Tutkulu sevişmelerin ayazına meydan okuyamadığı Erzurum'un dört yanı dağlarla çevrili bir köyünde, 29 Aralık 1979'da dünyaya gelmişim. Kulağıma fısıldanan ilk kelime ninniler ve dilimin hecelediği ilk sesler Kürtçe idi.
Yağmurlu bir Kasım günü İstanbul yerleşkesi başladı. "Bir iç ülkeden bir iç ülkeye" adına göç denilen sürgündü bu. Kapıdan her çıkışında annenin dilindeki tembih sözcüğü ağlamaklı sesine karışan öğretilen yasakların sesidir.
Fanzinle ilk adım
Çemberin dışına çıkmadan gerçeğin dili özgür kelimeleri halka taşımak olanaksızdı. "Demokrat Gençlik" fanzinleriyle gazeteciliğin ilk yapıtaşını da atmış oluyordum.
Bugün hala fanzinleri çok önemserim.
En özgür ve denetimsiz kelimeler fanzinlerin sayfasında yer alır. Ceberrut iktidar, bir tek fanzin dünyasının başına buyruk yayınların ve özgür kemlerinin önüne engel çekemezdi.
Ev basıldı
Başıma gelebilecekleri önceden öngördüğümden, yaşadıklarım hiç şaşırtmadı beni. Velhasıl, 4 Ekim 1999'da, ailemle birlikte yaşadığım ev basılıyor, evde olmadığım bir gece. Aynı gece, ben de kaydını yaptırmak üzere gideceğim üniversitenin hazırlığını yapıyordum.
Bu komplo uzun bir hikaye, kısaca özetleyeyim: Küçükyalı polis karakoluna bağlı bir asayiş polisinin silahını gasp edenlerin eşkalini veriyor. Sonrasında, TİKB örgütüne operasyon düzenleniyor. Bu operasyonda gözaltına alınan bir şahıs, benim TKP(ML) örgütüne mensup olduğumu, kimi eylemler yapıp düzenlediğimi söylüyor...
Bu kişi, çıkarıldığı savcılık ve hakimlikte, daha sonra yargılandığı mahkemede ve benim yargılandığım mahkemede, beni tanımadığı, polisin işkence, baskı ve yönlendirmesiyle bu ifadeleri verdiğini beyan etti. Neticede de beraat etti. Bu kişiyi tanımıyorum.
Ben yoksam babam
Az çok İllegal örgütleri tanıyan, araştırıp vakıf olan birisi, savcılar ve hakimler de; illegal örgütlerin hücre disiplinine uyumlu faaliyet yürüttüklerini bilir. Bırakalım ayrı iki örgüt mensubunun birbirini tanımasını, aynı örgüt militanları bile birbirini tanımaz, hangi ve ne gibi eylemleri yaptıklarını bilmezler.
Terörle Mücadele (TEM) şubesi, işkenceyle elde ettiği ifadeye dayanarak, aynı lisede okuduğum bazı arkadaşlarımın (tek "suç"ları, benimle aynı okulda okumak, beraat ettiğimiz bir demokratik eylemde gözaltına alınmak) evlerine baskın yapıp gözaltına alıyor.
Beni de, evde bulamayınca, babamı da gözaltına alıyorlar. Babama ve arkadaşlarıma, benim üzerime ifade vermeleri için işkence yapılıyor.
Babam bu işkenceler sonucu kalp krizi geçirip hastaneye kaldırılıyor. Babam hastaneye kaldırılınca, bu esnada silahı gasp edilen polis de getiriliyor şubeye.
Eşgal tutmuyor
TEM polisleri o kadar rahat bir komplo hazırlıyorlar ki, teknik ayrıntılara dahi dikkat etmiyorlar. Silahı gasp edilen polis, silahını, benim ve bir arkadaşımın (bu arkadaş gözaltında ve teşhis ediyor) gasp ettiğini söylüyor. Benim eşkalimi sözde veriyor ama bu tarifinde benimle ilgisi yok.
