Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümünden Arş. Gör. Orkun Doğan'ın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Sayın Mahkeme Heyeti,
Daha önce bu salonlarda birçok defa hocalarımın, akademisyen meslektaşlarımın barış çağrısı yapmak için imzaladıkları bildiri sebep gösterilerek haklarında terör örgütü propagandası yapmak ithamıyla yargılandıkları davaları takip etmek için bulundum.
Bugün ise 11 Ocak 2016 tarihinde yayınlanan "Bu Suça Ortak Olmayacağız" başlıklı bildiriyi imzalayan 1128 akademisyenden biri olarak ikinci kez karşınızdayım. İddianamede ifade edildiği üzere 3713 sayılı kanunun 7/2 ve TCK'nin 53. maddesi uyarınca terör örgütü propagandası yapma suçlamasıyla yargılanıyorum.
Bu suçlamayı kabul etmediğimi ve derhal beraat talep ettiğimi davamın birinci celsesinde ifade etmiştim ve bu talebim önceki mahkeme heyeti tarafından reddedilmişti.
Barış çağrısı yapan bir bildiriyi imzalamış olduğum gerçeği sabit ve iddianamede tarafıma isnat edilen suçlamayla ilgili somut bir delil olmadığı ortadayken, bu talebimi yineliyorum.
Eğer talebim heyetiniz tarafından kabul edilmez ise davaya konu olan iddianamede bana yöneltilen suçlamalara dair kısaca savunmamı yapmak isterim.
Özgür irademle ve kimseden talimat almadan imzaladığım bu bildiri, 2015 yılında Nusaybin, Sur, Cizre gibi yerleşim bölgelerinde dönemin siyasi iktidarının uyguladığı güvenlik politikalarını ve süresiz sokağa çıkma yasaklarını eleştiren, çatışmaların durdurulması ve barışın tesis edilmesi için çağrı yapan bir metindir. Şiddeti övmeyen, teşvik etmeyen, tam tersine barış çağrısı yapan bir bildiridir.
Barış bildirisini, öncelikle çatışmaların sebep olduğu, ölümlerin, yıkımların ve hak ihlallerinin son bulmasını umarak imzaladım.
Öte yandan, ben bu bildiriyi bir ekonomist, yani bir sosyal bilimci adayı olarak, akademik ve toplumsal sorumluğumun bilincinde olarak imzaladım. Bu kısmı biraz açıklamak isterim:
Yüksek lisansımı 2012-2013 yıllarında İspanya’da (Barcelona Graduate School of Economics’te) kamu politikaları iktisadı üzerine tamamladım.
Bitirme tezimde İspanya’da Bask Sorunu bağlamında yaşanan çatışma sürecinin, İspanya ve bölge ekonomisine etkilerini araştırdım.
Orada bulunduğum dönemde, İspanya Devleti ve ETA arasında 50 yıldan fazla zamandır süren silahlı çatışma yeniden bir ateşkes sürecine girmişti ve silahların terk edilip kalıcı bir barışın tesis edilmesi için taraflar arasında, ulusal ve uluslararası gözlemcilerin denetiminde müzakereler sürmekteydi.
Çalışmam için genel olarak siyasi ve askeri çatışmaların ekonomiye olan etkilerini incelemeye başladım. İnsani kayıplar, ekolojik varlıkların, ekonomik kaynakların yıkımı ve bunların sınıfsal, etnik ve toplumsal cinsiyet açısından eşitsiz etkileri, çatışmaların doğrudan ve görünür sonuçlarıydı.
Ayrıca, çatışma ortamı ve yarattığı belirsizlikler nedeniyle yapılamayan veya çatışmasız bölgelere kaydırılan insani ve altyapısal yatırımlar bölgenin ekonomisi açısından olumsuz sonuçlar yaratıyordu. Varolan çalışmalarda, çatışmanın sonuçları çeşitli boyutlarıyla ele alınsa bile, çatışma sebebiyle yaşanan insani ve ekolojik kayıpların ekonomik değeri tam olarak hesaplanamıyordu.
Bir bombalama sonucunda zarar gören bir binanın değeri farklı yöntemlerle hesaplanabilirdi belki, ancak kaybedilen insanların veya zarar verilen doğanın değeri ve tüm bunların geri döndürülemeyecek şekilde yok olmasıyla toplum ve ekolojik çevremizin neleri yitirdiği nasıl hesaplanabilirdi?
