarca anlattı, bugün de anlatacak.
Ben ise tarafıma tebliğ edilen iddianamede suç olduğu iddia edilen imzayı atmamda etmen olan noktalardan birkaçına değinmekle yetineceğim.
Ama önce kısaca değinmem gerekirse, yargılanan akademisyenler ve avukatları tarafından sayısız kez anlatıldığı gibi, iddianame bana isnat edilen suç ile somut olaydaki öğelerin özdeşliğini ortaya koymuyor, hukuki muhakeme ve gerekçelendirmeye başvurmuyor.
Örneğin, 1 kişinin talimatıyla 2212 akademisyenin imza attığını iddia ediyor; bu akıldışı iddiayı destekleyecek delil elbette sunamıyor. Bildirinin İngilizce versiyonunda bulunmayan bir sözcük sanki bulunuyormuşçasına varsayımlar ileri sürüyor. Falan filan.
Kısaca Barış Bildirisi olarak bilinen “Bu suça ortak olmayacağız” metnine imza attıkları için farklı ACM’lerde yargılanan akademisyenlerin uzmanlaştıkları bilim dalının yetkinliğiyle dile getirdikleri sebeplere ben de içtenlikle katılıyorum.
Benzer şekilde, benim suç olduğu iddia edilen imzayı atmamın nedeni 2015 yılının Temmuz – Aralık ayları arasında ülkemizde çok sayıda can kaybı ve kabul edilemez hak ihlaleri olması ve bu konuda yetkililerce önlem alınmamasıdır. Çocukların öldürülmesi, çocukların ve öğretmenlerin yaşadığı travmalar ve okulların içine düştüğü durumdur.
Bu dönemde yaşananlar sözünü ettiğim 6 aylık süreyle sınırlı kalmamış, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Dokümantasyon Merkezi'nin verilerine göre 16 Ağustos 2015 - 1 Kasım 2017 arasında Diyarbakır, Mardin, Hakkâri, Şırnak, Bitlis, Muş, Bingöl, Tunceli, Batman, Elazığ ve Siirt olmak üzere toplam 11 il ve 47 ilçede 268 sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir.
İlk sokağa çıkma yasağının ilan edildiği 16 Ağustos 2015 ile 20 Nisan 2016 arasında 338 sivil hayatını kaybetmiştir. Bu kişilerden 78’i çocuktu. Oysa yurttaşlarının yaşam hakkı devletin güvencesindedir.
32. ACM’de 16 Ekim 2019’daki duruşmasında Fatma Gök’ün de değindiği verilere göre bu dönemde Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Hakkâri, Muş, Batman ve Elazığ'da toplam 1556 okul kapatıldı. 27 Aralık 2015 tarihine kadar 6 aylık sürede bu illerde toplam 362 bin 12 öğrenci okula gidemedi.
Oysa ülkemiz anayasasında çocukların eğitimi devletin güvencesindedir. Yine aynı dönemde bu okullarda görev yapmakta olan ve etkilenen öğretmen sayısı 16 bin 797 'dir.
Bu rakamların basına yansıyan izlerinden bazıları Milli Eğitim Bakanlığı’nın gönderdiği telefon mesajı üzerine, ellerinde bavulları savaş alanından kaçar gibi endişeli öğretmenler, karargaha çevrilmiş okullar, sıraları devrilip kenara itilmiş sınıflar, ve bu sıraların asıl sahibi çocukların bir daha çekilemeyecek vesikalık fotoğraflarıdır.
Bende kalan izi ise ülkenin geri kalanı olarak, yaşananları seyrediyor olmamızın çaresizliği, ve tüm bu sayıları “sivil zaiyat” olarak kabul etmemizin doğal beklentisi..
33. ACM’de 21 Haziran 2018’de Zeynep Tül Akbal’ın incelikle ifade ettiği gibi Barış Bildirisine atılan bir imzanın sadece insani olduğunu --ne politik, ne de başka birşey-- ve fakat yaşananlar karşısında hiç olduğunu da eklemeliyim.
Sözümün son kısmında yine bu mahkeme salonunda Reyda Ergün’ün 19 Haziran 2018’deki beyanından bir alıntı yapmak isterim:
“Demokratik toplum, toplumun üyeleri bütünüyle türdeş olamayacağından toplumsal çatışmanın ortadan kaldırılamaz varlığını kabul eden, tam da bu kabul nedeniyle ve sayesinde, toplumsal çatışmaların şiddete dönüşmesinin önüne geçebilecek, çoğulcu ve çoksesli bir yaşamı kurabilecek koşul ve mekanizmaları yaratabilen toplumdur...
Demokratik toplum ... politika alanını ve toplumun her üyesinin bu alana erişimini olabilecek en geniş biçimde güvence altına alan toplumdur,... politikanın dolayımıyla kolektif hayatın inşası ve devamını güvence altına almayı hukuka başlıca amacı olarak yükler; devletin yaptırım gücünün bir baskı aracına dönüşmesini önlemek için hukuk devleti ilkesini savunur.”
Barış Bildirisine atılan imzaların yargılandığı bu davalarda yargılamak ve yargılanmak mecburiyetinde olmanın dönüştürücü bir etkisi olabilir mi? Yukarıda betimlenen toplumu kurma yolunda uzun vadede toplumsal bir katkı sağlayabilir mi? Bir ihtimal dahi var mı? Umut ve talep baki.
İddia edilen suçlamayı reddediyor ve beraatimi talep ediyorum. (GK / HA)