İlk eşkal tarifleriyle ikincisi birbirini tutmuyor. Teşhis ettiği arkadaşım o tarihlerde Ankara'da askerlik görevini yapıyor. Bundan dolayı, çıkarıldığı savcılıkta babamla birlikte serbest bırakılıyor.
21 Mart 2000'de kimlik aramada gözaltına alınıp tutuklandığımda, ilgili polis şubeye getirildi. Teşhiste silahını gasp edenin benim olmadığımı söyledi. Zaten, ilk iddianameyi düzenleyen savcılık makamı, bu durumu gözeterek yargılama konusu yapmadı.
İşkence
Şubede gözaltında tutulduğum dört gün boyunca, tazyikli soğuk su, elektrik, askı, dayak ve hiç uyutulmayıp şuurumu yitirmemi bekleme işkencelerine maruz kaldım.
Benim kimi eylemlerde bulunduğumu, ellerinde delil ve tanıkların olduğunu iddia ediyorlardı. Ama iddia ettikleri deliller ve tanıklar, gerek şubede gerekse de mahkemede tüm ısrarlarıma rağmen hiç ortaya çıkmadı.
Mevcut delil durumu lehime olmasına rağmen, örgüt üyeliği ve eylemde bulunmak iddiasıyla tutuklandım.
Hapishanede olduğum ilk aylarında, dosyanın intikal ettiği dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) savcılığı yargılamaya mazhar ve örgüt üyeliğine mesnet gösterilen eylemler için, delil yetersizliğinden takipsizlik kararı verdi.
Ben ve avukatım Eren Keskin, tutuklama kararı veren dönemin 4 No'lu (şimdinin 12 No'lu Ağır Ceza Mahkemesi) DGM heyetinin bunu dikkate alıp, beraat kararını çıkartmasını bekledik ama heyet bu takdirini kullanmadı., takipsizlik kararını görmezden geldi.
Savcı alındı
İddia edilen eylemin öznesi şahıs mahkemeye gelip, heyetin huzurunda, iddiaya mazhar eylemin vuku bulmadığını, beni tanımadığını beyan etti, Yargılamama dayanak gösterilen derme çatma delilleri çürüttük, iddialar boşa düştü.
İki buçuk yıllık tutuklama süresinde beraatımı beklerken komployu hazırlayan "gizli" karanlık eller, beni uzun yıllar hapiste tutmak amacıyla mahkeme heyetine müdahale etti: Savcı görevden alındı, yeni savcı tayin edildi.
Yeni savcıyla birlikte, yeni bir delil ve iddianame hazırlandı. Mevcut delil durumu değişmemesine, yeni bir delil ve iddia ortaya çıkmadığı halde, yeni savcı, malum silahın ekspertiz raporunda çıkan eylemler arasında birisine parmağını koyup, "adam öldürme" fillinden yola çıkarak "Anayasal düzeni silah zoruyla yıkıp yerine Marksist temele dayalı bir düzen kurmak " içeriğiyle ifade edilen meşhur Türk Ceza Kanunu (TCK) 146/1 (şimdinin 309) maddesiyle yargılanmam talep edildi.
Ceza-i hükmü müebbet yani otuz yıl bilfiil hapiste tutulmak manasına denk. Şaşırmak mı gerekiyor, hiç de bile!
Ekspertiz raporu
Savcılık makamı, silahı gasp edilen polisin, benim silahını gasp etmediğimi teşhiste ifade etmesini, dosyanın ilk intikal ettiği DGM savcılığını takipsizlik kararı vermesi ve yeni hiçbir delil ortaya çıkmamasına rağmen, silahın ekspertiz raporunda onca eylem içinde, gözlerini kapatıp birisini seçerek yargılanmamı istedi.
Silahının ekspertiz raporu tek başıma delilse, yıllarca mahkemede söyleyip talep ettiğim gibi, bir eylemden/olaydan değil, ekspertiz raporunda çıkan her eylemden yargılanmam gerekiyordu.
