Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden Doç. Dr. Derya Fırat'ın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Sayın Mahkeme Heyeti,
Söze öncelikle kısaca kendimi tanıtmakla başlamak isterim.
45 yaşındayım ve 5 yaşında bir oğlum var. 1973 yılında öğretmen bir ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya geldim. Babam öğretmenliğin yanı sıra uzun yıllar avukatlık da yaptı.
1983 yılında Anadolu Liseleri sınavına girerek Galatasaray Lisesi’ni kazandım. 1991-1995 yılları arasında, halen çalışmakta olduğum Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde lisansımı tamamladım.
1997-2005 yılları arasında Fransa’nın sosyal bilimler alanındaki en prestijli kurumlarında iki yüksek lisans ve bir doktora programını başarıyla tamamladım.
Bu süreçte YÖK bursu aldım ve lisans eğitimimi tamamladığım Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ne araştırma görevlisi olarak atandım.
Fransa’da geçirdiğim son sene, Fransız Çalışma Bakanlığı için Fransa’daki Türkiyeli göçmenlerle ilgili bir saha çalışması raporu hazırladım. 2005’te doktora tezimi savunarak ülkeme geri döndüm ve MSGSÜ Sosyoloji Bölümü’nde yardımcı doçent olarak çalışmaya başladım.
2015’te Üniversitelerarası Kurul’un yaptığı sınav sonucunda doçentlik sertifikamı aldım. 2005-2015 arasında iki TÜBITAK projesinin ve 15 kadar yüksek lisans-doktora tez çalışmasının yürütücülüğünü yaptım.
Yurt içinde ve yurt dışında misafir öğretim üyesi olarak önemli akademik kurumlarda dersler ve konferanslar verdim. Doktora tezim göç sosyolojisi kapsamına giriyordu.
2005’ten sonra ise kolektif bellek, geçmişle hesaplaşma, kuşaklar arası aktarım, gençlik sosyolojisi ve gençlik hareketleri konularında çalışmalar yaptım, dersler verdim ve bu alanda uzmanlaştım.
Bu bağlamdaki ilk çalışmam “Bir kolektif bellek çalışması: 12 Eylül” başlıklı saha çalışması oldu ve Türkiye toplumunun 1980 askeri darbesine dair hatırladıklarına odaklandı.
Geçmişte yaşanan hak ihlalleri, haksız yargılamalar ve 12 Eylül askeri darbesinin yarattığı korku ortamıyla, saha çalışmam sırasında dinlediğim insanlar aracılığıyla hemhal olduğumdan, bildirinin imzaya açıldığı dönemde ülkemin doğusunda yaşanan gelişmeler karşısında kaygı duymamam imkânsızdı.
Bu samimi kaygı ve endişeler neticesinde söz konusu bildiriyi imzalama kararı aldım. Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bu bildiriye kendi irademle ve hiçbir baskı altında kalmadan attığım imzamın, ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Meslektaşlarım bugüne kadar yaptıkları savunmalarda mevcut iddianamedeki maddi hatalara, muhakeme yanlışlarına ve ifade sorunlarına değindiler.
Ben ise iddianamenin hukuki dayanıksızlığına ilişkin savunmamı avukatıma bırakarak bildirinin imzalanması sonrasında ortaya çıkan tabloya odaklanmak isterim.
Kamuoyuyla bildirinin paylaşıldığı 11 Ocak 2016 tarihinden hemen sonra, meslektaşlarım tehdit edildiler, üniversitedeki varlıklarına yönelik saldırılarla karşılaştılar.
Bu saldırı ve linç ortamı, “kanımızla duş alma” gibi fantezi ürünü ifadelerin gündeme gelmesine imkan taniyan tehditkar bir havaya büründü.
Bazı meslektaşlarım tümüyle haksız, dayanaksız ve hukuksuz bir biçimde üniversitedeki görevlerinden ihraç edildi, bazılarının pasaportları ellerinden alındı, kimi bugün hâlâ seyahat özgürlüğünden yoksun.
Şimdi Ağır Ceza Mahkemesi safhasındayız. Ne acıdır ki “terör örgütü propagandası” yapmakla suçlanıyor ve yargılanıyoruz.
Bu süreçte hem benim, hem de benimle aynı durumda olan meslektaşlarımın şahsında Türkiye’deki akademisyen kimliğinin kriminalize edildiğini, toplumsal saygınlığının geri döndürülemez bir biçimde yara aldığı düşünüyorum.
İlkokuldan beri girdiğim çeşitli sınavlardan geçerek tamamladığım akademik eğitim hayatım boyunca parasız veya burslu okudum. Kuşkusuz ailemin desteği olmasa bu eğitim sürecini tamamlayamazdım; ama ailem kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de eğitimim için yaptığı masrafları görmezden gelemem.
Benim gibi bu bildiriye imza atan diğer meslektaşlarımın da, Türkiye’deki meritokratik düzen çerçevesinde, sahip oldukları akademik mevkilere kendi emek ve çabalarıyla, bu mevkileri hak ederek geldiklerini düşünüyorum.
Bu bağlamda öncelikle devletin bu kadar masraf ederek yetiştirdiği, “en kalifiye” kesimlerin içinde yer alan şahsımın ve meslektaşlarımın Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyor olmasını büyük bir zayi ve ayıp olarak görüyorum.
Öte yandan, yine aynı nedenlerden ötürü, bildiri sürecinde yaşananlar karşısında eleştiri ve kaygılarımızı belirtmenin sadece vatandaşlık hakkı değil, aynı zamanda topluma karşı vazgeçilemeyecek bir “vatandaşlık görevi” de olduğunu düşünüyorum.
Bana karşı yöneltilen, herhangi bir kanıta dayanmayan ve niyetimi de maalesef yanlış yorumlayan tüm suçlamaları reddediyorum. İddia edilen suçları işlemedim, asla işlemem.
Yasa dışı faaliyet gösteren herhangi bir örgütle doğrudan ya da dolaylı hiçbir ilişkim bulunmamaktadır, hiçbir zaman böyle bir ilişkim olmamıştır, olamaz. Mahkemeden beraatimi talep ediyorum.
Saygılarımla savunmamı böylece arz ederim. (DF/TP)