Bu alanda çalışmanın getirdiği ikinci zorluk, farklı yaşamsal ve toplumsal ihtiyaçlarımızı karşılamak, bölgeler arası refah adaletsizliğini giderecek yatırımlar yapmak yerine mevcut kaynakların silahlanmaya ve güvenliğe yönlendirilmesinin toplumsal maliyetini, faydası ile karşılaştırmaktı. Silahlanmanın “fırsat maliyeti” nasıl hesaplanabilirdi?
Savaşın ekonomik maliyeti asla tam olarak ölçülemez. Her ne kadar tüm etik kaygılar göz ardı edilerek, savaşlar ve silahlı çatışmalar neticesinde kaybedilen canların ve diğer tüm varlıkların değeri bugün için ve ileriye dönük olarak hesaplansa bile; silahlara ve güvenliğe ayrılan kaynakların fırsat maliyeti belirli varsayımlarla tahmin edilse bile, savaşın ekonomik maliyeti asla tam olarak ölçülemeyecektir.
Çatışmalı süreçler toplumların geleceklerine yönelik olasılıklar evreninin değişmesine sebep olur. Her kayıp edilenle birlikte toplumların ortak yaşamına dair bazı imkanlar kaybolur ve farklı olasılıklar ortaya çıkar.
Çatışma ile neyin kaybedildiği, ancak çatışmanın durduğu zamanlarda gerçekten konuşulabilir. Kaybedilenlerin muhasebesini yapmak, kaybedilenlerle birlikte toplumun bugününe dair neyin imkansız kılınmış olduğunu kolektif bir şekilde tahayyül etmekten geçer.
Ben söz konusu barış bildirisini savaşın bu yıkıcı etkileri üzerine çalışmış bir akademisyen adayı olarak imzaladım. Barış bildirisini imzalayarak ülkemizde 30 yıldan fazla zamandır süren çatışmalı sürecin sonlanmasını ve kalıcı barışın tesis edilerek toplumun bugününe ve geleceğine dair neleri kaybettiğinin kolektif olarak tartışılabilmesini mümkün kılacak ortamın yaratılmasını amaçladım.
Ama maalesef kayıplarımız hala artmakta ve toplumun ortak geleceğine dair birçok fırsat yitirilmeye devam etmektedir.
Bu noktada belirtmeliyim ki, barış çağrısı yapan akademisyenlere açılan soruşturma ve davalar, birçok meslektaşımızın akademinin dışına atılması, ülkeyi terk etmek durumunda kalması, yine ortak geleceğimizi olumlu yönde etkileyecek birçok imkanın yok olmasına neden olmuştur.
Kayıp değerlerden biri de, Kürt sorununun ülke ekonomisine etkisinin araştırılacağı olası bir çalışmada iktisat ve ekonometri alanlarında çalışmalar yürütmüş meslektaşım Mehmet Fatih Traş’dan alabileceğimiz değerli katkıdır. Kendisi ne yazık ki tüm bu itibarsızlaştırma ve güvencesizleştirme sürecinin sonucunda aramızdan ayrılmayı seçmiştir.
Sonuç olarak, bugüne kadar gerek bu mahkemede gerek diğer Ağır Ceza Mahkemelerinde barış bildirisini imzaladığı için davalık olan yüzlerce akademisyen, söz konusu bildiride herhangi bir suç unsuru olmadığını ve iddianamenin hukuki ve teknik tutarsızlıklarla dolu olduğunu defalarca beyan ettiler.
Benim onlara ekleyebilecek başka sözüm yok.
Söz konusu bildiriye imza atarak ülkemde yaşanan ve sayısız insanın yaşamına mal olan bir sorunla ilgili Türkiye Cumhuriyeti’nin hem Anayasası hem de bir parçası olduğumuz uluslararası sözleşmelerle koruma altında bulunan ifade özgürlüğüm çerçevesinde görüşlerimi beyan ettim.
Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan her bireyin insan onuruna yakışır bir yaşam sürebilmesi için gerekli olan kalıcı barış ortamının tesisine yönelik çağrıda bulundum. Metnin içeriğinde suç unsuru oluşturan bir ifade ve metni imzalamamda suç teşkil eden bir eylem yoktur. Bu yüzden iddianamedeki suçlamaları kabul etmiyor ve beraatimi talep ediyorum. (OD/TP)