Savcılık makamı ise, sürrealist bir yaklaşımla seçici davranıp, bir eylemi öne sürdü.
Müebbet
Öne sürülen olayda, maktulün eşi, görgü tanığıydı. TEM şubesi, polis bu tanığı gerektirip yüzleştirme yapmadı. Yargılandığım mahkemede ve sonrasında, Yargıtay'ın duruşmalı savunmasında da, tüm ısrarlarımıza rağmen bu tanık getirilmedi, yüzleştirilmedi ve dinlenilmedi.
Maktülün eşi, olay yeri tutanağında da geçtiği üzere, eşini vuran kişinin; uzun boylu ve iri yarı olduğunu belirten eşkal tarifi veriyordu. Benim ise, boyum 1.65-68 civarında, kilom ise 63-65 seyrinde. Yani kısa boylu ve zayıfım.
Bütün bu lehe delillere rağmen, 12. Ağır Ceza Mahkemesi, 2005'in son aylarında, müebbet hükmüyle kararını verdi.
Yaklaşık bir yıl sonra Yargıtay, esas içerikli usul hatalarını göstererek, mevcut delillerin hükme dayanak yapılamayacağını belirterek kararı bozdu ve yeniden yargılama başladı.
Tahliye
12. Ağır Ceza Mahkemesi (ACM) normalde üst mercii dikkate alması gerekirken, Yargıtay ilamı'na tezat içerikle yargılamayı sürdürüp, 13 Haziran 2007'de, aynı cezayı yeniledi ve tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildim.
Sürpriz bir şekilde yedi buçuk yıllık uzun tutukluluğun ardında tahliye oldum. Kelepçesiz gezmek, gökkubbeyi bir tepsi misali seyretmek, kalabalıkların arasına karışmak sevincini yaşasam da, boynumda Demokles kılıcı gibi tehdit eden yargılandığım dosya ve asker kaçağı olmakla sınırlı özgürlükle: sosyalist bir aktivist yazar ve gazeteci olarak dışarıdaydım.
Ailemle, sevgilimle ve dostlarımla her buluşmamda, takip edenler kendilerini gösteriyor, fotoğraf çekiyorlardı. Git diyorlardı. "yurt dışına çık. Kendini kurtar..." Bilerek sürgünü seçmek mülteciliğe yazılmaktı bu.
Yedi buçuk yıl neden yatmıştım? Gitmek isteseydim, firar düştüğümde ülkeyi terk eder ve gençliğimin en güzel yıllarını mahpusta geçirmezdim.
Rénas doğdu
Biliyordum bir punduna getirip yeniden tutuklayabilirlerdi. Biliyordum, yıllarca zindanın kapısı kapalı olabilirdi. Kararı verdim, bu ülkenin nümayişe çıktığımız sokakları da bizim, zindanları da bizim!
Beş yıldır benimle birlikte her türlü zorluğu göğüsleyip, ah ile vah'ı yerle yeksan kılıp, sevginin tacını başına takan sevgilim Eylem Şahlar ile 8 Aralık 2007'de evlendik.
17 Mart 2009'da oğlumuz Rénas dünyaya geldi. Yol(Ré)unu bulsun, gerçeği tanısın/bulsun (nas) diyerek adını Rénas koyduk. Bu onun nişanesidir. Yeniden tutuklandığımda Renas on aylıktı ve ilk heceleri haykırıyordu.
Eylül geliyor
Tahliye olmadan evvel, 1. No'lu F Tipi Tekirdağ Hapishanesinde; dört arkadaşla birlikte "Eylül Sanat Edebiyat Dergisi"ni yayınlamaya başladık: bu ülkenin kadirşinas sanatçıları, rüştünü ispatlamış yazarlar ve daha niceleri hapishanenin rahle-i tedrisatından geçmişti.
Kalem, kâğıt yaşamı yeniden üretmenin sahasıydı. İhtiyaç, yaşamı, umut, özgürlük hayali yaratımı kamçılıyordu. Ama üretilenler zulaların dehlizlerinde ya sarar ya da bir saldırıda kayboluyordu.
