Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümünden Arş. Gör. Kumru Çılgın'ın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 36. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Sayın Mahkeme Heyeti,
İtina gösterilmeden hazırlandığını ve bu sebeple maddi, hukuki ve teknik açıdan tutarsızlıklar barındırdığını düşündüğüm iddianameyi okudum.
Bizlere yöneltilen sübjektif suçlamaların, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalarla çelişen, dayanağı olmayan, nihayetinde haksız suçlamalar olduğu kanaatindeyim.
Diğer yandan aynı iddianameyle görülen önceki duruşmaları da izledim, takip ettim; sunulan kopyala-yapıştır mütalaaları, verilen hükümleri biliyorum.
Avukatım ayrıca hukuki anlamda daha detaylı bir açıklama yapacak, ancak henüz bizler açıklamalarımızı yapmadan hakkımda varılmış kararı da kestirebiliyorum.
Yine de, suçsuz olduğum inancıyla bir “savunma” yapmayı zül saymakla birlikte görüş ve düşüncelerimi paylaşmak isterim.
1990’ların karanlığında ülkenin doğu ve güneydoğusunda yaşananları, yaşı gereği sonradan fark edip bilince çıkartabilenlerdenim.
Dinlediğim birçok kötü anıyı anımsatan uzun süreli ve aralıksız sokağa çıkma yasakları, giderek artan sert çatışma ortamıyla eskinin sürgün politikaları sonucunda yaşananların tekrar edebileceği endişesi ve ana akım medya aracılığıyla haber alamayışımızın tedirginliği; bu defa kendi şahitliğimde cereyan edenler karşısında daha fazla geç olmadan bir şeyler yapma, söyleme istencimi tetikledi.
Bunda, o dönemlerde Suriye başta olmak üzere parçası olduğumuz Ortadoğu coğrafyasında devam eden demokrasi, hukuk, evrensel insan hakları ihlallerinin çok acı sonuçlar doğurduğunu görmemin de payı büyük aslına bakarsanız.
31 yaşındayım ve yaşım kadar zamandır çözülemeyen, adı sürekli “sorun” ile anılan bir sürecin, kısa zaman önce çözüm niyetiyle masaya yatırıldığı bir konjonktürün akabinde böylesi bir evreye geldiğini görmezden gelmek istemedim.
Bu sürecin halihazırda yaratmış olduğu kutuplaşmanın, ayrımcılığın, hoşgörüsüzlüğün türlü hallerini gündelik hayat içerisinde gözlemleyebiliyor; kent mekânına yansımasını ise bir şehir plancısı olarak inceliyor ve iyileştirici, birleştirici unsurlarını yaratmak üzere mesleki ve gönüllü uğraşlar veriyorum.
Ben, bizi suçlu gösteren iddianameye konu “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi, bölge halkının içinde bulunduğu zor koşullara karşı vicdanımın bastıramadığı sesi yükseltmesi, kamuoyunda yaratılacak bir farkındalığı oluşturması umuduyla, eleştiri hakkımı kullanarak imzaladım.
Bildirinin yayınlandığı Ocak 2016’da, böylesi bir bildirinin ortaya çıkmasına sebebiyet veren kaygı verici olaylar, endişelerimizin ve taleplerimizin haklı olduğunu gösterecek biçimde ne yazık ki devam etti.
Hiçbir tarafıyla savunulabilir olduğunu düşünmediğim bu olup biten karşısında daha fazlasını yapamamış olmak beni hala derinden yaralarken, bugün elimden gelenin asgarisini yaptığım için suçlanıyorum.
Oysa yurttaşı olduğum devlet, gün be gün görüyorum ki, hakikatin peşinden ısrarla giden kesimlerin önüne türlü engeller çıkartmakta; mensubu olduğumuz akademinin özerkliğini ve özgürlük ortamını değil geliştirmek, baskısı hissedilir ölçüde daraltmakta; ama daha da vahimi yalnızca benim veya dava açılan diğer akademisyenlerin değil, eleştirel düşüncelerini paylaşan gazetecisinden sanatçısına, öğrencisinden işçisine birçoğumuzun düşünce ve ifade özgürlüğünü korumamaktadır.
