Çocukken futbolcu kartları koleksiyonu yapardım. Tüm seriyi tamamlayıp bakkala verdiğinizde karşılık olarak oyuncak verilirdi. Şimdilerde yaptığım haberlerin peşinden bakkala futbolcu kartı almaya gittiğim ve 'inşallah eksik olanı bulurum' dediğim zamanları hatırlıyorum.
Bunun sebebi de Erdoğan ailesinden hakkımda tek şikayetçi olmayan Emine Erdoğan kaldı. Onu da seriye eklediğimde tüm aile benden şikayetçi olmuş olacak.
Sadece iki ay sonra
Cumhuriyet gazetesinde yargı muhabirliği yapmaya Ekim 2013'te başladım. İstanbul Adliyesi'ne gitmeye başladıktan sadece iki ay sonra belki de Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük yolsuzluk operasyonlarına tanıklık etme fırsatı yakalamıştım.
Keyfime diyecek yok. Her gün gündemi değiştirecek bir yığın gelişme oluyor. Yeni yetme bir gazeteci için bulunmayacak fırsat. 17 Aralık 2013 tarihine kadar adliyede duruşma salonunda dava takip ediyordum.
17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturması ile birlikte benim de duruşma salonundaki yerim “çoğunlukla seyirci” bölümünden “çoğunlukla sanık sandalyesi” olarak değişti. Bu durum savcılığa da ismimin önüne “şüpheli” sıfatının gelmesi şeklinde vuku buld
“Sensin şüpheli!''
Adliyede sadece duruşma takip etmiyorum. Önemli soruşturmalarla da ilgileniyorum. Soruşturmalarda şikayetçi olunan kişinin ifadesinin “şüpheli sıfatıyla” alındığını haberde bir çırpıda yazmak meğer ne kolaymış.
İlk defa 'şüpheli' sıfatıyla ifade vermeye gittiğimde ondan önce bir dolu kişi için “şüpheli sıfatıyla ifade verdi” haberi yazan insan bir anda gitti, yerine ilk defa adliyeye gelen bir insan geldi.
İfademin geçirildiği sorgulama tutanağında isminin yanında yazan “Şüpheli” kelimesi artık kulak tırmalıyordu. İçten içe “Sensin şüpheli” diyordum. Hala alışamadım “şüpheli” olarak ifade vermeye.
“Kendi haberimi yazarken yabancılaşıyorum”
Hakkımda iddianame hazırlandığında veya ifade verdiğimde haliyle bunu haberleştiriyoruz. Kendimle ilgili iddianameyi yazarken “Coşkun'un 2 yıl 4 aya kadar hapsi istendi” cümlesini kurmak muhteşem bir yabancılaşma efekti haline geliyor.
Duruşma salonunda sanık bölümünde savunmamı yapıp yerime oturduktan sonra hakimin, şikayetçi avukatının dediklerini sanki seyirci kısmında oturup davayı takip eden başka bir muhabirmişim gibi not almaya devam ediyorum.
“Milli oldun, hadi bakalım''
Eve ilk defa duruşma celp kağıdı geldiğinde -belki garip gelecek ama- içimi tarifsiz bir sevinç kapladı. Yargılanmama neden olan haberin “doğru kızı/oğlu doğru” olduğunu biliyorum, buna rağmen sanık sandalyesine oturtulmak insanı sinirlendirmesi gerekir değil mi?
Sinirlenemedim. 'Bir an önce 27 Kasım olsun' diye bekledim.
27 Kasım 2014 gelip çattığında duruşma salonuna girip sanık sandalyesi kısmına geçerken yaşadığım heyecanı sanırım hiçbir zaman unutmayacağım.
Tam bu sırada hakkımdaki iddianameyi hazırlayan ve çok kez ifade verdiğim için artık beni tanıyan savcı bana “Milli oldun hadi bakalım” diye şaka yaptı.
Güler misin, ağlar mısın? Güldüm tabii ki. Sonra düşününce çok saçma geldi bir de. Piyese mi çıkıyorum yani? Bundan sonrası benim için tam bir hayal kırıklığı. İnsanın sesi gerçekten içine kaçıyormuş. İnsan elini kolunu nereye koyacağını şaşırıyormuş. Tam anlamıyla sahnede olma hissi.