İlk dört sayıyı fanzin olarak çıkardık. Elle yazıyor, mizanpajını içeride yapıyor, fotokopi çekip; hapishanelere ve dışarıya yolluyorduk. Yoğun emek isteyen bir çalışma olmasına rağmen; yerini bulması ve ihtiyacı karşılaması şevkimizi arttırdı.
16 sayı başarısı
Tahliye olduktan sonra (13 Haziran 2007), Eylül Dergisi'nin 5. sayıdan sonra matbaa niteliğinde çıkarmaya başladık. Hukuksal nedenlerden dolayı bir süre ara verip, yeni bir künyeyle yayına devam ettik. 1 Nisan 2007'den bu yana toplam onaltı sayı yayınlamayı başardık.
Kurumsal bir yapıya sahip olmadığımızdan, derginin esas dayanağı; mahpus yakınları ve okur kitlesidir. Dergi dağıtımlarımız, gönüllü insanlar olup, mahpus yakınlarından, demokrat muhtevaya sahip kişiler ve sanat edebiyata duyarlı insanlardan oluşmaktadır.
Ülkenin, aydın, muhtelif, devrimci, Kürt yurtsever ve sosyalist kesimleriyle içiçeyiz bugün Eylül'ün gönüllü dergi dağıtıcısı olan birçok arkadaş, özellikle Kürt illerinde dağıtımını yapanlar tutuklular. Bir sayıyı dağıtan ikinci sayıyı dağıtamıyor.
Koşullarımız olsaydı, Eylül' ün yayın kurulunda yer alan, yazı ve üretimleriyle bize katlı sunan mahpus arkadaşlara, dağıtımını yapan fedakar arkadaşlarımıza... kısacası Eylül'ün matbaasından yayın ağına kadar emeği geçenlerin, emeklerine karşılık mütevazi bir maaş verebilseydik
Duvarları aşan şiirler
Çoğu zaman derginin, matbaa, posta ve diğer giderlerini cepten karşılıyoruz.
Bugün gerek mahpus olan benim, gerekse dışarıda bulunan eşim/sevgilimin asgari maddi ihtiyaçları, ailem ve değerli dostlarım tarafından karşılanmakta.
Dışarıda olduğum süre zarfında, Eylül Dergisinin düzenli yayınlama; mahpusların sanat-edebiyat dosyalarını yayınlayarak bir yayınevi oluşturma; siyası veya adli davadan yargılanıp asgari ihtiyaçlarını karşılayamayan mahpuslarla dayanışma gösterecek bir dernek kurmak...projelerim bulunuyordu.
Belge yayınevi ve mahpuslarla dayanışma örneği sergileyen "Dayanışma Ağı"nın katkılarıyla, mahpusların şiirlerinden oluşan "Duvarları Aşan Şiirler" kitabını yayınlayabildik.
Yeniden tutuklanmamla bu projeler sekteye uğradı. Mahpus koşullarına rağmen, bazen periyodu atlasak ta "Eylül Sanat Edebiyat Dergisi"ni yayınlamaya devam ediyoruz. Geri kalan projeleri hayata geçirmek için, koşulları olgunlaştırmaya çalışıyoruz.
Dışarıda olduğumda, ilk dosyamda yargılama devam etti. 12. ACM, Yargıtay İlamı'nın açık itirazlarına direnerek, hiçbir savunmamızı dikkate almadan tekrardan müebbet kararını vererek dosyayı yeniden Yargıtay' a gönderdi, tutuklama kararı çıkarmadı.
Tekrar cezaevi
1 Şubat 2010 tarihinde, "operasyonal" bir hava estirerek sokak ortasında tutuklandım. Enteresan ve manidardır ki, polis bölgesinde Jandarma gözaltı yapıyor. Götürüldüğüm Çekmeköy Jandarma Karakolu'nda dört gün boyunca neden gözaltına alındığımı öğrenemedim.
