Emekli mimarlık tarihçisi Prof. Dr. Bülent Tanju'nun Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 36. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
İddianameyi okudum. Öncelikle ifade etmeliyim ki, iddianamede tarafıma yöneltilen suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum.
İddianameye temel oluşturan bildiriyi şiddete karşı bir barış çağrısı olarak gördüğüm için imzaladım.
Benim için bildiri, yine iddianamede değinilen ve on yıllardır süren çatışma ortamını neredeyse ortadan kaldıran ve Türkiye’nin demokratikleşmesi yolunda önemli katkısı olan Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin çözüm süreci siyasetine geri dönülmesi için bir çağrıdır.
Bütün eksikliklerine, eleştirilebilecek yönlerine ve süreç içinde karşılaşılan pek çok olumsuzluğa karşın tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının günlük hayatlarında olumlu etkisini hissettiğini düşündüğüm çözüm sürecine geri dönülmesini sağlamak adına, sıradan bir vatandaş sorumluluğuyla bildiriyi imzaladım.
Bunun vazgeçilemeyecek bir ifade özgürlüğü hakkı olduğunu düşünüyorum. Bu haktan vazgeçmek, benim için vatandaş olmaktan da vazgeçmek anlamına geliyor.
Bir dizi kanaat ve önyargıyı birbiriyle ilişkilendiren ve hiçbir somut kanıt içermeyen iddianame, bildiriyi imzalayan 1128 akademisyenden organize bir bütün oluşturmaya ve bu bütünü de daha büyük bir organizasyonun içine yerleştirmeye çalışıyor. Oysa böyle türdeş ve organize bir grup yok.
Dolayısıyla, barış bildirisi aracılığıyla yöneltilen suçlamalara karşı kendi adıma şunları söyleyebilirim: Herhangi birisinden bildiriyi imzalamak için talimat almadım, kaldı ki talimatlar ile aram iyi değildir.
Talimat aldığım iddia edilen şahsın adını iddianame aracılığıyla ilk kez duydum. Herhangi bir örgütü savunmak ya da propagandasını yapmak gibi bir amacım hiçbir zaman olmadı.
Bildirinin de böyle okunamayacağını düşünüyorum. İddianamenin yaptığı gibi benzerlikler ve çağrışımlar aramak ya da niyet okumak ise her metni her şey ile ilişkilendirebilir.
Böyle bir durumun hukuki sonuçlarını kestirmem mümkün değil. Öte yandan bunun insani açıdan bir felaket olacağına da kuşkum yok.
Sürekli altı çizilen “birlik ve beraberlik” arayışına en büyük zararı her türlü farklı ifade ve eleştiriyi gayrimeşru ve tahammül edilemez kılan bu eğilimin verdiğine ve bu eğilimin hayatı herkes için çekilmez kıldığına inanıyorum.
Bildirinin şiddete çağrı olmak bir yana, şiddeti sona erdirmek için yapılmış bir barış çağrısı olduğuna da hâlâ inanıyorum.
Bildirinin Türkiye Cumhuriyeti’ni küçük düşürücü ve saygınlığını zedeleyici olduğunu ise kabul etmek, benim için olanaksız.
Eğer bir küçük düşürme ve saygı zedeleme söz konusuysa, bunun —iddianamede de belirtildiği gibi— on yıllardır süren çatışma ve sorunları çözmeyen ve görevlerini yerine getirmeyen, siyaseten birbirinden farklı onlarca geçmiş iktidara ait olduğu benim için çok açık. Benzer şekilde bugün burada sizi ve beni buluşturan şey yine aynı başarısız iktidarlar.
Heyetiniz olasılıkla, başta hukukçular olmak üzere, benden çok daha yeterli birçok akademisyenin savunmasını zaten dinledi.
Benim onlara ekleyebilecek pek bir şeyim yok; açıkçası bu savunmaların pek bir etkisinin olduğuna da inancım yok.
Ama başta belirttiğim gibi, bu savunma bir vatandaş olarak kendi pozisyonumu ifade etmenin, bir vatandaş olmanın şartı; bir anlamda vazgeçilemeyecek bir sorumluluk.
Sonuç olarak, şiddetin her türlüsünü reddeden, barış yanlısı, demokratik hukuk devletine inanan bir insan olarak iddianamedeki suçlamaları kabul etmiyor ve beraatımı talep ediyorum.
Teşekkür ederim. (BT/TP)