Savcı meğer doğru söylüyormuş. Piyese çıkıyormuşum da haberim yokmuş!
Bir Emine Erdoğan eksik
Hakkımdaki soruşturmalara nicelik olarak bakmıyorum artık. Kaç tane olduğuyla ilgili sinirlenmiyorum da. Çünkü ben bu durumu artık oyuna çevirdim.
Yazdığım haberde Erdoğan ailesinin herhangi bir ferdinin isminin geçmesi yeterli soruşturma açılması için.
En çok da Bilal Erdoğan şikayetçi oluyor benden. Nedenini bilmiyorum. İlk göz ağrım da Bilal Erdoğan'dır örneğin. İlk 'şüpheli' sıfatıyla ifademi onun şikayetiyle verdim. İlk kez onun müşteki olduğu davadan beraat ettim.
Aileden bir tek Emine Erdoğan şikayetçi olmadı şimdiye dek.
Trend “Cumhurbaşkanı'na hakaret”
Şimdilerde tüm gazetecilere “Cumhurbaşkanı'na hakaret” iddiasıyla soruşturma açılıyor.
Bir de o eksik koleksiyonumda.
Geçtiğimiz günlerde Özgür Mumcu hakkında Cumhurbaşkanı'na hakaretten dava açıldığı ve benim hakkımda Bilal Erdoğan'ın şikayetiyle soruşturma açıldığı haberi yazdım.
Özgür Mumcu'nun beş yıla kadar hapsi istenirken, benim soruşturmamın davaya dönmesi durumunda iki yıl dört aya kadar hapsim istenecekti.
Yazarken çok kıskandım.
Aile mahkemesi
Aile mahkemesi derken “boşanma” davalarının görüldüğü mahkemelerden bahsetmiyorum. Erdoğan ailesinin “aile mahkemesi”. İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi ve diğer adliyelerdeki 2. Asliye Ceza Mahkemeleri basın davalarına bakıyor.
Çağlayan'daki 2. Asliye Ceza Mahkemesi de adeta Erdoğan ailesinin “aile mahkemesi''ne dönüşmüş durumda. Mahkemelerin duruşmaya çıktığı Salı ve Perşembe günleri bu mahkemenin askı kağıdının şikayetçi kısmı Erdoğan ailesine rezerve.
“Konuştuklarına dikkat et” odası
Adliyede gazeteciler Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin tahsis ettiği odada haberlerini yazıyor.
Odada da her gazetenin, ajansın muhabirleri var. Hep birlikte çalışıyoruz orada.
Ancak artık odada bir şey söylerken iki kere düşünüyorum. Çünkü odada konuşulanların, önemli soruşturmaları yürüten savcılara bildirildiği söyleniyor.
Kim hangi savcı, avukatla konuşuyor? Hepsi bir bir rapor ediliyor meslektaşlarımız (!) tarafından.
Siyasi iklimden dolayı sadece toplum kutuplaşmıyor, beraberinde basın mensupları da kutuplaşıyor.
“Siz o gazetecilerden olmayın”
Bu durum elbette ki sadece basın odasında cereyan etmiyor. Geçtiğimiz aylarda gazeteci Sedef Kabaş Twitter'da 17 Aralık soruşturmasının kapatılması ile ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu'nu eleştiren mesaj paylaştığı için gözaltına alındı. Ardından “adli kontrol istemiyle” Sulh Ceza Hakimliği'ne sevk edildi.
Biz de bir grup gazeteci olarak Sedef Kabaş'ın mahkemeden çıkışını bekliyorduk. Tam bu sırada adını söylemeyeceğim bir Sulh Ceza Hakimliği yargıcı “Çocuklar hayırdır ne bekliyorsunuz burada” diye sordu bize. Biz de Sedef Kabaş'ı beklediğimizi söyledik.
Ardından yargıç, “Siz o gazetecilerden olmayın” deyip bıyık altından gülerek yanımızdan ayrıldı.
Bu artık tüm sözlerin bittiğinin, akıl fikrin çok gerilerde kaldığının göstergesi değildi de neydi?
Bundan sonra daha ne kadar ciddiye alabilirim tüm bu yargılamaları?
Eğer bir gün gözaltına alınırsam “o hakim benim sorguma girmesin” diye umacağım (CC/BA)