Çıkarıldığım 10 No'lu ACM savcılığında, "MKP örgüt yöneticiliği" sıfatıyla gözaltına alındığımı öğrendim.
Dosyada gizlilik kararı olduğundan; ayrıntıları ve iddia mesnet yapılan "delil"leri öğrenemedik. Velhasıl tutuklanıp Edirne F Tipi Hapishanesi'ne sevk edildim. Metris T Tipi Kapalı Hapishanesinde tutuklu kaldığım on beşinci günden sonra.
Beş ay sonra gizlilik kararı kaldırıldı, iddianame tebliğ edildi. Dosya 13. No'lu ACM' ye verilmiş. Delil diye gösterilenlerse, "hukukun üstünlüğüne" ve "ileri demokrasi"ye gayet uyumlu.
Deliller
Deliller şunlar: iletişim bu gelişim çağında, büroya gereksinim duymadığımdan, dergi çalışmasını evimizin çalışma odasında yapıyordum. Mahpuslardan ve yayın evlerinden gelen kitaplar ve ürünlerde, evime adresime geliyordu. Kütüphanemde bulunan toplama kararı çıkmış kimi kitaplar, mahpuslardan gelen bazı kart ve mektuplar: muhtevası bariz olan iddianame'de de belirtilen telefon görüşmesinden derginin dağıtımına dair yapılan sohbet, dergi adına yüz yüze yaptığım görüşmeler.
Gazeteci yazar ve yayıncı kimliğim ortada olması realite varken, illa da bir illegal örgüt içine yerleştirmek, bu denli absürt ve kara mizah konusu oluyor.
Bahsi edilen mektup ve kartlar, hapishane mektup okuma komisyonlarından geçiyor ve hepsinin üzerinde de görülmüştür damgası bulunuyor.
Toplatma kararı çıkmış kitapları bilmem imkansız olmasa da, bunun takibini yapamam/yapmam. Bu kitapları bulundurmakta suç sayılamaz, hele ki örgüt üyeliğine kanıt için olamaz.
Diğer "delil"lerde bu denli saçma sapan. Yazar ve yayıncıyım, benimle görüşmek isteyen her insanla görüşürüm. Kimlikleri beni ilgilendirmez. Gölgem gibi beni takip eden polislerde bunları muhakkak bilmektedir.
Eski dosyam Yargıtay'daydı. Tutuklanmamın ardında, ivedilikle dosyayı ele aldı. Önceden, "mevcut delil durumu isnat edilen durumla çelişmekte" itirazını koyup, iki kez dosyayı esas muhtevasıyla bozan Yargıtay, kararlarını çiğneyerek dosyayı onadı. Mart 2011 tarihinden bu yana müebbet hükümlüyüm.
Örgüt üyesi kisvesiyle yargılandığım dosya devam etmekte.
Hüküm aldığım dosyayı avukatım Fazıl Ahmet Tamer, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) götürdü.
Kamuoyunda tanınan ve birazda popülaritesi bulunan; Ahmet Şık ve Nedim Şener tutuklanmayana kadar, basın emekçileri ve kurumları; tutuklu gazeteci, yazar ve yayıncılara yeterli duyarlılığı gösteremedi.
Vaktinde duyarlı yaklaşıp sahiplenilseydi; bugün belki doksan beş (95) arkadaşımız hapiste olmazdı, belki de benim gibiler bu ağır cezaları almazdı ve muktedirler bu denli pervasız davranmazdı.
Yaşamın neresinde olursak olalım, içerde ya da dışarıda; gerçeğin ve özgürlüğün kelimelerini haykırmaya devam edeceğiz. Sol göğsümüzün altındaki cevahir solmadıkça, bu yürekler ve diller, bildikleri türküyü söyleyecekler.
* Erdal Süsem, 9 Ocak 2012, F Tipi Hapishanesi, B1-38, Edirne
** Hapis Gazeteciler "Suç"larını Anlatıyor yazı dizisinde yer alan diğer mektupları okumak için tıklayın.