Cumhurbaşkanı “yasaklardan ziyade özgürlüklerin konuşulduğu, her türlü fikrin serbestçe dillendirildiği bir ülkede yaşıyoruz” dese de, bağımsız bir çok araştırma Türkiye’nin demokratik kimliğinin giderek zedelendiğini; temel haklar, hükümet temsiliyeti, kamu yönetimi, denetleme ve katılım gibi alanlarda dünya genelindeki ilerlemeye rağmen Türkiye’de belirgin bir gerileme yaşandığını ortaya koymuştur.
İddianamede yer aldığı gibi “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni uluslararası arenada itibarsızlaştıran” bizler değil, ülkenin demokrasi karnesini zayıflatan girişimlerdir.
Başka ispatlara gerek olmaksızın dün, bugün, yarın eleştiri ve görüşlerimiz gerekçesiyle karşınızda oluşumuzun nedeni bizatihi budur.
Ben dilediğimce sokağa çıkabilirken, yasakların devam ettiği günler boyunca bölgedeki yüzlerce sivil, silahlı çatışmalar esnasında hayatını kaybetti; binlerce insan yaralandı, travmatize oldu, zorla yerinden edildi; sağlık hizmetlerine, gıdaya, suya, geçim kaynaklarına erişimleri engellendi; yaşam alanları harap oldu; konut dokunulmazlığı bozuldu; doğal, kültürel ve tarihi miras alanlarında geri döndürülemez şekilde tahribatlar yaşandı...
Yaşamı ve yaşam alanlarını tehdit eden bu ortamda, "Sağlıklı ve güvenli bir çevrede, barış içinde yaşama hakkı" ihlal edilmiş oldu.
İnsanı insan yapan temel haklar o esnada da, mahkeme salonlarında da hukuk rejimiyle korunamadı...
Bildiride geçen veya ulusal ve uluslararası hak örgütlerinin raporlarında tespit edilen iddialar açıkça yalanlanmadı... Aksine, yürütülmesi gerekli soruşturmaların ekseni kaydı, cezai işlemler uygulanmadı...
Ve tüm bunların sorumlusu, karşınızda duran ben değilim, biz değiliz. Kendi adıma sorumlusu olduğum yegane şey; tanıklık ettiklerimi görmezden gelmemek, unutmamak, sorumlulara sorumluluklarını hatırlatmak ve varsa bir suç, ona ortak olmamaktır.
Bu sebepledir ki, iddia edilenin tersine herhangi bir örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermeyen, övmeyen veya bu gibi yöntemlere başvurmayı teşvik etmeyen bildiriyi, yine altını çizerek söylüyorum, yurttaşlık bağımın bulunduğu devleti muhatap alarak, şiddetsiz-çatışmasız bir ortamın ve kalıcı toplumsal barış ile huzurun tesis edilmesini talep etmek suretiyle imzaladım.
Bize miras kötü geçmişe bugün yenilerinin eklenmemesi, toplumsal hafızamızın yok edilmemesi için tarihsel vazifemi yerine getirdim; yurttaşlık hakkımı kullandım.
Üstelik iddianamede ismi geçen-geçmeyen herhangi birinden talimat almadan, “üst akla” başvurmadan, hür irademle ve vicdanımın sesini dinleyerek...
Genç bir insan, bir şehir plancısı ve bir akademisyen olarak enerjimi ve birikimimi, toplum yararını gözeten bilgileri üretmek ve haksızlıklar, adaletsizlikler karşısında çıkış yolu arayanlara güç katmak için kullanmaya; bilimsel, teknik, düşünsel bilgiyi -ihtiyacı olanlarla da birlikte- üretip paylaşmaya; insan hayatını, doğayı, çevreyi, tarihi, kültürel değerleri ve kentleri korumak için mücadele etmeye ve barışı, birlikte yaşamı savunmaya devam edebilmeyi diliyorum.
Uluslararası hukuka göre de suç teşkil etmeyen, her şeyden önce ahlaki bir değer olan barış talebimiz üzerinden başlatılan ancak niyet okuyarak hiç söylememiş veya kastetmemiş olduğumuz sözlerin de eklenerek hazırlanan iddianame kapsamında isnat edilen suçlamaları kabul etmiyor; Türkiye demokrasisi ve adaleti açısından kaygı uyandıran bu suçlamalardan, Anayasa ile de güvence altına alınmış temel haklarımızı kullandığımızın tespit edileceğine olan inancımla beraatimi talep ediyorum. (KÇ/TP)